“Adı konulmamış" savaş
Ortadoğu’da yaşanan “adı konulmamış” savaş, bugünlerde yeniden alevlendi.
Ülkeler karada ya da denizde, kimi zaman doğrudan doğruya, kimi zaman “vekil güçler” aracılığıyla çatışıyorlar.
“Adı konulmamış savaşın” baş aktörü İran.
Müslüman Şii dünyasının lideri konumundaki İran’ın karşısındaki cephe ise hayli kalabalık; Tahran yönetimi hem Sünni Arap ülkeleri, hem de İsrail’le hiç bitmeyen -bazen sıcak, bazen soğuk- bir çatışma içinde.
Türkiye karşısında ise daha temkinli İran; Ankara’yı hiçbir zaman doğrudan hedef almasa da kimi zaman “vekil güçler” aracılığıyla da olsa varlığını hissettiriyor.
Görünür hedef İran'ın nükleer programı; görünmeyen bölgedeki Şii etkisi
İran söz konusu olduğunda “görünür” hedef Tahran yönetiminin üzerindeki tüm baskıya rağmen kararlılıkla devam ettirdiği nükleer program.
O kadar ki, ABD yaptırımlarına, İsrail’in gizli operasyonlarına ve suikastlarına, Arap ülkelerinin yaygarasına rağmen İran’ın nükleer programı zayıflamıyor, aksine doludizgin ilerliyor. ABD’nin Başkan Obama döneminde İran’la başlattığı nükleer görüşmelerde, Tahran yönetimine uranyum zenginleştirme oranını yüzde 20’nin üzerine çıkarmaması şart koşulmuştu. O dönemde bu şartı kabul eden Tahran, ABD’de Trump’ın Başkan olup da, nükleer görüşmelerden çekilmesi üzerine, uranyum zenginleştirme çabasına hız vermişti. Yüzde 20’nin hemen üstünün bile nükleer silah yapımında “yolun yarısının aşılması” anlamına geldiği bir ortamda, İran’ın nükleer müzakerelerin yürütülmesinden sorumlu heyetinde yer alan yetkili Abbas Arakçı, geçen hafta yaptığı açıklamada ülkesinin uranyum zenginleştirmede yüzde 60’a ulaştığını açıkladı.
ABD Başkanı Joe Biden ise defaten İran’la yeniden masaya oturma isteğini ifade ediyor. Ancak karşılıklı görüşmeler için iki taraf arasında uyum hala yakalanamadı; İran “doğrudan görüşme için yaptırımlar kalksın” derken, ABD yaptırımın kalkması için İran’ın işbirliği yapmasını şart koştu. Sonuçta orta yol, Viyana’da “dolaylı görüşmeler” olarak bulundu.
İsrail devrede
Ancak tam ABD ile İran, dolaylı da olsa masaya oturmaya hazırlanırken, devreye İsrail girdi; İran’ın Natanz’daki nükleer tesisine bir siber saldırı gerçekleşti.
İran’ın nükleer silah yapımından görüşmeler yoluyla vazgeçmeyeceğine inanan İsrail, “adı konulmamış savaşta” zaten hiç durmamıştı; İran’ın önemli nükleer bilimcileri teker teker, kimi zaman kazan, kimi zaman birdenbire ortaya çıkan bir hastalık yoluyla öldüler. Ancak bu “şüpheli ölümler” daha aydınlatılamadan, 2020 Kasım ayında Tahran’ın ortasında İran’ın en önemli nükleer bilim adamı bir suikast sonucu öldürüldü. Elbette suikastı kimse üstlenmedi.
