Açlık Oyunları
Yara, ışığın içine sızdığı yerdir.
-Mevlana
Brené Brown, öncelikle utanç üzerine çalışmasıyla tanınan bir profesör. Duygusal olarak utanç deneyimi, cehennemi, tamamen bir kopukluk ve değersizlik duygusuyla tanımlar. Yani, bizimle hayatın akışı arasında kalan kanalların tıkalı olması durumudur. Genelde kişisel zırhımız, korumalarımız veya travmamız bu tıkanıklığın sebebidir . Bu kanalın açık olması için kırılganlığınızın farkındalığına sahip olmanız gerekir. Brown'ın başlıca bulgularından biri şudur: “Kırılganlık, aslında cesarettir. Geçen gün verilere bakıyorduk şu anda 200.000 parça verimiz var ve tam olarak kırılganlıkla, savunmasızlığımızın farkındalığı ile tanımlanmayan tek bir cesaret örneği vakası bulamıyorum."
Brown'ın tüm araştırmaları, gerçek bir kırılganlık olmadan, "bütün yüreklilik" dediği bağlantıya giden bir yol olmadığı sonucuna varıyor. Orta yaş sinir krizi geçiren Brown’un kaleme aldığı “Midlife Unraveling” adlı makalesinin şimdiye kadar okuduğum en iyi makalelerden biri olduğunu da belirteyim. Aklımda kalan en önemli satırı ise şu oldu: "Kendi zırhın, olabileceğin potansiyel kişiye ve yeteneklerine dönüşmeni engelliyor."
Bunun anlamı, tıkanıklığınızı net bir şekilde görmeyi öğrenirseniz ve ardından onu kabullenirseniz, yaşamla daha zengin bir bağlantının yolunu açabilirsiniz. Kırılganlığın kabulü ve dış dünyaya açık alıcılık, tüm başarı ve gelişme biçimlerinin ortak olan tek özelliği. Buna karşılık, savunmasızlığınızı ve kırılganlığınızı kabul yerine yok saymak veya savaşmak, aslında bağlantıyı koparır ve gelişmenizi engeller.
Bu söylendiği kadar kolay değil tabii. Özellikle günümüzde egonun, kendine aşırı güvenin domine ettiği bir toplumsal kültürde yaşıyoruz. Kırılganlığın gösterilmesi, iş hayatındaki tabulardan biridir. Onun yerine, emin olmasanız da her şeyi yüzde yüz biliyor gibi gözükmeniz, hatta kendinizi bile bu şekilde kandırmanız, kariyer basamaklarını daha hızlı tırmanmanızı sağlar. Piyasalarda ise bu özellikler, sonu genelde hüsran ve iflasla biten bir yoldur. Bu zamana kadar yüksek egoya sahip, her şeyden emin gözüküp de yıllarca istikrarlı, başarılı olmuş hiç kimseye piyasalarda rastlamadım.
Piyasalar konusunda görüşlerimiz değişmedi fakat daha önce FED’in son çeyrekte havlu atmasını beklediğimizi yazmıştık. Bu fikrimiz değişti. FED’in esas dönüşünü, 2023’ün birinci çeyreğinde piyasalarda görmeyi beklediğimiz büyük düşüş ve dolarda ciddi bir yükseliş akabinde gelmesini bekliyoruz. Bu havlu atmanın akademik gerekçesinin neye benzeyeceğini merak edenler New York FED tarafından geçenlerde yayınlanan “The Financial (In)Stability Real Interest Rate, R**” isimli makaleye göz atabilir.
Çok kullanılan FED pivot kelimesini fazla flu olduğu için sevmesek de pivot için üç aşamalı bir öngörümüz var:
1. aşama: faiz artışın yavaşlaması,
2. aşama: artışın durması ve piyasaların gerekirse indirime hazırlanması
3. aşama: indirim
Bu Aralık, 1. aşama için muhtemeldir. 2023 1. çeyrekte ise 2. aşamayı son aşamayı ise 2023 ikinci yarıda bekleriz.
Daha geniş bir perspektiften bakarsak, sene başından bu yana üstüne basa basa vurguladığımız gibi gelişmiş ülkelerde ayı piyasası ve enflasyonun küresel çapta beklentileri aşmasını bekliyorduk. Bununla birlikte merkez bankalarının, başta FED olmak üzere, şahince aksiyon ve söylemlere evrilmesini öngörüyorduk. Bu etkenler nedeniyle dolar, DXY endeksi bazında son 20 senenin zirvesini gördü ki şu anki konjonktürde de bir yanda DXY, diğer yanda diğer varlık sınıfları mevcut gibi düşünebiliriz. Bu noktadan sonra ekonomik yavaşlamanın da hem bizde hem küresel anlamda piyasaların daha fazla gündemine gelmesini bekliyoruz. ‘‘Ekonomilerin son durağı stagflasyon’’ şeklindeki görüşümüz de değişmedi. Dolayısıyla volatilitenin devam etmesini bekliyoruz ki yatırımcıların, bu tip dönemlerde soğukkanlı ve rasyonel hareket etmesi oldukça önem kazanıyor.
Ağustos ortasına kadar beklediğimiz yükseliş gerçekleşti ve tahmin ettiğimiz gibi ardından düşüş geldi. ‘‘Bu düşüş, Haziran diplerine kadar ulaşır’’ şeklindeki düşüncemizi de daha önce paylaşmıştık, oralara da çok yaklaştık ve son olarak altına da sarktık. Bundan sonra piyasalarda Ekim ayında en azından geçici bir dip (belki S&P’de 3500-3600 civarında) ve hem bizde hem yurt dışı piyasalarda belki birkaç ay sürecek bir yükseliş göreceğimizi düşünüyoruz. Bu borsa yükselişine emtia ve özellikle değerli metallerin ve madencilerin de eşlik etmesini beklemeye devam ediyoruz.
Bunun aynı Temmuz - Ağustos’ta gördüğümüz gibi trend karşıtı bir ralli olmasını (belki S&P’de 4000-4150 civarında) tepe yapmasını ve ayının, en geç seneye birinci çeyrek kış uykusundan kalkıp dönmesini bekleriz.
Maalesef akıllı telefon çağının belirleyici eğilimi, her şeyin hızla fiziksel gerçeklikten daha da uzağa sürüklenmesi. Bu soyutlama, basitçe "uzaklaşmak" anlamına gelir ve şaşırtıcı miktarda kişisel ve toplumsal ıstırabın birincil kaynağıdır. Gerçek ve görüntü arasındaki fark normal dünyada uzun süre kamufle edilebilse de ekonomi ve piyasalarda bu süre genelde nispeten daha kısa.
“Düşünen sınıflar, hayatın fiziksel yönünden bir şekilde uzaklaştırmışlardır. Üretken emekle tek ilişkileri tüketicilerinkidir. Önemli veya kalıcı bir şey yapma deneyimleri yoktur. Sıradan erkeklerin ve kadınların yaşadığı lezzetli, dolaysız, fiziksel gerçeklikten farklı olarak, gerçekliğin bilgisayarlı modellerinden - “hipergerçeklik” olarak adlandırılan- oluşan simüle edilmiş bir dünyada, soyutlamalar ve görüntüler dünyasında yaşıyorlar…..
…..Kontrol onların takıntısı haline geldi. Düşünen sınıflar kendilerini riske karşı -insan yaşamını etkileyen öngörülemeyen tehlikelere karşı- yalıtma dürtüsünde, yalnızca etraflarındaki ortak dünyadan değil, gerçekliğin kendisinden de ayrıldılar.”
- Christopher Lasch, “The Revolt of the Elites”
Bunun Dr. Iain McGilchrist'in modern toplumun tam anlamıyla şizofren veya otistik hale geldiğine dair teşhisiyle tam olarak örtüştüğünü düşünüyorum. Birçok şizofren, zihinsel soyutlamalarını gerçek hayata tercih etmeye başlar. Fakat soyut düşüncelerde kaybolmak, kelimenin tam anlamıyla bir cehennemdir. Şizofrenlerin yaşamı, zamanın hep kendini tekrarladığı, bedensiz, cansız, sanallaştırılmış bir varoluşu tanımlar.
Maalesef, artık canlılardan ziyade bunların büyük oranda sayısal ve verisel ölü temsillerine dayanan bir dünyada yaşıyoruz. Sanal dünyalarla meşgul olmamız, fiziksel enerji, gıda ve endüstriyel altyapıya yapısal olarak eksik yatırım yapılmasına yol açtı. Bu eğilimin tersine çevrilmesi ise muazzam bir fırsat olabilir ve muhtemelen proaktif tercihler sonucu değil, acılar ve gerçek hayatın dayatması sonucu önümüzdeki dönemde gerçekleşecek.
Açlık Oyunları üçlemesi, bir anlamda Brave New World ve 1984’ün çocuğu gibidir veya Theseus mitinin güncellenmiş bir versiyonudur. Hikayede, hayali ama ileride gerçek olması imkansız diyemeyeceğimiz bir devleti oluşturan on iki bölgenin çocukları, batıdaki bir şehirde yerleşik, uzak ve yozlaşmış bir elitin kumar ve eğlencesi için birbirlerini öldürmeye zorlanıyor. Çocuklardan sadece biri sonuçta oyunlardan canlı çıkabiliyor.
Alaycı Kuş, Suzanne Collins'in distopik “Açlık Oyunları” serisindeki romanlarının sonuncusu ve bence en iyisi. Bu kitabın öne çıkardığı konu, tiranlığı çevreleyen karanlık ve korku kültüdür. Panem'in temeli, tüm bölgelerde yarattığı korku nedeniyle felç hissi uyandırmış olmasıdır. Öğrenilmiş çaresizlik içinde bu yara günden güne büyürken, bu oyunda Petta ve Katniss'in karşılıklı sevgileri ile sisteme açıkça meydan okumasıyla yaradan içeriye ışık sızmış ve ardından gelen olaylar silsilesi sonucu korku imparatorluğu çökmüştür.
Açlık Oyunları üçlemesi, nihayetinde toplumumuzun temel anksiyetelerini yansıttığı için popüler olan kitaplar. O halde sormamız gereken soru şu; “Bu üçlemenin yansıttığı endişeler sadece hüsnu kuruntu mu yoksa gerçeklik payı var mı?”
Önceki yazılarımızda bahsettiğimiz enerji sektöründe yapılmayan yatırımlar, iklim değişikliği, toprak verimliliklerin düşmesi, gelişmekte olan ülkelerdeki nüfus artışı ve son olarak Ukrayna savaşı, gıda sorununun önümüzdeki dönem küresel bir gıda krizi olma riskini artırıyor.
En zenginlerin Mars’a kapak atma ütopyaları arasında gıda güvenliği yaklaşık 2,3 milyar insan için kırılma noktası haline geldi. Bu 2,3 milyar insan, dünyada orta veya şiddetli gıda yetersizliğiyle karşı karşıya. Bu insanların gıda teminleri güvensiz koşullarda, yani yeterli yiyeceğe erişimleri yok. 2021'e ait bu rakam, neredeyse dünya nüfusunun yüzde 30'unu oluşturuyor ve 2019’a göre 350 milyondan fazla insan demek. Bunun göç dalgalarını artıracağı da neredeyse kesin.
Beklediğimiz stagflasyon konjonktüründe tarımsal emtia fiyatlarının bir yüzde 10-20 daha artabileceğini ama daha önemlisi yapısal olarak gübre, tarımsal emtia fiyatları ve yüksek gıda enflasyonunun kalıcı hale gelmesini bekliyoruz.
Bu gıda enflasyonun yüzde 15 ve ortalama tüm harcamalarının üçte biri gıda olan gelişmekte olan ülkeler açısından daha da kritik önemde.
Gıda krizi artık milli güvenliğin de konusu olmaya başladı. ABD'nin ticaretini “dost ülkeler” ve uluslararası ilişkileri de bu eksende kurmaya odaklanması ışığında, bu konu başka ülkeler açısından ulusal bir güvenlik sorunu haline gelecek. Üretim ve tedarik zincirlerinde rekabet gücü ve kendi kendine yeterlilik, ana konular haline gelecek.
Nitekim Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşının başlamasından bu yana gıda ihracatı kısıtlamaları arttı ve şu an 20 ülke, aktif gıda ihracatı kısıtlaması uyguluyor. Gübre ihracatı kısıtlamaları da olan dört ülke var.
Konu çok önemli ve çok katmanlı, bu nedenle önümüzdeki yazılarımızda daha da detaya girerek devam edeceğiz.