2023 hedeflerine ne oldu?
2023 birdenbire geliverdi. Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılı. 1920’ler nasıl bir alt üst oluş dönemiyse, 2020’lerde aynen öyle. Tıpkı 1923’teki gibi yeniden toparlanmanın hayallerini kurma yılı 2023.
Önce hesapsız kitapsız bu işin olmayacağının farkına varmalıyız, o nedenle tutmayan 2023 hedeflerine bir bakmakta fayda var yıla başlarken. İkincisi ise 2020’lerin nasıl derinden bir dönüşüm yılı olduğunun farkında olmalıyız. Geçen yılın Kimya Nobellerini “enzim mühendisliği” alanında çalışan üç bilim insanına verdiklerinden beri aklımda yer etti.
Ne kadar kapsamlı bir dönüşüm süreci içinde olduğumuzun işareti bu yeni bilim/uygulama dalı aslında. Dünya ne hızlı değişiyor? Biyoteknoloji yalnızca yenilikçi ilaçlarla bildiğimiz ilaç endüstrisini değil tüm üretim süreçlerini değiştiriyor. 2011’de yazılan 2023 hedefleri hayatın çok renkliliği karşısında nasıl da gri, nasıl da yanlış duruyor bugün? O kadar olur.
Dünyada ülkeler ikiye ayrılıyor: Yapabilenler ve Yapamayanlar. Türkiye ikinci grupta. Artık bu alt üst oluş döneminde bunu değiştirmek için çok çalışmamız lazım. Yoksa çok geç olacak.
2023 hepimizin “içinde bir iş görmenin saadeti”ni yeniden canlandırsın, neşelenelim
1923, İmparatorluğu kaybettikten sonra nasıl toparlanacağımızı cihana ilan ettiğimiz yıldı. İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat 1923 yılında daha Cumhuriyet ilan edilmeden düzenlendi. Bundan yüz yıl önceydi.
Amaç, büyük bir alt üst oluş sonrasında, koca bir imparatorluk kaybettikten sonra küçülen, küçülme ile birlikte iktisadi hayat damarları parçalanan bir devletin ekonomik toparlanma süreci yol haritasını, “milletin iktisadi misakını” ittifak halinde belirlemekti.
Kongre Reisi Kazım Karabekir Paşa’nın ifadesi ile İzmir İktisat Kongresi “müttehid bir cephe ile iktisadi misakın esaslarını müttefikan” çizerek, bu durumu “Akdeniz kıyısından cihana ilan” etti.
2023 yılında dünya yine bir alt üst süreci içinde. Mevcut küresel değer zincirlerinin yeni parametrelere dayalı olarak yeniden yapılacağı bir sürecin başlangıcındayız. “Karbon ve su ayak izi ile atık yönetimi”ne dayalı bir dizi yeni parametre şekilleniyor. Türkiye’nin bu dönüşüm sürecini atalet için izlemesi değil, adım atması gerekiyor.
2023’te de aynı 1923 ruhu ile nasıl toparlanacağımızı cihana ilan etmemiz lazım. Hem küresel hem de bölgesel dönüşümü idrak edip, Türkiye’nin bu yeni alt üst oluş sürecinden güçlenerek çıkması için bir yeni yol haritası belirlemek üzere yeniden istişare etmemiz gerekiyor.
Aynı bir asır önceki ruhla, “müttehid bir cephe” halinde, birbirimize kefil olarak, ittifak halinde gelecek asırdan ne beklediğimizi ortaya koymalı ve yeni iktisadi anlaşmamızı cihana ilan etmeliyiz. Aynı yüzyıl önce kurucu atalarımızın yaptığı gibi. Buyurun buradan yakın bakalım. Damat Ferit’ten Damat Berat’a gide gide yine aynı yere geldik doğrusu.
Çok mu zor? Hayır. “Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında/İçinde bir iş görmenin saadeti/Gideceksin.” İş ki havada hep birlikte bir iş başarmanın coşkusu olsun 2023’te. Aynı 1923 gibi. O vakit başarılı olmuştuk yine yaparız. Aynı neşe, aynı kendine güven lazım bize.
Ama doğrusu ya, bu 2023’te pek çabuk geliverdi. Nasıl? Gelin anlatayım.
2023 hedeflerine ne oldu?
Tecrübeli bir siyasetçi yıllar önce siyasette iki dönem kuralı için “takvime dayalı hedef vermekten kaçının, sonra iki dönem çok çabuk geçer anlayamazsınız” demişti. İki dönem kuralı yalan olalı zaten çok oldu. Şimdi geldik 2023’e.
Bu aralar “2023 Hedefleri”nden bahseden kimse var mı etrafta? Yok. Halbuki 2011 seçimlerine giderken etrafta bir 2023 hedefleri furyası vardı. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında Türkiye şöyle uçacak, böyle kaçacaktı. Hedefler nümerikti. 2011 yılında AKP seçim beyannamesinde açıklanmıştı. O vakit, 2023’e daha 12 koca yıl vardı. Hedeflerin nasıl konduğunu en son memur maaşlarına yapılan yüzde 25, “yok yok, yüzde 30” zamla birlikte sanırım artık iyice idrak ettik. Siz yoksa, Kanal İstanbul “çılgın projesi”nin bir başka yöntemle mi tasarlandığını zannediyorsunuz? Hadi canım.
