Akademisyenlerimiz neden yurtdışında daha verimli?
Türkiye’deki üniversitelere yapılan harcamaların toplam gelire oranına bakıldığında, OECD ülkeleri arasında ülkemizin üst sıralarda yer aldığını biliyor muydunuz? Ama piyasada bilimsel çıktılara dayanan ürün çeşitliliğimize bakınca maalesef pek de öyleymiş gibi görünmüyor. Nitekim Türkiye, üniversitelerine kendi çapında ciddi kaynak ayırdığı halde, kişi başına yayınlanan bilimsel makale sayısında OECD ülkeleri içinde sonlarda.
Üniversitelerimizin başarılı olması iki açıdan önemli: Birincisi, 2010’larda e-ticaret, fintek gibi alanlarda yaşanan teknolojik dönüşüm önümüzdeki yıllarda iklim teknolojileri, sağlık teknolojileri gibi daha ciddi bilimsel altyapı gerektiren alanlara kayacak. Buralarda varlık gösterebilmek için bilimsel altyapı önemli. İkincisi, artık ulusal güvenliğin temeli de bilimsel disiplin ve bilim kaynaklı inovasyona yatkın işgücü. İki sene önce Rusya Ukrayna’ya saldırsa kim kazanır diye sorsanız, herhalde cevap Ukrayna olmazdı. Oysa Ukrayna, dünya çapında iş yapan teknik işgücünü ve ilişki ağlarını hızla savaş koşullarına adapte ederek, köhneleşmiş ve aşırı bürokratikleşmiş Rus ordusuna karşı birçok cephede direnmeyi ve hatta kaybettiği bazı toprakları geri almayı dahi başardı.
Chicago Üniversitesi’nde iktisat profesörü değerli dostum Ufuk Akçiğit üniversite sistemimizle ilgili güzel raporlar hazırlıyor. Ufuk Hoca’nın bir önceki raporunu “Üniversiteleri popülizm virüsünden kurtarmalıyız” başlığıyla 2020’de ele almıştım Bu hafta açıklanan yeni rapor akademisyenlerin verimliliği ile yurtdışına gitme davranışları arasındaki ilişkiyi inceliyor. Rapor birçok gazetede “12 bin akademisyen Türkiye’yi terk etti” diye haberleştirildi. Dikkatle okuduğum halde raporda nedense böyle bir tespit göremedim. Ancak üniversitelerimizin durumuyla ilgili çok önemli tespitler var.
Araştırma üniversitelerin ana işi; doktora tezi yazdırmak ve bilimsel makale üretmek. Doktora hem makale üretmeye yaradığı hem de ileride makale yazacak hocaları yetiştirdiği için önemli. Türkiye’de en çok doktora hangi alanlarda yapılıyor diye merak ederseniz, cevap sosyal bilimler: İşletme, iktisat, hukuk, tarih, psikoloji, ilahiyat. Memleketteki doktora tezlerinin yaklaşık yarısı bu alanlarda. ABD’de aynı oran %32. Daha da ilginci, Türkiye’deki okullardan mezun olan öğrenciler ABD’ye doktoraya gidince sosyal bilimlerde doktora yapanların oranı %28’e düşüyor. Bu rakam mühendislik alanında ise %17’den %37’ye çıkıyor. Demek ki, insanımızın mayasında pozitif bilimlere karşı bir engel yok. Sosyal bilimler tabii ki çok önemli. Ancak görünen o ki, Türkiye’de sosyal bilimlerdeki doktoralarının çoğu lüzumsuz yere yapılıyor. Zaten bunların mezunları da hoca olmak yerine, unvanlarını kamu kurumlarında attıkları imzalarda veya çıktıkları TV programlarında kullanmak için bu yatırımı yapıyorlar. Bir tür kaynak israfı.
Peki, Türkiye’deki araştırmacılar yurtdışındaki bir üniversiteye gidince ne oluyor? Araştırma verimlilikleri bir anda %30 artıyor. Üstelik bu sadece anlık bir sıçrama değil. Sonra da yıllarca %25-35 oranında Türkiye’dekinden daha verimli çalışıyorlar. Bir süre yurtdışında çalışıp Türkiye’ye dönen araştırmacılara ne oluyor? Verimlilikleri döner dönmez düşüyor. Düşüş %5-13 seviyesinde. Bu arada yurtdışına gidip memlekete dönenlerin yurtdışıdaki performansları oradaki akademisyenlerimizin ortalamasından zaten düşük. Bir bakıma yurtdışında tutunamayanlar Türkiye’ye dönüyor ve dönünce daha da verimsiz hale geliyor.
Peki, beyin göçü bir problem mi? Diyaspora bağlantılarının önemini, Microsoft, Mastercard ve Adobe’nin CEO’sunun Hindistan’da Haydarabad Devlet Lisesi’nden mezun olduğu örneği ile yazmıştım. Aynı bağlantılar akademik dünyada da önemli. Eğer Türkiye’deki bir hocanın beraber makale yayınladığı diğer hoca yurtdışına taşınırsa, memlekette kalan hocanın verimliliği %10 artıyor. Demek ki, yurtdışı ilişkileri yeni fikirlerin, yeni işbirliklerinin, yeni dünyaların kapısını aralıyor. Bu nedenle beyin göçünü sadece ağlanacak bir durum olarak değil bir fırsat olarak görmek lazım.
Öyleyse yapmamız gereken iki şey var: Birincisi, yurtdışındaki akademisyenlerimizle doğru araştırma bağlantıları tesis ederek diyasporayı fırsata çevirebilmek. İkincisi, yurtdışında başarılı olan akademisyenlerimizin de en azından bir süre Türkiye’ye dönmelerini sağlamak. Eminim ki, hepsi memleketini özlemiştir. Ancak YÖK bürokrasisiyle bu iş olmaz. En son İstanbul’da bir özel üniversitenin doktora programından kabul aldığımda “A, bir de ÜDS sınavından dil sonucu getirmeniz lazım” demişlerdi. “Yahu ben ABD’de yüksek lisans yaptım”, dedim. “YÖK kuralı” dediler. Sabah uyanıp o sınava girmek mümkün olmadı, ama üniversitelerimizin her birini devlet dairesine çeviren köhneleşmiş bürokratik zihniyetin bir örneğini bu sayede görmüş oldum. Hem zenginleşmek hem de Ukrayna gibi dara düşünce kendimizi savunabilecek kapasiteye erişmek için bu bürokrasiyi yıkmak zorundayız.