Alarko Holding Eski CEO’su Ayhan Yavrucu: İki bilgeyle çalışma imkanım oldu

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

Doğan Selçuk ÖZTÜRK

[email protected]

Aktif görev sona erse de gönül bağı ile bağlı, Ayhan Yavrucu Alarko’ya. “Ben gerçekten Alarko’da doğdum, Alarko’da büyüdüm” diyen Yavrucu ile Alarko ile yoğrulmuş iş yaşamını ve “iki bilge” diye nitelendirdiği Üzeyir Garih ve İshak Alaton ile anılarını konuştuk.

  • Ayhan Bey, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Kayseri’nin Develi kazasında doğdum. İlk, orta, lise eğitimimi orada tamamladım. Sonra Mülkiye’ye girdim. 72’de oradan mezun oldum ve müteakiben Maliye Bakanlığına hesap uzman muavini olarak girdim.

77 yılının başında da Maliye Bakanlığından ayrılarak Alarko Holding’e geçtim. Geçen yılın Eylülüne kadar muhtelif görevler alarak çalıştım ve en sonunda şirketin CEO’su olarak görev yaptım. Emekli olduktan sonra da şu anda Yönetim Kurulunda üye olarak devam etmekteyim. Aktif görevim sona erse bile gönül görevim, Alarko’ya sadakat görevim, Alarko’nun kurucuları Üzeyir Bey’e (Garih) ve İshak Bey’e (Alaton) karşı olan vefa borcum asla bitmez. Çünkü ben gerçekten Alarko’da doğdum, Alarko’da büyüdüm. Bir yerlere gelebildiysem Alarko’nun bana verdiği destek ve ufukla geldim. Bu arada tabii iki şeyi de teslim etmeliyim; okuduğum üniversitenin bana sağladığı formasyon ve ondan sonra Maliye Bakanlığı hesap uzmanlığındaki çalışma yıllarında edindiklerim tüm hayatım boyunca kullandığım araçlar oldu. Daha sonrasında iki bilge ile çalışma imkanı buldum. Üzeyir Bey ile 25 yıl, İshak Bey ile 40 yıl çalıştım. Meslek yaşantımda yetişmemde, gelişmemde, Alarko’ya geçmemde çok önemli fonksiyonu olan insanlar da var. Abdullah Sarıkaya, Selim Kaneti, Mithat Benhayim... Çalışma hayatımın içinde de çok değerli arkadaşlarım oldu. Alarko’yu o günlerden alıp bugünlere taşıyabildiysek bunu beraber çalıştığımız arkadaşlarla yaptık. Ben sadece eşitler arasında birinciydim.

“YANLIŞ YAPMAKTAN KORKMAYIN”

  • Üzeyir Bey’in ve İshak Bey’in iş felsefesine dair bazı noktaları paylaşabilir misiniz?

Geriye dönüp baktığımda doğru işler yaptığımızı görüyorum. Çok da yanlış yaptık. Ama Üzeyir Bey ve İshak Bey hep şunu söylerdi: “Yanlış yapacaksınız. Yanlış yapmaktan korkmayın ama yanlışı da tekrarlamayın. Hiçbir şey yapmazsanız teker de olduğu yerde döner, araba hiçbir yere gitmez. Yüz tane karar veriyorsanız bunun yetmişi doğru, otuzu yanlış olabilir. Bu yetmiş doğrudan otuz yanlışı çıkarınca şirketin geleceğine birtakım artılar kalıyorsa doğru yoldasınız devam edin” derlerdi. Bu ilke karar alırken bizi çok cesaretlendirmiştir. Maliye Bakanlığından Alarko’ya geçtiğim zaman birtakım donanımlarım olmakla birlikte nakit yönetimi kavramını bilmiyordum. Nakit yönetimini Alarko’da Üzeyir Bey’den öğrendim. Üzeyir Bey’in üç top benzetmesi vardı. Derdi ki: “Şirkette cirolar artar, azalır. Bu lastik toptur. Kârlar bazı yıllar yükselir, bazı yıllar düşer. O da bir lastik toptur. Onlar zıplar. Ama bir demir top var ki o nakittir. Nakdi düşürdüğünüz anda o zıplamaz. Onun için gece rahat uyumak istiyorsanız nakit akışınızı iyi dengelemeniz gerekir.” Bize haftalık, üç aylık, altı aylık, yıllık nakit dengeleri yaptırırdı. O yıllarda bilgisayar yoktu. Hep elde yapardık.

  • Ortaköy’e taşınma hikâyenizi dinleyebilir miyiz?

