Alâeddin Yavaşça için
“Kanaryalar, esirgemezler ötüşlerini” demişti “Enteresandırlar, hiçbir zaman yük olmazlar. Kendilerine has teraneleriyle, melodileriyle onlara bakanları daimi surette karşılıklı alışveriş tarzında benimser ve esirgemezler ötüşlerini. Muayenehanem olduğu sıralarda çok kanaryam vardı... Üreticiyim zaten ya! Hanımların da çocuklarını doğurturdum. Kanaryalar da üretirdim bir taraftan!” diye devam etmişti. Aralarında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü ile TBMM Üstün Hizmet Ödülü’nün de bulunduğu 200’den fazla ödüle lâyık görülen Alâeddin Yavaşça tam karşımda oturuyordu. Evinde, mükemmel makara çeken kanaryasının melodileri eşliğinde konuşuyorduk…
Türk musikisinin çınarı için düzenleyeceğim Ustalara Saygı toplantısının öncesiydi. Programın içeriğini oluşturmak için bir araya gelmiştik. Eşi Ayten Yavaşça da aramızdaydı. Yıllarca böyle programlar hazırlamış biri gibi büyük bir titizlikle beni yönlendiriyordu. Etkinlik öncesi Kilis Vakfı’nın gelenekselleştirdiği Alâeddin Yavaşça Yılı etkinlikleri kapsamında bir sergi açılacaktı. Akatlar Kültür Merkezi’nin fuayesindeki sergide Yavaşça’nın bir ömre sığdırdığı şiirleri, ebru ve hat sanatı ile birleşerek ölümsüz bir hal alacaktı. Yavaşca’nın ebru üzerine hat sanatıyla yazılmış 102 güftesinden 98’inin yer aldığı sergi, Kilis’in boyan şerbeti ve semsek pidesi ikramıyla açılacaktı. “Ustalara Saygı” etkinliğinin sonunda seyircilere, Yavaşça’nın “Gönülden Gönüle” adıyla kitaplaşan şiirleri ve bestelerini içeren iki CD armağan edilecekti. O günü ve neredeyse on sene önceki insanların salona dolup taştığı o saygı etkinliğini hiç unutmadım.
Onun sohbetinden yararlanmak benim için önemli bir ayrıcalıktı. Mûsikiyle, doğum yeri olan Kilis’te henüz sekiz yaşında keman dersleri alarak tanışan, geride bıraktığı 94 yıla çoğu klasik mertebesine ulaşan 700 civarında beste sığdıran, ülkemizde Türk mûsikisi eğitiminin başlamasına ve yaygınlaşmasında öncülük eden bir isimden söz ediyorum. Ne yazık ki onu geçtiğimiz hafta kaybettik.
Üstadın fevkalade sakin, şefkatli, çalışkan örnek kişiliğini, asaletini, sanatta ve tıpta üstün başarılarını, Türk Mûsikisi Konservatuarı’nın kurulması için 60’lı yıllardan beri verdiği mücadeleyi anlattılar o gün sahne alan konuşmacılar.
Programın sonunda sahneye gelen ve Sadettin Kaynak’tan iki eser icra eden Yavaşça “Konuşmacıların her biri abidesi dikilecek arkadaşlarım. Onların her söyledikleri cümlede tarifi mümkün olmayacak heyecana kapıldım. Zannediyorum, bir fani insan için kıskanılacak bir saadet yaşıyoruz bu akşam. Hepimizin, saz arkadaşlarım, ses arkadaşlarım ve siz gönül dostlarımın aynı atmosferde buluşması hakikaten büyük bir kazanç oldu benim için sağ olun var olun” sözleriyle salonu selamlayacak, sunulan çiçeği eşine uzatıp “ben bunu beceremezdim. Aferin sana” diyerek şükranlarını bildirecekti.
"Ümitsiz bir aşka düştüm", "Boğaziçi şen gönüller yatağı", "Ağlar gezerim sahili", "Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok", "Şen gözlerinle yüzüme bir baktın", "Gönlümün bülbülüsün aşk bahçemin gülüsün", "Şimdi bahara erdim"in de aralarında bulunduğu birçok şarkıya imza atan Usta’nın bir uzunçaları (LP), 25 adet 78'lik taş plağı, 15 adet 45'lik plağı mevcut. Seçilmiş eserlerden 200'den fazla CD doldurmuş. Türk Mûsikisi Vakfı'na 1 adet CD ve kaset, Kilis Kültür Vakfı'na (Kilis'imin Bağları) 2 CD ve VCD, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı'na 4 CD'lik albüm yapmış. Ayrıca Cinuçen Tanrıkorur'la beraber oluşturduğu CD'ler, Yapı Kredi Bankası'nın Kültür Bölümü'nün çıkardığı solo ve yönettiği korolara ait CD'leri var.
Görüşmelerimizden birinde hem doktor olup hem de mûsiki ile ilgilenenlerin fazlalılığı dikkat çekiyor. Doktorlukla müzisyenlik arasında bir bağ mı var, yoksa rastlantı mı? diye sormuştum. "Bağ, İbn-i Sina'dan başlıyor” demiş ve şöyle devam etmişti:
"İbn-i Sina hem hekim, hem mûsikişinas, hem de bestekâr. İbn-i Sina aşağı yukarı 11. yüzyıla filan düşüyor. 11. yüzyıldan itibaren hekimlikle mûsiki güzel bir anlaşma içinde olmuş. Demek ki bu iki meslek sanat dalına giriyor. Hekimlik de bir sanattır, yalnız bilim değil. O bakımdan zamanımıza doğru yaklaştığımızda pek çok hekimlerin aynı zamanda mûsiki içinde olanlarını görürsünüz.”
Yavaşca’nın ölüm haberini aldığımda o günleri anımsadım. Bu yazıyı yazarken arkada “Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok” şarkısı çalıyordu…