2025 yılında Türkiye ekonomisi için fırsatlar ve riskler
Cuma günü açıklanan milli gelir verileri ekonominin dışa dönük dengelenerek durgunluğa girdiği görüşümüz ile uyumlu. Üçüncü çeyrekte %0,2 küçülen ekonomi, önceki çeyrek rakamının da küçülme olarak revize edilmesi ile teknik bir durgunluğa girdi. Yıllık bazda bakıldığında ekonomi halen %2,1 gibi Avrupa’da çoğu ülkenin özeneceği bir hızla büyüyor. Ama geçtiğimiz yılların %4-%5 bandındaki büyümelerine göre ekonomide net bir sert iniş söz konusu. Net ihracatın yıllık %2’nin üzerinde katkısı olmasa durum daha kötü olacaktı.
Avrupa ekonomisindeki yavaşlama, kuzey ve güneyimizde tırmanan jeopolitik riskler, Çin’in öldürücü rekabeti ve uygulanmakta olan sıkı para politikası ekonomideki yavaşlamanın arkasındaki temel gerekçeler olarak gösteriliyor. Şirketler ekonomideki sert yavaşlamaya yatırım kararlarını erteleyerek, girdi stoklarını azaltarak ve emekliliği gelen çalışanların yerine daha az personel alarak cevap veriyor.
Öncü göstergeler ekonomideki yavaşlamanın dördüncü çeyrekte de devam edeceğini söylüyor. İstanbul Sanayi Odası Türkiye PMI verileri, üretimin Ekim ayında üst üste yedinci ayda da daraldığını gösteriyor. Kasım ayına yönelik sahadan gelen sinyaller daralma bölgesinde kalmaya devam ettiğimize işaret ediyor.
2025 yılında durum iyiye doğru değişir mi? Bu sorunun cevabı dünyada ve Türkiye’de enflasyonun ne hızla gevşeyeceğine, para politikasının ne kadar gevşeyeceğine ve dış ticaret savaşlarının şiddetine bağlı olarak belirlenecek.
ABD, Avro bölgesi, İngiltere gibi büyük dış ticaret ortaklarımızın para politikasını gevşetmesi dış talebi artırarak Türkiye’nin büyümesini destekleyebilir. Türkiye’nin ihracatı döngüsel ağırlığı yüksek ürünlerden oluşuyor. Merkez Bankası’nın faiz indirimleri ekonomiyi destekleyebilecek diğer gelişme. Rekor yüksek seviyelerdeki reel faizler ve kredi büyümesi üzerine konan sınırlamalar ekonomik büyümeyi 2023 yılının ikinci yarısından itibaren büyümeyi baskılıyor. Aralık ayında başlayacak bir faiz indirim döngüsü dayanıklı tüketim malları, konut gibi sektörler ile başlayıp genele yayılan bir canlanma sağlayabilir.
Buna karşın Cumhuriyetçilerin zaferi ile sonuçlanan ABD seçimlerinin, güçlü dolar, yüksek tahvil faizleri ve ABD ile Avrupa ve Çin arasındaki ticaret savaşları ile ilave riskler yarattığını hatırlatalım. Dış borcunun %58’i dolar bazında olan, ihracatının %57’sini Avrupa ülkelerine yapan Türkiye, ikinci Trump dönemindeki olası şoklara açık konumda.
Ama enseyi çok da fazla karartmayalım. İhracatçılarımız bugüne kadar küresel riskleri başarı ile yönetti. Merkez Bankası ekonomistlerinin yaptığı çalışmaya göre, Avrupa’nın ithalatında 2016-2020 döneminde %3,5 civarında olan pazar payımız, 2024 yılında %4,1 ile tarihi zirvesine çıktı. Ana metal, kimya, beyaz eşya, metalik olmayan mineraller, otomotiv gibi sektörlerde Avrupa’nın talebinin azalmasına rağmen, pazar payı kazanımı ile ihracatımızı artırabildik. Türk üreticisi yüksek finansman maliyetine ve güçlü liraya rağmen kapasite artışı ve yeni ürünlerle pazarda yerini sağlamlaştırdı.
Uluslararası bankaların yaptığı çalışmalar ABD ile Avrupa arasındaki bir kavganın Avro bölgesinin büyümesini 1 puan aşağı çekeceğine işaret ediyor. Avrupa’nın yavaşladığı bir ortamda, döngüsel ürün ihracatı yüksek olan Türkiye pazar payını artırarak ihracatını artırabilir mi? Bu sorunun cevabı Avrupa ile Çin arasındaki kavga sonunda Çin’in kaybedeceği pazardan Türkiye’nin ne kadar pay alacağına bağlı olarak belirlenecek. Asya’da bizden daha rekabetçi Güney Kore, Taylan, Vietnam gibi ülkeler, Çin’in satamadığı kapasite ile gümrük vergisini artırmamış üçüncü ülkelerde ticaret savaşına girmesi 2025 yılında hayatımızı zorlaştıracak temel konular.
Toparlayacak olursak, zorlu bir 2025 yılı bizi bekliyor. Merkez Bankası’nın Aralık ayında 200 baz puan ile başlayıp toplamda 22 puan faiz indirdiği baz senaryomuzda 2025 yılı büyümesini %3,0 olarak tahmin ediyoruz. Bu tahmin güçlü iç dinamiklerin küresel risklere rağmen büyümeyi destekleyeceği öngörüsüne dayanıyor. Küresel ticaret savaşları ve dezenflasyon sürecinin kesintiye uğraması doğal olarak tahminimiz üzerinde aşağı yönlü riskler yaratıyor. Buna karşın Trump’ın kuzeyde ve güneyde devam eden savaşları sona erdirmesi düşük ihtimalli ama yüksek etki yaratacak pozitif bir senaryo.