2023 hedeflerini neden tutturamadık?
“En büyük maliyet hedefsizliktir” ilkesi geçerliliğini koruyor. Hedeflere net bilgiyle, etkin koordinasyonla ve odaklanarak yaklaşanlar başarı hanelerine bir şeyler ekleyebiliyor. Hedef belirleyerek ilerleme çalışmalarına o nedenle sağlıklı veri olmadan karşı çıkılmaması gerekiyor.
“2023 Hedefleri” konusunda yapıcı yaklaşılmasını savunmamızın ardına böylesi bir yaklaşımın itici gücü yer alıyor. Cumhuriyetimizin 100’üncü yılına çok az zaman kaldı. Kimi zaman yüksek sesle, çoğu zaman da utangaç bir tutumla “2023 Hedeflerini Tutturamadık” seslerini duyuyoruz. Hedefler konusunu tartışırken çok farklı seslerin “zenginlik” yaratan üretkenliği yerine, disiplinsiz tartışmaların “muğlaklık” yaratmaması gerekiyor.
Hep birlikte, belli bir metotla “2023 hedeflerini neden tutturamadık?” sorusunun yanıtını aramalıyız. Önyargılarımızın, yerleşik doğrularımızın, kalıp düşüncelerimizin, kör inançlarımızın ve ezberlerimizin tuzaklarına yakalanmadan kendimizle yüzleşmeli, “yargılama” yerine “sorgulamayı” öne çıkarmalıyız.
Ülkemizin bugününü iyi anlamak ve geleceği için erişilebilir hedefler belirlemek istiyorsak, “2023 Hedeflerini” üç yönüyle sorgulamalıyız: Birikim eksiklerimiz, metot ve model eksiklerimiz, ekosistem kavrayışımız.
Önce, “toplumsal birikimlerimizin” “2023 Hedeflerini” ne yönde etkilediğini, hangi bağlamlarıyla ele alırsak üretken tartışmalar yapabileceğimizi tartışalım.
Uygarlık tasavvurumuz netleşmeli
Ülkemizde, siyasi örgütler başta olmak üzere toplum adını söz söyleme ve toplumu yönetme iddiasını taşıyanların “uyarlık tasavvurları” ile toplumun “fırsatları, tehlikeleri, olanakları ve kısıtları” arasında denge kurulabildi mi? Hedefler belirlenirken, net olarak tanımlanmış ve paylaşılmış bir uygarlık tasarımı paylaşıldı mı? Uygarlık tasavvurumuz tanımlanmamış ve net değilse; bağlantı, iletişim, çatışma, uzlaşma ve işbirlikleri alanları belirlenebilir mi? Dinamik ekosistemin etkileşiminden gerekli yarar üretilebilir mi? Uygarlık tanımı bağlamında 2023 hedeflerindeki sapmaların gelecek için ders çıkarılabilir? Sükunetle bütün bu soruları sorgulamalıyız ki, kendimize saygı gösterebilelim.
Açık yürekle, korkunun gölgesini zihinlerimize düşürmeden, kendimizi sansürlemeden cevap vermemiz gereken bir başka soru şu olmalı: “Farklı seçimleri olan ve gelecek inşa etme iddiası taşıyan liderlik eksiğimiz var mıydı?” Liderliğin önemli göstergelerinden biri hedeflere ulaştırma düzeyidir... Hedeflerimizde bir sapma varsa, liderliğin eksikliklerini sorgulamalıyız ki, gelecekte aynı yanlışları tekrarlamasına açık kapı bırakmayalım.
Toplumun temel birikimlerinden bir başkası da hayata bakış açısıdır: “Açgözlülük ve sorumsuzluk” anlayışı hedefleri tutturamamayı etkilemiş midir? İnsanlarımız, ülkenin ürettiği pastayı büyüterek payını almaya mı, yoksa toplumun yarattığı pastadan pay kapmaya dönük bir anlayış içindedir. Çoğunluk üretmeden pay kapma peşindeyse, bu tutum hedef saptırmış mıdır? Bu gibi konularda yaygın anlayışın ne olduğu üzerinde uzlaşırsak, bu anlayışın “hedefler” önünde nasıl bir engel oluşturduğu konusunda “toplumsal uzlaşma” yaratabilirsek; gelecek inşası için daha etkin çözümler de üretebiliriz.
Sloganların peşine mi takıldık?
Sorgulama gündeminde yer alması gereken diğer bir husus da “tartışma kültürümüzün kodlarını hedef sapmasına ne ölçüde etki yaptığını” netleştirmektir: “Bilgiye dayalı ciddi fikirler yerine sloganları koyduk mu?” Alt alta sıraladığımız rakamlar ve belirlediğimiz rakamsal hedefler “ciddi bir envantere” mi dayalıydı? Yoksa, “..olsa, olsa” hesabıyla mı yola koyulduk? Hedeflerimiz “ciddi bir fizibiliteye” mi dayalıydı, yoksa “niyet-odaklı” beklentilere mi?
Hedefleri belirlerken “aklımızı bir inanca, bir ideolojiye, bir bilene, babaya, kutba, hoca efendiye mi emanet ettik, yoksa deneyim ve birikimlerimize mi?”.. “İnanç özgürlüğü ile düşünce özgürlüğünü dengeleyen” bir anlayış sergiledik mi? Toplumun kutsalı olan “değerlerin” önüne sübjektif olan “kendi değer yargılarımızı” koyduk mu? “Veri-odaklı ve proje-bazlı çalışmalar” yerine, niyetlerimizi anlatan hedefleri mi tercih ettik?
İş yapma metodumuz
“Başlangıç noktasına hassas bağlılık” ilkesine uyarak, ön-araştırmaları gerektiği kadar yaptık mı? “Öngörme ve önlem alma disiplinine” uyduk mu? “Geribildirimlerle, ödünsüz gözetim ve denetim mekanizmalarını” şeffaf biçimde işlettik mi? İşyerlerimizdeki bağlı değişkenlerimizi ölçerek “küçük veriye”, işimizle ilgili dünya genelindeki “büyük veriye” erişerek, işlerimizi “analizle” mi yönettik, yoksa atadan, dededen kalma “alışkanlıklarımızla” mı? “İş yapma metotlarımızdaki eksiklerimizi” sistemli biçimde sorguladık mı?
Bir dizi rakamları alt alta sıralayarak hedeflerin neden şaştığını tartışmanın çok fazla değer üretme şansı yok. Önce “toplumsal kavrayışımızın eksiklerini” sorgulamalıyız ki, “bakış açıları boşluklarını” dolduracak bilgi, anlama ve anlamlandırma aşamalarına geçebilelim.