Üzeyir Bey de İshak Bey de çok iyi gözlemciydiler, piyasaların nasıl gittiğini kendi aralarında tartışırlar, sonra da bize aktarırlardı. Ayazağa’da çok güzel bir merkez bina yapmıştık. 80’li yılların sonuna doğru Üzeyir Bey “Bu binayı satalım, ekonomik kriz geliyor. Bize bina değil, para lazım.” dedi. Biz itiraz ettik, başka pek bina olmadığı için çevrede herkes biliyordu binamızı, hanımların gidip gelmesi zor olduğundan dolayı servis de koymuştuk. Aradan böyle bir ay geçtikten sonra Üzeyir Bey “Size muhteşem bir yer buldum, inanamayacaksınız.” dedi. Ortaköy’de bir yer bulmuştu. İshak Bey, ben, Doğan Bey ve Üzeyir Bey dördümüz Ortaköy’e geldik ama bina tam bir virane. “Üzeyir Bey, burası nasıl olacak?” dedik. Dedi ki “Bana yüz bin dolarlık bütçe verin. Burayı beğeneceğiniz hale getireceğim.” Ve Üzeyir Bey gerçekten yüz bin dolara o binayı restore ettirdi. Ayazağa’daki binayı sattık ve oradaki mobilyalarımız yeni olduğu için aynen taşıdık. Satıştan elde ettiğimiz 15-16 milyon dolar bizi ekonomik krizin çıktığı yıllarda çok rahat ettirdi.

  • Alarko’nun iş hayatına getirdiği yeniliklerden bahsedebilir misiniz?

Fabrikamız Rami’deydi. Yemek fabrikanın içerisinde pişiriliyordu. Yaklaşık 35 kadar da yemekhanede çalışan personel vardı. Bir gün İshak Bey ve Üzeyir Bey “biz burayı dışarıya vereceğiz” dediler. Dışarıya vermek kavramını da bilmiyorduk. Bu kavramlar sonra moda oldu. “Olur mu öyle?” dedik. “Bizim burada işçiler var. Üstelik sendika var. Sendika buna şiddetle karşı çıkar.” İshak Bey ve Üzeyir Bey dedi ki “Siz o kısmı bize bırakın. Burada ne yemek yiyorsak daha iyisini getireceğiz. Bizim buranın aşçıbaşına işletme sermayesini ve buradaki mutfak ekipmanlarını vereceğiz, buradaki ekipleri de ona aktaracağız. Onu müteşebbis yapacağız, üstelik her gün 800 yemek almayı garanti edeceğiz.” Sendika başta çok direndi buna. Sonra Üzeyir Bey ve İshak Bey onları ikna ettiler. Bir süre sonra yemekleri daha iyi kalitede içerideki maliyetin üçte ikisine almaya başladık. Ondan sonra Üzeyir Bey güvenlik hizmetlerini de outsource etti. Merkezi bir satın alma şirketi kurduk. Toplu alımların çok büyük avantajlarını elde ettik. Birçok yeni uygulamanın Türkiye’de öncüsü olduk.

İŞİN ÖNCÜLÜĞÜNÜ ALARKO YAPTI

  • Alarko olarak müteahhitlik alanında bir anınızdan bahsedebilir misiniz?

Alarko’ya başladığım yıllarda yapsat dediğimiz işe girdik. O yıllarda daha çok Karadenizli müteahhit arkadaşlar apartman şeklinde bina yapıp satarlardı. Üzeyir Bey ile İshak Bey dediler ki biz önce satacağız sonra yapacağız. “Kim alır?” dedik. “İnsanlar bize güveniyor. Biz önce satıp sonra yaparız.” dediler. Yıldız’daki binayı ve villaları, daha sonra Sarıyer’deki villaları o şekilde yaptık ve sattık.

