Afetten, inovasyona ve siyasi krizlere tek çözüm: Kolektif hareket
Türkiye zor zamanlar yaşıyor. Norveç’te 200 yılda bir olabilecek olayları biz zipli halde her 10 yılda bir yaşıyoruz. Avrupa’nın bize en çok benzeyen Akdenizlisi, Yunanistan’da dahi 40 kişinin ölümüne yol açan kazanın ardından insanlar ayağa kalktı. İstifalar dahi öfkeyi yatıştıramıyor. Eğer bu tip ağır dönemlerde toplum psikolojisini dinleyerek, konuşarak, çözüm üreterek sakinleştiremezseniz travma büyüyerek devam eder. Görmezden gelerek yok saydığımız sorunlar, halının altında büyüyerek herkesi yutan bir canavara dönüşür. Doğru yaklaşım; sorunlar çok küçükken çözmektir. Eğer geç kalınmış ve bir krize dönüşmüşse artık yapılması gereken; tüm tarafları sürecin bir parçası kılarak bir konsensüs sağlanmasıdır. Masadan herkesin yüzde yüz mutlu kalkacağı bir çözüm mümkün olamayabilir ama herkesin evet diyeceği ortak çözüm üretemezseniz tüm taraflar kaybeder. Zaman kazanabilirsiniz, kazandığınızı zannedebilirsiniz ama emin olun, eninde sonunda kaybedeceksiniz. Hatta geri dönüşü olmayan bir şekilde kaybedebilirsiniz.
Türkiye’nin meseleleri çok ağır. Ekonomik türbülansın tam ortasındayken büyük bir afet yaşandı. 50 bine yakın insanın öldüğü bir krizi hiçbir ülke rahat atlatamaz. Krizlerin çözümü için kolektif hareket etmemiz şart. Halkın gücünü arkasına alarak, katılımın önünü açarak, sivil inisiyatiflere daha geniş alan açarak, ilgili tüm kurumlar ve kişiler birlikte uyumlu çalışabilirse ancak bu krizler aşılabilir. Kalıcı konutlar yapmaktan gıda ve sağlık gibi spesifik sorunlarının çözümü; ortak akıl, iş birliği ve dayanışma gerektiriyor. Meslek örgütleri, şehir planlamacılar, mimarlar, mühendisler, akademisyenler, yerel yönetimler, yöre insanının kurduğu sivil toplum oluşumları masaya oturmadan ve dinlenmeden çözüm geliştirilmemeli. Geliştirilirse söz konusu çözümün orta ve uzun vadede daha büyük problemler çıkartacağı kesin.
Bir ülkenin inovasyon kapasitesi ile o ülkedeki demokrasi ve hukukun kalitesi arasındaki ilişki, önemli bir akademik tartışma alanı. En iyi örnekler, bize özgürlüklerin ve demokratik katılımın arttığı ve hukukun güçlendiği oranda inovasyon çıktıklarının artığını gösteriyor. Girişimcilik ile makro ekonomik hatta sosyopsikolojik koşullar arasında doğrudan bir korelasyon var. İnsanlar, temel ihtiyaçlarını giderdiği ve kendisini özgür, mutlu hissettiği ülkelerde daha fazla girişimciliğe yöneliyor. Daha inovatif ve yaratıcı işler üretiyor. Girişimcilik (özellikle inovasyon oranı yüksek nitelikli girişimcilik) bir ekonominin motorudur. O yüzden 500 simit fırını yerine bir Simit Sarayı her ekonomi için daha makbuldür. İnovasyon; hiç kimsenin tek başına başaramayacağı kolektif bir çaba, uyumlu ekipler, çok iyi süreç yönetimi, ortak hedef ve net yol haritaları gerektiren uzun bir yolculuk. Ekip çalışması olmadan mümkün değil. Tüm tarafların onayını, desteğini ve katılımını almadan başaramazsınız.
Demokrasi; iş birliği ve müzakere kültürünün yüksek oluğu ülkelerde büyük bir güçtür. Demokrasinin kökleşebilmesi için açık iletişim, özeleştiri, soru sorma ve müzakere süreçlerinin sürekli işletilmesi gerekir. Zorba bir tutum sadece inovasyonu öldürmez, her ortamı zehirler. Pek çok inisiyatifi ve girişimi daha doğmadan öldürür. Ufak ufak kemirerek sonunda demokrasinizi ortadan kaldırır. Demokrasi eğer herkesin üretim ve çözüm süreçlerine aktif katılımı ise diyalog ve katılım mekanizmalarını sürekli açık tutmak zorundayız. Başaramazsanız, ambleminizde “sol” ibaresi olsa dahi ideolojik kampınızdan bağımsız antidemokratik ve nemrut bir tavır üretirsiniz. Dünya siyaset tarihi sol hareketlerin de demokrasiden uzaklaştığı, totaliterleştiği, karşı mahalleyi yok saydığı örneklerle dolu. Özetle; ister afetlerin yarattığı büyük problemleri ortadan kaldırmak, ister siyasi krizleri aşabilmek isterse büyük inovasyonlara imza atabilmek için birbirimizi dinlemeye, anlamaya, ortak akla, ekip ruhuna ve kolektif harekete ihtiyacımız var. Birbirimize ihtiyacımız var.