ABD’nin dünya liderliğini koruması kolay değil
Geçtiğimiz yıl geçmişe göre daha da belirginleşti. Soğuk Savaş döneminde Amerika ile Sovyetlerin belirlediği dünya düzeninin yerini bu defa ABD-Çin mücadelesi alıyor. Ancak, aklımıza eski Soğuk Savaş’ın yeni bir rakip ile tekrarlanacağı gelmesin. Sovyetler ABD’nin liderliğindeki Batı dünyası ile iktisadi alanda rekabet edecek güçte değillerdi. Zaten çöküşlerini de iktisadi kaynaklarının elvermediği mücadelelere girmek hazırladı. Afganistan’da askeri bakımdan tükendiler, uzay savaşlarında girdikleri yarışı sürdürmeye de güçleri yetmedi. Çin farklı. İktisaden giderek güçlenen bir ülke. Dünyadaki iktisadi nüfuzunu her geçen gün genişletiyor, güçlendiriyor; ABD ve müttefiklerinin tekelinde olduğu düşünülen piyasalara giriyor. Teknoloji üretiyor. Gayri safi milli hasılasının pek uzak olmayan bir gelecekte ABD’nin önüne geçeceğine kesin gözle bakılıyor.
Çin ile mücadeleye girişti, zararlı çıkabilir
Biden yönetimindeki ABD, Çin ile artık kesin mücadeleye girme zamanının geldiğine karar vermiş görünüyor. Bu mücadelesine Avrupa Birliği’ni ve diğer müttefiklerini de ortak etmek için uğraşıyor, ancak ne oranda başarılı olacağı belli değil. Bunun muhtelif nedenleri var. İlkin, dünyanın diğer önemli ekonomilerine sahip olan ülkeler ki çoğu ABD’nin Avrupa’daki ya da Pasifikteki müttefikleridir, Çin ile çok boyutlu iktisadi ilişkiler geliştirmiş durumdalar. Çin ile siyaset ve güvenlik alanlarında yönetilmesi zor bir mücadeleye girmeleri durumunda kabul etmek istemeyecekleri kadar zararlı çıkabilirler. ABD’nin Huawei ile internet altyapısı mücadelesinde müttefiklerinin bu firmadan hizmet satın almalarını tamamen engelleyememesi bir örnek olarak hemen akla geliyor. ABD’nin içinde de iktisadi ilişkilerin sarsılmasından zararlı çıkacak soya fasulyesi ve domuz yetiştiren çiftçiler ve elektronik endüstrisi gibi önemli üretim kesimleri bulunuyor. Özetleyecek olursak, Çin ile yapılacak mücadele, Sovyetlerle yapılan mücadelede söz konusu olmayan iktisadi maliyetler barındırıyor.
ABD bu rolü taşımaya devam etmek istemiyor
ABD’nin Çin ile mücadelesinde üstlenmek istediği liderlik rolünü aşındıran ikinci faktör iktisat ile ilgili değil ama belki iktisadi olandan daha da önemli. Son yıllarda Amerika, II. Dünya Savaşı sonrasında üstlendiği dünya liderliğini rolünü taşımaya devam etmek istemediğini muhtelif vesilelerle göstermiş bulunuyor. Bir süredir gelişmekte olan bu temayül Trump döneminde en keskin şekilde ifadesini buldu. Trump, ABD’nin Avrupa savunmasından çekileceğini ifade etmekten öteye, gerek Avrupa-ABD iktisadi işbirliğini perçinleyecek TTIP, gerek Pasifik’te aynı işlevi üstlenecek TPP anlaşmalarının onaylama süreçlerini durdurdu. Biden göreve gelince, ülkesinin ittifak bağlarını güçlendirmeye önem vereceğini ilan etti fakat Trump’ın sarstığı güvenin geri gelmesini sağlayamadı. Üstelik, Afganistan’dan Amerikan askerinin çekilmesinde sergilenen istisnai beceriksizlik, Amerikan liderliğine duyulan güveni iyice sarstı. Şu anda ABD, Avrupa veya Asya’dan çekilmiş değil ama her an çekilebileceği endişesi, Avrupa’nın ABD olmadan savunulabileceğini inandırıcı bulmayan Alman hükümeti katlarında dahi “stratejik otonomi” (ABD’ye bağımlı olmayan bir güvenlik sistemi diye okuyabilirsiniz) tartışmalarını teşvik etmiş görünüyor. Çin-Amerikan mücadelesinin esas cereyan ettiği Pasifik’te dahi bölge ülkeleri ABD'ye güvenemediklerinden Çin’e karşı kesin cephe almaktan kaçınmağa çalışıyorlar.
Biden hükümeti kendi içinde bölünmüş durumda
ABD'nin dünya liderliğini korumasını güçleştiren çok önemli bir üçüncü faktör daha var. ABD kendi içinde bölünmüş durumda. Ülke içinde yaşanan sert kutuplaşma, ülkenin dünya liderliğini koruyabilmesi için gereken partiler arası uzlaşma olanaklarını geçmişe göre çok zayıflatmış durumda. Başkan, bölünmüş ve koltukların iki parti arasında aşağı yukarı eşit dağılmış olduğu Kongre’nin iki kamarasından kendi öngördüğü programları geçiremiyor. Önerdiği programlardan büyük ödünler vermek mecburiyetinde kalıyor. Yürütmenin zaafı dış siyasette de hissediliyor. Bunu en yakından hisseden ülkelerden biri de Türkiye olsa gerek. F-35 projesinden S-400 füzeleri alması nedeniyle dışlanan Türkiye hava gücünün aşırı zaafa uğramaması için şu anda zaten sahip olduğu F-16’ların günümüzdeki daha gelişmiş modellerini satın almak istiyor. Anlaşıldığı kadar Biden yönetimi bu talebi makul buluyor fakat satış işleminin gerçekleşmesi için Kongre’nin de onay vermesi gerekiyor. Başını New Jersey senatörü Menendez’in çektiği Türk aleyhtarı kongre üyeleri bu satışa onay verilmesini engelleyebilir. Bu zat ayrıca Azerbaycan’ın Ermenistan tarafından işgal edilen topraklarını, Türkiye’nin de verdiği İHA desteğiyle geri almasını kabul edilemez bulduğu için yönetime durumu tahkik etme görevini veren bir maddeyi de çıkacak bir yasaya ekletmiş. Seçim bölgesindeki Rum ve Ermeni lobileri çok memnun olmuş olabilirler ama bu çizginin Amerika’nın dünya liderliği iddialarını güçlendirdiğini söyleyemeyiz. Verdiğim örneğin Türkiye ile ilgili olması sizi yanıltmasın. Sorun dünya liderliği iddiasındaki bir ülkenin başkanının giderek güçsüzleşmesi, verdiği sözleri yerine getirememesi, güvenilmez olması, önemli olaylarda insiyatif alamaması ile ilgilidir.
Evet, ABD büyük bir ülke, dev bir ekonomisi var ama dünya liderliği üstlenmesi giderek zorlaşıyor. Bu duruma yol açan faktörler ağırlıklarını hissettirmeye devam edecekler. Kendimi acaba Amerikan çağı tedricen sona mı eriyor diye sormaktan alıkoyamıyorum.