Sonra sıra Etiler Alkent’e geldi. Mal sahipleri birçok kişiyle görüşmüşler. Çerkezo Ailesi’nindi orası ve domuz çiftliğiydi. Bizi bir gün İshak Bey aldı götürdü. Gayrimenkul işlerine daha çok İshak Bey bakardı. Üzeyir Bey pek pazarlık işine girmezdi. Sevmezdi de. Çünkü sabrı yoktu. Halbuki pazarlık sabır gerektiren bir iş. İshak Bey de tam tersine çok sabırlı bir insandı. Çok dinler, az konuşurdu ama müthiş bir muhakeme gücü vardı. Sizin konuşmanızdan temayülünüzü çok iyi yakalar, ortaya atılıp da karşı tarafa kendi düşüncesini açık etmez, sabırla, oya örer gibi örerdi. Mal sahipleriyle yaptığı toplantıya beni de çağırdı, o zaman mali işlere bakan başkan yardımcısıydım. Dinliyorum, not alıyorum. Pazarlık epey bir safhaya geldi. Onların talepleri öyle bir noktaya geldi ki İshak Bey yok dedi reddetti. Adamlar gidince kendisine “İshak Bey, maliyet hesaplarına göre bu kabul edilebilir bir şeydi.” dedim. “Paşam hiç sesini çıkarma.” dedi. “Onlar son alıcının biz olduğunu biliyorlar ve gelecekler.” Gerçekten bunlar birkaç sefer gitti, geldi, gitti, geldi. İshak Bey yoğura yoğura istediği kıvama getirdi ve çok uygun koşullarla aldık orasını. Orada yaptığımız çalışmaların neticesinde hem kat mülkiyeti kanunu hayatın realitelerine uyduruldu hem de ipotekli vadeli satışların önü açıldı. Bu işin öncülüğünü Alarko yaptı.

“Sen kaç kitap okuyorsun?”

Üzeyir Bey bir toplantıya gidince o toplantıda tanıdığı birinin yanına oturmamaya dikkat ederdi. Biz aksine gider, tanıdığımızın yanına otururuz. “Kardeşim tanıdığını zaten tanıyorsun. Tanımadığının yanına otur da networkün genişlesin.” derdi. Bazı akşamlar iki, üç kokteyle, toplantıya gittiği olurdu. “Akşam zaten geç çıkıyorsunuz, neden bu kadar kendinizi yoruyorsunuz?” dediğimde, “Onlar beni adam yerine koymuş, davet etmiş. Benim de icabet etmem gerekir. Gidemeyeceksem de bir mektup yazıp özür dilemem gerekir.” derdi. Üniversitede doktora dersleri veriyordu. Bir gün sordum: “Bu kadar yoğunluğun arasında bir de pazar günü kalkıp ders vermeye niye gidiyorsunuz?” “Bak paşam” dedi, “benim kitap okuyacak zamanım yok. Her hafta sonu arkadaşlara iki tane kitap veriyorum. O kitabı onlara okutuyorum. Sınıfta tartıştırıyorum. O tartışmalardan yeni şeyler öğreniyorum. Dolayısıyla senede en aşağı bu yolla 30-35 kitap okuyorum. Sen kaç kitap okuyorsun?”

“Teknisyen değil yönetici arıyoruz”

  • CEO olma hikayenizi anlatabilir misiniz?

Üzeyir Bey ile İshak Bey bir cumartesi günü bizi topladılar. “Şirkette bir organizasyon değişikliği yapacağız. Şirketlerin başında bulunan genel müdür arkadaşları emekli edeceğiz belli bir sürenin sonunda, Ayhan Yavrucu’yu da CEO yapacağız.” dediler. O zaman Genel Koordinatör var, CEO tabiri yok. Ben de ilk defa orada duydum bu kararlarını. Toplantı bittikten sonra Üzeyir Bey ve İshak Bey ile bir beş dakika görüşme rica ettim. Dedim ki bizim şirketimiz imalata dayalı bir şirket. Ben maliye kökenli birisiyim. Buranın bütün yapısı teknik. Dolayısıyla buraya teknik bir kişinin genel koordinatör olması daha doğru olmaz mı? Üzeyir Bey, “Paşam,” dedi, “biz teknisyen aramıyoruz. İshak Bey ile konuştuk, biz yönetici arıyoruz. Biz sana gidip de basınçlı kapların çapını hesapla veya binanın statik hesabını yap demiyoruz ki. Bu şirketi yönet diyoruz ve sana güveniyoruz.” Üzeyir Bey ve İshak Bey bu kadar destek verince peki dedim. Şirkette bir reorganizasyon yapacağız. Gidenlerin yerine geçecek arkadaşları tayin edeceğiz. Üzeyir Bey ile epey üzerinde çalıştık. Bir gün toplantımızda dedi ki McKinsey ile bir anlaşma yapacağız bu reorganizasyon için. Neden para vereceğiz ki dışarıya dedim. “Bak paşam. Şimdi bunu sen ile ben yaptık desek kimse itibar etmez. Bunu da uygulamazlar.” dedi. McKinsey’ye istediğimizi anlatacağız, onların da fikrini alır, iyileştirilmesi gereken yerleri iyileştiririz. McKinsey yaptığı için herkes de benimser, uygular dedi. Üzeyir Bey’in dediği gibi yaptık.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar