300 milyar dolar nasıl gelir?
Seçim kampanyasında tartışılan konulardan biri de kimin ne kadar doğrudan yabancı sermaye yatırımı getireceği. Kırk yıldır doğrudan yabancı sermaye yatırımları Türkiye’nin büyüme öyküsünün ana unsurlarından biri oldu. Eskiden yabancı sermaye yatırımlarının ana kaygısı kârlılıktı. O yüzden daha çok teşvik vererek ya da eğitimli işgücü, altyapı gibi yatırımlarla daha verimli bir iş ortamı oluşturarak yabancı sermaye yatırımları çekebiliyordunuz. “Küresel değer zincirleri” dünyaya böyle yayıldı. Biz de otomotiv, beyaz eşya, vb. sektörlerde büyüyerek payımızı aldık.
COVID-19’dan sonra işler değişti. Üzerine bir de Rusya-Ukrayna savaşı çıktı. Çin ile ABD arasında henüz adı konmamış yeni bir Soğuk Savaş başladı. Bugün yabancı sermayenin temel kaygısı “dayanıklılık.” Artık yabancı şirketler öncelikle bir kriz durumunda işlerimi sürdürebilecek miyim diye düşünüyor. Bunun için de fabrikanın çalışmaya devam edebilmesi, hammadde tedariği veya sınırların açık kalması gibi başlıklar oldukça önemli.
Dayanıklılık sadece çokuluslu şirketlerin değil bunlara ev sahipliği yapan devletlerin de ana kaygısı. Bunu nereden anlıyoruz? Biden yönetiminin COVID-19 krizinin ortasında 2021’de yayınladığı “Sağlam Tedarik Zincirleri Kurarak Amerikan İmalat Sanayiini Ayağa Kaldırmak ve Geniş Kapsamlı Büyümeyi Teşvik Etmek” başlıklı raporu, ABD Başkanı’nın Ulusal Ekonomi Konseyi Danışmanı’nın yanı sıra Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan da imzalamıştı. Demek ki, Amerikan yatırımlarının nereye nasıl yapılacağı sadece iktisadi bir mesele olarak değil, aynı zamanda bir ulusal güvenlik sorunu olarak da görülüyor.
Bahsi geçen raporda dört sektörde tedarik zincirlerinin sağlamlaştırılmasına yönelik stratejiler ortaya konmuştu: Çip sanayii, enerji, nadir bulunan mineraller ve ilaç sanayii. Amerikan yönetimi daha sonra bunların ilk ikisinde tarihin en büyük sanayi politikası paketlerini açıkladı: Artık ABD’de çip üretimine veya iklim/enerji teknolojilerine dair yatırım yapıyorsanız alabileceğiniz kamu teşviklerinin bir sınırı yok. Teşvikler o kadar cazip ki, Avrupa Birliği de kendi kapasitesini ABD’ye kaptırmamak için rakip –ama daha küçük—paketler açıklamak zorunda kaldı. Amerikan yönetimi bu teşviklerden sonra “friendshoring” diye yeni bir kavram ortaya attı. Tam bir sene önce bu konuyu bu sayfalarda yazmıştım. Amerikalılar diyor ki, bizim için önemli olan yüksek teknolojili ürünleri ya biz üreteceğiz ya da müttefik olduğumuzdan kuşku duymadığımız ülkeler üretecek. Bu ifadeyi “Çin ile samimi olmayan ülkeler” diye de okuyabilirsiniz. Rusya ile samimiyet ise ikinci derecede sorun. Mesela Hindistan Rusya ile arayı iyi tuttuğu halde Çin ile kavgalı olduğu için geçtiğimiz ay Joe Biden’ın ev sahipliği yaptığı demokrasi zirvesine çağrıldı. Türkiye ise çağrılmadı.
Davet edilmediğimiz Demokrasi Zirvesi’nde Başkan Biden’ın açıkladığı “Demokratik Yenilenme İnisiyatifi”nin beş ayağından biri de “Demokratik İnternetin Geliştirilmesi.” Amerikalılar diyor ki, dijital teknolojiler başta demokrasinin önünü açıyordu. Örneğin, Arap Baharı’nda halk Twitter üzerinden örgütlenirken şimdilerde dijital teknolojiler otoriter rejimlerce araçsallaştırılıp rejim konsolidasyonuna hizmet etmeye başladı. Özellikle, Rusya’nın Batılı ülkelerdeki seçimlere yönelik dezenformasyon kampanyaları ya da otoriter rejimlerin internet üzerinden vatandaşların düşünce dünyasını kontrolü 2010’ların ikinci yarısına damgasını vurdu. Amerikalılar şimdilerde interneti yine “eski güzel günlerdeki gibi” güvene dayalı ve açık yapısına kavuşturalım diyor. Başka bir ifadeyle Amerikan şirketleri, internetini Çinlilerin değil Amerikalıların istediği standartlarda yöneten ülkelere yatırım yapacak. Yapay zekâ, kripto varlıklar ve daha birçok alanda dünyadaki regülatif standartlar oluşturulurken yeni paradigma böyle.
Dünya Bankası’na göre 2008’den beri dünyada “değer zincirlerine katılım” aşağı yukarı sabit kalmış. Yani eski model yabancı sermaye politikası doyuma ulaşmış. Tam tersine bugün özellikle gelişmiş ülkeler artık yabancı yatırım konusunda kısıtlamaları artırıyor. UNCTAD’a göre, dünyada yabancı yatırım önündeki kısıtlayıcı düzenlemelerin kısıtlayıcı olmayan düzenlemelere oranı %40 seviyesine ulaşarak geçen sene rekor kırmış. Bunların çoğu ulusal güvenlik kaygısı ile teknoloji ya da altyapı üzerine konan kısıtlar.
Demek ki, artık dış politika ile hem teknoloji hem de yabancı yatırım politikası iç içe geçmiş durumda. Batılılar diyor ki, kaşı gözü fazla oynayan ülkelere şirketlerimizin yatırım yapması konusunda temkinli davranacağız. Ancak güvenilir bir müttefik olduğumuza dair bir hikâye söz konusu olursa, yabancı yatırım çekmek için kurunuzu düşük tutmak, yani ucuz işgücü kaynağı olmak zorunda değilsiniz. Önümüzdeki yıllarda yabancı yatırım çekmek cambaz ipinde yürümek gibi bir iş olacak. Bakalım becerebilecek miyiz?