ABD’nin Çin’e dönük yeni hamlesi
Jeopolitik, küresel düzeyde oynanan bir satranca benziyor - hamleler, karşı hamleler, oyunun akışına göre değişen stratejiler. Jeopolitikte riskler şüphesiz daha yüksek: milyonlarca insanın hayatı etkilenebiliyor, yanlış bir adım bir savaşa, iyi tasarlanmamış bir strateji öngörülemeyen felaketlere yol açabilir. Geçtiğimiz hafta ABD, Avustralya’ya nükleer denizaltılar satmayı vesile ederek, Çin ile rekabetinde yeni bir adım attı; Birleşik Krallık ve Avustralya ile bir güvenlik ittifakı oluşturduğunu ilan etti. Tepkiler gecikmedi. Çin, doğal olarak, eylemin bölgedeki gerilimleri tırmandırdığını ileri sürdü ve eylemi lanetledi. Fransa ise büyük kızgınlık sergiledi, ABD’yi geleneksel müttefiklerine olan taahhütlerini terk etmekle suçladı. Her iki ülke de, kendi açılarından haklı bulunabilir. Kurulmakta olan güvenlik paktı jeopolitik güç dengesinde değişikliğe işaret ediyor, satranç masasında taşlar yerinden oynuyor. Böylece, şekillenmekte olan yeni dünya düzeninin bir tuğlası daha yerine konmuş oldu.
Bazı gözlemciler karşımızda Avustralya’nın ABD ve İngiltere’den nükleer denizaltı teknolojisi almasıya sınırlı bir silah alışverişi konusu olduğunu ileri sürüyorlar. Diğerleri bunun daha kapsamlı bir eylem olduğunu iddia ediyorlar. Bu konuda sizin düşünceniz nedir?
Kanımca bu hamlenin bir denizaltı alımına indirgenmemesi lazım. Olaya sadece silah sistemleri çerçevesinde baksak bile, nükleer denizaltıların çok üstün nitelikleri olduğu ve bölgedeki güvenlik dengelerini etkileyeceği söylenebilir. Çin’in bu gelişmeyi hasımlarından kendisine yönelen tehdidin artması olarak yorumlaması anlaşılabilir bir tavırdır.
Jeopolitik açıdan bakılacak olursa, Fransa, olayı ABD ve İngiltere ile yürüttüğü işbirliğinde bir kopuş olarak değerlendirerek, olumsuz tepki vermiştir. Bunun bir sebebi Fransa’nın yekûnu büyük bir siparişten mahrum kalması olmakla beraber, bir diğeri de gelişmeden önceden haberdar edilmemiş olmasıdır. Böylece, güvenlikle ilgili önemli bir gelişmeden de dışlanmış oldular. Bu gelişme ABD’nin dikkatini Atlantik’ten Pasifik’e kaydırdığını bir defa daha teyit ediyor. Gerçekleştirme biçimi ise, Avrupa savunmasının ABD güvenlik çevrelerinin öncelik sıralamasında alt sıraya düştüğüne dair uzun süredir duyulan kuşkuların haklılığını destekler niteliktedir.
Pekiyi, Avustralya daha öncelikli bir konuma mı gelmiş oluyor?
Gerçekten de öyle. Yakın zamana kadar Avustralya’ya baktığımızda, ABD ile Çin arasındaki rekabette dengeli çizgide yürümeye çalışan bir ülke görüyorduk. Avustralya’nın Çin ile çok kapsamlı iktisadi ilişkileri bulunuyordu. Hatta Çin’in zengin sınıfı Avustralya’da o kadar çok gayrimenkul satın alıyordu ki, hükümet endişeye kapılarak mülk edinmelerine sınırlar getirmişti. Avustralyalılar böyle bir karar vererek, Çin ile dengeli bir ilişki yürütmelerinin mümkün olmadığını, ilişkilerinde güvenlik sorununun çok baskın konuma geçmesi dolayısıyla iktisadi konuları daha alt sıraya koymaları gerektiğini benimsemiş görünüyolar.
Avustralya bir tarafı seçmiş bulunuyor. Kanada gibi diğer bazı ülkeler ise hala denge üzerine bina edilmiş ince bir çizgi izlemeye çalışıyorlar. Kanada da bu yeni düzenden dışlandı. Acaba ABD müttefiklerine “tarafınızı seçiniz” mesajı mı vermek istiyor?
Pek de ince düşünceli olarak niteleyemeyeceğimiz “Ya bizimle berabersiniz, ya da karşımızdasınız” türünden bir ABD düşünce kalıbı var. Ancak bu kalıp Amerikalıların arzuladığı mükemmeliyette işlemiyor. Kalıbın sınırlarını Soğuk Savaş sırasında Fransızların “Ben NATO’nun askeri kanadından çekiliyorum” dedikleri zaman gördük. Fransa Sovyet tehdidine karşı karada Almanya, denizlerde ise İngiltere ve her ikisinde de Amerika tarafından zaten korunuyordu. Coğrafi konumunun bir sonucu olarak , Kanada da kendiliğinden ABD tarafından korunmuş oluyor. Kanada gibi, Çin’in doğrudan tehdidi altında olmayan ülkeler, ABD’nin istediği ölçüde onunla birlikte hareket etmeyebilirler. Ancak iki tarafı da “idare etmeyi” öngören tutumları ABD ile işbirliğinin öngörüldüğü başka alanlarda da sorunlar yaratabilir.
Bazı gözlemciler, bu hamlenin ABD ile Çin arasında yeni şekillenmekte olan Soğuk Savaş’taki ilk salvolar olduğunu ileri sürüyorlar. Bu tespitlere siz de katılıyor musunuz?
Tarihe dayalı kıyaslar yaparken çok dikkat etmemiz gerekiyor. Her ne kadar Çin ile ABD arasında zor ilişkiler yaşanacaksa da, muhtelif sebeplerden dolayı bunlar bildiğimiz eski Soğuk Savaş’tan farklı olacak. İlkin, Sovyetler Amerika’nın savunduğu sosyal, siyasi ve iktisadi düzene karşı alternatif bir düzenin savunuculuğunu yapıyorlardı. Çin böyle bir misyon üstlenmiş görünmüyor. İkinci olarak, Sovyetlerle Batı arasındaki iktisadi ilişkiler önemsiz denilebilecek bir düzeyde iken, Çin ile Batı ekonomileri arasında yüksek düzeyde bir bütünleşme var. Bu ilişkileri sonlandırmak belki imkansız değildir ama maliyeti çok yüksek olacaktır.
İktisadi alanda Çin ile işbirliği yaparken, diğer yandan Batı’nın sosyo-politik dünyasına bağlı kalmaya çalışacak bir Türkiye bu çıkarlarını nasıl dengeleyecek?
Bu aslında jeopolitik nitelikte bir soru. Sanıyorum ABD ve Avrupa’nın Çin ile ilişkilerinde bir ayrışma olacak. Avrupa şimdiden Çin’i tecrit etmeyi öngören Amerikan tasavvurlarına katılmakta bir miktar isteksizlik sergilemiş durumda. Bu tutumunu sürdürmesi beklenebilir. Türkiye’nin de ABD’den ziyade Avrupa ile aynı çizgide hareket etmesi, fakat iktisadi kazanımlarını artırabileceği düşüncesiyle nispeten bağımsız bir çizgi izlemeye çalışması makul gözüküyor.