Absürdizm
Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu 25 Ekim 2023’de, 2022 yılında Gezi Parkı Davası çerçevesinde, aynı başlıktaki davalardan daha önce beraat etmiş bulunan, bununla birlikte üçüncü yargılamada 18 yıl hapis cezasına çarptırılan Can Atalay’ın, “seçilme hakkı” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı” yönlerinden “hak ihlali” olduğuna karar verdi. “Yüksek Mahkeme” söz konusu ihlal nedeniyle, 14 Mayıs 2023 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisinden Hatay milletvekili seçilen Atalay’a 50 bin Türk Lirası da “manevi” tazminat ödenmesine hükmetti.
O günden bu yana da kızılca kıyamet kopmuş vaziyette.
Bu konu üzerinden bir Anayasa tartışması da başlatıldı. Bu tartışma esnasında Anayasa’da açıkça belirlenmiş hüküm ve hiyerarşilerin abes biçimlerde tartışmaya açılmasına şahit olduk. “Yargısal aktivizm” kavramının sınırlarının zorlanılarak kullanılması; Anayasa Mahkemesi’nin siyasal sistem ve yargı sistemi içerisindeki konumu; yargıda hiyerarşinin nasıl kurgulandığı; yargı sisteminin “milli”liği; hükümet sistemi “üniter, cumhurbaşkanlığı sistemli anayasal cumhuriyet” olan Türkiye Cumhuriyet’inde Anayasa Mahkemesinin kapatılmasının teklif edilmesi dahil, ancak bunlarla sınırlı olmayan, geçtim asgari hukuk nosyonunu, akıl ve mantığın sınırlarını zorlayan şekillerde kamuoyunun gündemi meşgul edildi. İş o noktaya kadar vardı ki artık Türkiye’de hâkim siyasi ideolojinin ne milliyetçilik ne sosyalizm ne liberalizm ne de popülizm vs. olmadığı; tüm bunları aştığımız ve hâkim ideolojinin siyasal “absürdizm” olarak nitelenebileceği bir durağa geldiğimiz söylenebilir. Tanımı gereği “absürdizm” kasıt içeren bir tuhaflığı anlatır. Zaten bana sorarsanız, olan bitenin içeriğinden de anlaşılabileceği gibi, tüm bunların kasıtlı olduğunu, tartışmanın taraflarının gayet bilinçli olduğunu düşünmekte bir beis de yok.
Mesela, sistemde Anayasa Mahkemesinin konumu tartışılırken Türkiye’de “Yüksek Yargı” organları arasında bir hiyerarşi bulunmadığı söyleniyor. Halbuki yukarıda tırnak işareti içerisine alarak alıntıladığım “Yüksek Mahkeme” ibaresi devletin Anadolu Ajansının 26 Ekim 2023 tarihli haberinden doğrudan alıntı! Belirtmek gerekir ki bu haber, siyaset tartışmaya müdahil olmadan ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi, İstanbul 13. Ceza Dairesinin başvurusunu değerlendirerek, Anayasa Mahkemesi’nin kararda Atalay lehine hüküm veren 9 üyesi hakkında “Anayasayı ihlal” gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmadan önce yapılmış. Zaten, Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kararının asgari hukuk nosyonuna ve normlar hiyerarşisine hâkim olan herkesi, en hafif tabiriyle, şaşırttığı çok açık. Örneğin TBMM Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş Yargıtay kararı henüz ortada yokken tam da olması gerektiği gibi: “AYM kararı ortadadır, Meclis gereğini yerine getirecektir.” demişti. Anayasa Mahkemesi kararının kesinliğinin tartışılır bir tarafı bulunsa; Anayasa hukuku, yerleşik yargı uygulamaları, norm ve haklar hiyerarşisi ve hukukun işleyişi bakımından olası başka bir gelişme zerre kadar mümkün olsa; herhalde, önemli bir siyasi tecrübeye sahip olan, TBMM Başkanının bu kadar açık bir ifade kullanması söz konusu dahi olmazdı. Kanaatimce, devlet adamı kimliği ve demokrasi konusundaki hassasiyeti bilinen Sayın Kurtulmuş, yargısal süreç bakımından alternatif güzergahların mümkün olmadığından hareketle bu açıklamayı yapmış olmalı. Kaldı ki seçimlerden sonra, Haziran ayında, TBMM Can Atalay’ı açık bulunan İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeliğine de seçmişti.
Tartışma bir Anayasa tartışması olduğuna göre doğrudan Anayasa’dan alıntılarla çerçeveyi çizmek en doğrusu. Zaten bunu yaptığınızda kimi ifadelerin laf kalabalığı dışında pek bir anlamı olmadığı da ortaya çıkıyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 152. Maddesi açıkça AYM’ye Anayasaya hükümleri konusunda bugün “yargısal aktivizm” kavramı bağlamında kendisine yöneltilen eleştiriler bağlamında kararları alma yetkisini vermektedir. Madde 153 mahkemenin “kararlarının kesin” olduğunu ve “yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri” bağladığını yazmaktadır. 158. Madde: “Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır.” demektedir. Buna göre gerçekten de yargıda bir hiyerarşi sorunu yoktur ve AYM "Yüksek Mahkeme”dir.” Burada anılanlar ağır hukuki metinler değildir ve okuyan herkes açısından da açık olmalıdır.
Demokratik bir cumhuriyette devlet yönetimi Anayasa’ya dayanır. Bunun lâmı cimi yoktur. Anayasa güçler ayrımının yapısını, yasama, yürütme ve yargı arasındaki ayrımın nasıl işleyeceğini ortaya koyan bir metindir. Ama daha önemlisi Anayasa sıradan vatandaşın refahının, malının, canının, haklarının güvencesidir. Anayasa ülkede geçerli diğer hukuk metinlerinin temelini teşkil eder. Sistem Anayasa üzerine kuruludur. Bu şekilde Anayasa devlet aygıtının birey üzerinde mevcut iktidarını sınırlar, kişi haklarını güvence altına alır. Siyasetin sivil, demokratik ve illaki özgürlükleri önceliklendiren bir Anayasa yapmak iddiasında olduğu bir ülkede, önce ilgililerin vatandaşa yargısal ve siyasi süreçlerin, eksiği gediği ne olursa olsun, mevcut Anayasa’ya uygun olarak yürütülmesi noktasında güven vermesi, bu meyanda ehliyet ve liyakatlerini açıkça göstermesi gerekir. Yoksa herkes her yeri “ben yaptım oldu” diye, en azından bir süre, yönetebilir. Yönetebilir de; bunun sonunun iyilik getirdiği pek görülmemiştir. Kısaca aziz dostlar Anayasayı bırakın bir kere delmekle bir şey olmamasını, delmeye teşebbüs etmekle dahi bir sürü şey olur. Ve bu olanların hiçbiri milletin hayrına olmaz. Milletin hayrına olmayan şeyin de milliliği hem şüphelidir hem de o tür millilikten, kime ne yarar gelir bilinmez ama, millete bir fayda gelmez.
Bu Anayasa tartışması siyasetin de ülkenin de geleceğini ciddi şekilde etkileyecek bir yere doğru evrilecek gibi görünüyor. Dediğim gibi absürdizm kasıtsız olmaz. Tartışmanın zemini bu kadar tuhaf olunca bu kastın nedenleri, amacı ve çerçevesini önemsemek gerekir. Özellikle de Anayasa gibi hassas bir konuda.