Gerilim denize de sıçradı
Ortadoğu’daki “adı konulmamış savaş” denize de sıçradı. İsrail bandıralı MV Helios adlı kargo gemisi Oman Körfezi’nde gövdesinde açılan iki büyük delik nedeniyle büyük zarara uğradı. Tel Aviv hükümeti olaydan dolayı İran’ı suçladı, Tahran ise sorumluluğu kabul etmedi. Nisan ayı başında ise bu kez Kızıl Deniz’de İran bandıralı Saviz adlı gemide aynı hasar ortaya çıktı. Suudi ve İsrail basınının uzun zamandır Saviz adlı geminin Yemen’de Hutilere silah taşıyan kritik gemilerden olduğunu yazıp çizmeleri, olayı daha da ilginç hale getirdi. İran zarar gören Saviz’in “barışçıl amaçlarla orada olduğunu” açıkladı ve saldırıdan İsrail’i sorumlu tuttu. Bu kez İsrail sorumluluğu reddetti.
Son olarak da Salı günü bir İsrail şirketinin işlettiği Bahama bandıralı Hiperion adlı gemi saldırıya uğradı.
Bitmedi; Amerikan basınında İran’dan Suriye’ye petrol taşıyan yaklaşık bir düzine İran kargo gemisinin de şu ya bu şekilde “şüpheli şekilde zarar gördüğüne ilişkin haberler de çıktı.
Son çatışma alanı Irak; üstelik bu kez Türkiye de hedefte
Ortadoğu meselelerini bir şekilde halledip -çözemese bile dondurup- dikkatini Çin’e çevirmeye çalışan ABD yönetimi, İran’la dolaylı da olsa görüşme masasına oturadursun, “adı konmamış savaşın” son çatışma alanı Irak oldu.
Kuzey Irak’ta geçen hafta aynı saatlerde saldırılar düzenlendi. Hedefler belli ki özenle seçilmişti. ABD askerlerinin konuşlu oldukları Erbil havaalanı, Musul yakınındaki Türk askerlerinin konuşlandığı Başika üssü ve üçüncü bir hedef daha vuruldu. Üçüncü hedef konusunda İran yanlısı basında buranın İsrail’in Irak’taki gizli operasyonlar merkezi olduğu bilgileri yazılıp çizildi. Barzani yönetimi Mossad’ın Kuzey Irak’ta herhangi bir faaliyet merkezi olmadığını açıkladı, ama pek kimse inanmadı.
Saldırılardan Irak’taki İran yanlısı milisler sorumlu tutuldu. Belli ki İran, bu kez “vekil güçler” aracılığıyla bir mesaj vermek istedi.
Mesajın ABD’ye ve İsrail’e olan kısmı pek gizli saklı değil.
Ancak iş Başika üssüne yönelik saldırıya gelince, biraz incelemek gerekiyor. Neden Tahran yönetimi, görünürde iyi ilişkiler içinde olduğu Türkiye’yi vurma ihtiyacı duymuş olabilir?
Bunun gerekçesi Kuzey Irak’taki Barzani yönetiminin her geçen gün Türkiye’ye daha fazla yaklaşmasında gizli. Barzani yönetimi ile işbirliği içinde Ankara, PKK terör örgütünün değişik adlar altında yuvalandığı Sincar bölgesinde askeri olarak iyice etkisini hissettirmeye başladı.
Sincar, Irak-Suriye sınırında, İran’ın Suriye’ye lojistik desteği açısından kilit önemde. Bu bölgedeki Türk hakimiyeti, Şam yönetimine İran yardımının büyük ölçüde aksamasının önünü açacak.
Bir de bunun üzerine, AK Parti hükümetinin son dönemde ABD’ye ve İsrail’e yakınlaşma çabalarını, Mısır başta olmak üzere İran’ın bölgedeki “Nemesis’i” Sünni Araplarla ilişkilerini düzeltmeye çalışmasını ekleyin.
Belli ki Tahran Ankara’ya bir mesaj vermek istedi.
Ortadoğu kritik günlerden geçiyor; adı konulmamış savaşın yarattığı bataklık, Türkiye’yi de içine çekmek üzere. Sağduyu ve akılla hareket etmeye her zamankinden fazla ihtiyaç var.