Ağaçlar ve sosyalist ormanlar
Filozof George Santayana’nın ifadesiyle, ağaçları ve ormanları düşünmek, her şeyden önce bir alçakgönüllülük egzersizi olmalıdır. Doğa, bize “her şey olmadığımızı ve her şeyin de biz olmadığını” hatırlatır. Santayana’nın dediği gibi: “İnsan olmayı dürüstçe kabul edelim. Ve ağaçların da ağaç olmasına izin verelim.”
Daniel Immerwahr Amerikalı bir tarihçi ve yazar. Northwestern Üniversitesi Weinberg Sanat ve Bilim Koleji’nde Beşeri Bilimler alanında Bergen Evans Profesörü ve tarih bölümünün yardımcı başkanı görevini üstleniyor. Immerwahr’ın geçtiğimiz günlerde The Guardian’da “Ağaçlar ve Sosyalist Ormanlar: “Ağaçların Gizli Ağı” Bir Fantazi mi?” başlıklı bir uzun yazısı yer aldı. Son dönemlerde okuduğum en güzel yorumlardan biri olduğunu söyleyebilirim. Bu yazının bazı bölümlerini, özetlemek aktarmak istedim;
Bitki körlüğü
Dünya nüfusu gün geçtikçe artıyor. Üç yüzyıl önce dünya üzerinde yalnızca 800 milyon insan yaşarken, bugün bu rakam 8 milyara ulaşmış durumda. İnsanların sayısının bu kadar artması, doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı da artırıyor. Ancak insanlık, gezegenin en kalabalık canlıları değil. Dünya’nın asıl sakinleri ağaçlar. Sayıları 3 trilyonu bulan ağaçlar, biyokütle açısından insanları binlerce kat geride bırakıyor. Buna rağmen, ağaçlar çoğu zaman göz ardı ediliyor. Bir orman fotoğrafında bir geyik gözüktüğünde, insanların dikkatini çoğunlukla bu hayvan çekerken, fotoğrafın büyük bölümünü kaplayan yeşillikler “arka plan” olarak değerlendiriliyor. Bu duruma “bitki körlüğü” deniyor. Bu terim, köpek ırklarını kolayca ayırt edebilen ancak bir elma ağacını tanıyamayan insanları tanımlıyor.
Ağaçlar, pasif değil, bilinçli
Alman orman mühendisi Peter Wohlleben’in Ağaçların Gizli Yaşamı adlı kitabı, ağaçların pasif varlıklar değil, bilinçli bireyler olduğu fikrini popülerleştirdi. Wohlleben, ağaçların düşünceleri ve arzuları olduğunu, mantar ağları aracılığıyla birbirleriyle iletişim kurduklarını öne sürüyor. Kanadalı orman ekoloğu Suzanne Simard’ın 1997’de yayımladığı bir araştırma, bu fikirlerin temelini oluşturuyor. Simard ve ekibinin çalışmaları, ağaçların kaynakları birbirleriyle paylaştığını ve stres sinyalleri iletebildiğini gösteriyor. Simard, ağaçların ihtiyaç halinde komşularına yardım edebildiğini belirterek, ormanların bir tür “sosyalist topluluk” gibi çalıştığını savunuyor. Bazı bilim insanları, bu teorilerin henüz yeterince kanıtlanmadığını ve popüler talebin bilimsel değerlendirmelerin önüne geçtiğini düşünüyor.
Ağaçların “Wood-Wide Web’i”
1997 yılında Kanadalı orman ekoloğu Suzanne Simard ve ekibi, Nature dergisinde bir makale yayımladı. Simard’ın çalışması, ağaçların mantarlar aracılığıyla birbirine şeker ve besin maddeleri aktardığını ortaya koydu. Dergi, bu çalışmayı kapağına taşıdı ve “Wood-Wide Web” (Ahşap Geniş Ağ) başlıklı bir oyunlu tanıtımla öne çıkardı. Simard, bu metaforu benimseyerek ormanları internete benzetti. Ona göre, yaşlı ağaçlar büyük iletişim merkezleri, genç ağaçlar ise daha az meşgul düğümlerdi; mesajlar ise mantar bağlantıları aracılığıyla aktarılıyordu. Simard, ağaçların kaynak paylaşımı sayesinde “süper iş birliği” yaptığını savundu. Yaşlı ağaçların genç fideleri mantar ağlarıyla beslemesini de bir tür annelik olarak tanımladı. Bu nedenle, çalışmasının merkezinde “Anne Ağaçlar” metaforu yer aldı.
Kapitalizm karşıtı ruh
Simard’ın “anne ağaçlar” ve “orman ağları” teorileri, bilimsel bir devrim olarak görülse de, bu fikirlerin arkasındaki bilimsel temelin ne kadar güçlü olduğu tartışılmaya devam ediyor. Simard, bu eleştirileri, ormanların korunması gibi acil meselelerden dikkat çalan gereksiz ayrıntılar olarak görüyor ve eleştirileri “dünya için bir haksızlık” olarak nitelendiriyor. Justine Karst, şu soruyu soruyor: “Neden bu teorinin doğru olmasını bu kadar istiyoruz?” Küresel ısınma ve beraberindeki felaket haberlerinin yarattığı bunaltıcı atmosfer, insanları doğada daha huzurlu hikayelere yöneltiyor olabilir. Ayrıca, son yıllarda artan siyasi kutuplaşma ve toplumsal acımasızlık, doğanın nazik ve düşünceli bir model sunduğuna inanma arzusunu artırmış olabilir.
Edebiyat araştırmacısı Rob Nixon ise, “Wood-wide web” fikrini daha farklı değerlendiriyor. Nixon’a göre, zamanımızın ağaçları, kapitalizm karşıtı, feminist ve “aşırı çevrimiçi” bir ruh halini yansıtıyor gibi görünüyor. Doğa ile toplumsal düzeni meşrulaştırmaya çalışmak arasında kurulan bu bağ, bilimsel gerçeklerle kültürel beklentiler arasında giderek genişleyen bir uçurumu işaret ediyor.
İnsanlığa ders: Ağaçlardan alçakgönüllülük öğrenmek
Ağaçlar, bize benzedikleri için değil, bizden farklı oldukları için değer taşıyor. Onlar, fotosentez yapan, sabit yerlerde yaşayan ve karbondioksit soluyan tüm türlerin temsilcisi olarak, yaşamın insanlığa alternatif yollarını işaret ediyor.
Filozof George Santayana’nın ifadesiyle, ağaçları ve ormanları düşünmek, her şeyden önce bir alçakgönüllülük egzersizi olmalıdır. Doğa, bize “her şey olmadığımızı ve her şeyin de biz olmadığını” hatırlatır. Santayana’nın dediği gibi: “İnsan olmayı dürüstçe kabul edelim. Ve ağaçların da ağaç olmasına izin verelim.”