AB’de resesyon ve bize etkisi
Her ne kadar piyasalar bugünlerde doğal olarak ABD ekonomisi ve Fed’in para politikaları üzerine odaklanmış durumdaysa da, daha orta vadeli bir perspektiften bakınca asıl sorunun Avrupa olduğu söylenebilir. Evet, ABD’de enflasyon 9’u da geçerek beklentilerin epey üzerine çıktı. Ancak Fed para politikasını politika faizini (80’lerde yaptığının aksine) çok da yukarıya çekmeden ve dolayısıyla da ekonomiyi aşırı soğutmadan sürdürecektir. 2-3 çeyrek sonunda stagflasyon riskinin de ortadan kalkmasıyla ABD ekonomisinin yeniden pozitif büyümeye geçme olasılığı yüksek.
Öte yandan Avrupa açısından durum çok daha ciddi. AB’nin Rusya’ya enerji bağımlılığı çok yüksek. Ancak kısa sürede bu bağımlılığı ortadan kaldırabilecek bir sihirli formül de yok. Öyle ki AB üye ülkelerden bu kış doğalgaz kullanımlarını yüzde 15 düşürmelerini istiyor. Rusya’dan hiçbir doğalgaz akışının olmayacağı bir senaryoda ise Alman ekonomisinin yüzde 6 daralması bekleniyor. Böylece zaten yüksek enflasyon ve düşen alım gücü nedeniyle azalmış olan tüketici güvenine bir darbe de olası bir enerji darboğazı endişesinden geliyor. Tüketici olarak önünüzdeki kış ile ilgili böyle bir senaryo ihtimali belirirse kışa (fiyatların da ne düzeyde olacağını bilmeden) ister istemez son derece “ihtiyatlı” girmenizden daha doğal bir şey olamaz. Nitekim Euro bölgesi tüketici güven endeksi Haziran ayında tarihinin en düşük seviyesine gerilemiş bulunuyor. -27.30 değeriyle tüketici güveni 2008 finansal krizi ve 2020 pandemi krizinin de gerisinde.
Geçen hafta Lagarde’ın beklenenin az biraz üstünde (25 baz puan yerine 50 baz puan) faiz artırmasıyla birlikte euro dolara karşı süren değer kaybını çok az da olsa telafi etmiş gözüküyor. Ancak ileriye doğru baktığımızda “euro” için olumlu şeyler söylemek zor. Enflasyon düzeyi aynı seviyelerde olmasına rağmen bundan sonra AMB’nin faiz artırımlarını Fed paralelinde yapması çok zor. İster istemez artırımlar daha seyrek ve son tepe noktası da daha düşük olacaktır. Bu noktada sadece enflasyon ve enerji endişeleri değil, son 15 senedir zaman zaman karşımıza çıkan üye ülkelerin borçluluk konusu da önem kazanmakta.
Bu bağlamda son dönemde yeniden spot altına giren ülke İtalya. Pandemi öncesinde bile yüzde 134 ile yüksek bir kamu borçluluğuna sahip olan İtalya’nın borç oranı bugünlerde yüzde 151’e kadar tırmanmış durumda. Şimdiye kadar bu borcu ödemenin faiz maliyeti düşüktü çünkü faiz oranları AMB tarafından düşük tutuluyordu. Ancak şimdi faiz oranları artıyor ve yatırımcılar İtalya'nın bu borçları ödemekte zorlanabileceğinden endişe ediyor. Böylece 10 yıllık Alman ve İtalyan tahvillerinin getirisi arasındaki fark da 250 baz puanın üzerine çıktı. Bu son 2 yıl içindeki en yüksek fark. Geçen hafta Mario Draghi’nin istifa etmek zorunda kalması da bu ülkenin risk algısını iyice artırmış bulunuyor. (AMB üye ülkeler arasında oluşacak bu tip faiz farklarını önlemek için “transmission protection instrument” adı altında yeni bir enstruman ihdas etti. Ancak uzmanlar bunu daha önce Draghi döneminde de ortaya atılan ancak Maastricht ve diğer ortak AB kriterleri nedeniyle hiçbir zaman uygulanma şansı bulunmayan enstrumanlara benzetiyorlar.)
Maalesef, AB’de yaşanacak olan bir resesyon bizim ekonomimizi de ciddi şekilde etkileyecektir. Herkesin üstünde mutabakata vardığı nokta ister brüt, ister net hesaplansın, Türkiye’nin döviz rezervlerinin ekonomisinin büyüklüğüne göre düşük olduğu ve bu nedenle döviz dengesinin dikkatle takip edilmesi gerekliliği. Yakın dönemde TL’ye aşırı değer kaybettirilerek düzelecek olan dış ticaret dengesi sayesinde bu problemin üstünden kısa sürede gelinebileceği düşünüldü. Ancak, sonuç öyle olmadı. Dünya enerji ve emtia fiyatlarının savaş nedeniyle beklentilerin de üzerinde artması ile birlikte ithalat faturamız ihracatımızın çok üzerinde arttı. İlk 6 ayda ihracat yüzde 20 artarken, ihracat artışı yüzde 40.6 oldu! Mamafih bu dönemde ihracatımızda (Çin ve Uzakdoğu’nun da pandemi nedeniyle Avrupa piyasasına mesafeli kalmasının da etkisiyle) belirgin bir ivme yaşanmadı değil. Ancak, ihracatta ağırlıklı olarak kullandığımız para birimi euro’nun devam eden değer kaybı dolar gelirlerimizi azaltırken, Avrupa’nın (derinliğinin ne kadar olacağı bilinmeyen) bir resesyona doğru yol alması ise ihracat ivmesinin devamlılığını da sorgulatır hale geldi. Örneğin son yayınlanan mayıs ihracat miktar endeksindeki artış sadece yüzde 3.3. PMI endeksi de yavaşlayan ihracat siparişlerine bağlı olarak gerilemeye devam ediyor. Kısaca, Avrupa’da yaşanacak resesyonunun büyüklüğüne göre kış bizim için de stresli geçebilir.