Hatırlatayım 2023 hedeflerini: Enflasyon tek haneye inecekti. İhracatımız 500 (yazıyla, beş yüz) milyar dolara ulaşacaktı. Türkiye ekonomisi dünyada ilk ona girecekti. Kişi başına milli gelir ise 25.000 (yazıyla, yirmi beş bin) doları aşacaktı. Türkiye orta gelir seviyesinden yüksek gelir seviyesine çıkacaktı. Oldu mu? Hiçbiri olmadı.
Peki, neden olmadı? Bu dönemde mesela hiçbir ülke orta gelirden yüksek gelir seviyesine mi çıkamadı? Malum krizler filan bu geçişi imkânsız hale mi getirdi? Hayır. Dünya Bankası’nın orta gelirli ülkeler grubundan, yüksek gelirli ülkeler grubuna geçebilmek için ilgili ülkede kişi başına milli gelirin 13 bin Amerikan dolarını geçmesi gerekiyor. Biz bir türlü 10 bin dolar üzerinde tutunamadık.
Dünya Bankası kriterleri ve verilerine göre 2000’den 2021’e aralarında Macaristan, Estonya, Slovakya, Çekya ve Şili’nin olduğu tam 16 ülke orta gelir grubundan yüksek gelir grubuna geçti. Türkiye orta gelir grubunda kaldı.
2023 hedeflerinin açıklandığı 2010 yılından 2021 yılına aralarında Romanya, Uruguay, Panama, Şili ve Aruba orta gelirli ülkeler grubundan yüksek gelirli ülkeler grubuna yükseldi. Türkiye yerinde saydı.
Hatta isterseniz bir de kişi başına milli geliri 2010’dan 2021’e 25.000 doların üzerine çıkan ülkelere bakalım. Burada da Güney Kore, Estonya, Slovenya, Malta gibi bir dizi ülke var. Hatta 25.000 doların altına düşen, kötü performans sergileyen Yunanistan’da var aynı dönemde grafikte hemen görülebilecek. Ama Türkiye açısından değişen bir şey yok. Türkiye yerinde sayıyor, hangi göstergeyle bakarsanız bakın.
Dünyada ülkeler ikiye ayrılıyor: Yapabilenler ve Yapamayanlar. İyi yönetilenler ve Kötü yönetilenler. Türkiye ikinci grupta. Öndeki grafiklerde yapabilenlere bakınca ne görüyoruz. Bir kere, Avrupa Birliği(AB) süreci önemli bir parametre.
AB’nin ipine sarılan eski Sovyet ülkeleri bizim beceremediğimizi becermekle kalmıyor; üstelik bunu birinci savaştan kalma bir imparatorluktan kopunca hayat damarları parçalandığı halde yapabiliyorlar. Şimdi onların başarılı olmadığını söyleyemeyiz. Romanya’nın yaptığını biz yapamadık işte.
İkinci parametre ise doğal kaynak fiyatları sayesinde bir üst gelir grubuna sıçramak sanırım. Ama bu zinhar kalıcı bir sıçrama değil. Zaten Türkiye’nin böyle bir hayal kurması için hiçbir nedeni yok. Son günlerde memleketin her tarafından petrol çıkıyor ve medyamızın bir bölümü pek sevinçli. Nedir mesaj?
“Önümüzdeki dönemde çok çalışmaya, emek harcamaya, bilime, sanayide yeni bir dönüşüme ihtiyaç yok, havadan para kazanma devri yeniden başlıyor” mu demek istiyoruz? Dün sağa sola beton dökerek zenginleşmeye çalıştık, olmadı işte. Şimdi bu kez sağı solu delerek mi zenginleşmeye çalışacağız. O bulduğun gaz bize yetmez be, kanka. Bu gaz bizi muasır medeniyet seviyesine taşımaz.
Siz hiç enzim mühendisliği diye bir meslek duydunuz mu?
2022 yılı Nobel Kimya ödülü “click chemistry” alanında çalışanlara, enzim mühendisliğinin yolunu döşeyenlere verildi. Yaşamın temeli olan molekülleri aynı lego oyunundaki parçalar gibi birbirine bağlayıp (clicking) uzay gemisi yapmak için kullanacağımız yeni malzemelerden yeni ilaçlara bir dizi alanda gelişme sağlamak mümkün “click chemistry” sayesinde. Bir nevi, kimyayı yaşamın her alanda çözüme dönüştürme faaliyeti bu. Bir temel bilimden yeni bir mühendislik dalı ortaya çıkıyor.
Bir süredir memleketin İdari Bilimler ve Hukuk Fakülteleri’ni, Uygulamalı Bilgisayar Bilimleri adı altında toplayarak, müfredatı olduğu gibi değiştirmek gerektiğini düşünüyordum. Ve elbette artık sayısaldan öğrenci almak. Ama öyle görünüyor ki, bu değişimi bütün temel bilimler dallarında yapmak gerekecek. Hesaplama/bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler, her bilim dalındaki bulguların uygulamaya aktarılmasında alıştığımızın dışında yeni alanlar açıyor doğrusu. İşimiz çok.
Bundan böyle enzim mühendisliği diye bir meslek grubu olduğunu daha çok duyacağız. Nedir? Dün kimyasalları karıştırarak yaptıklarımızı bugün canlı organizmaların salgıladığı enzimler vasıtasıyla yapacağız. Üretim sürecinde kullanılan yeni malzemeler buradan çıkacak. Ne amaçla? Karbon ayak izini, su ayak izini küçültmek ve atık yönetimini kolaylaştırmak amacıyla elbette.
Buradan üç kıssa çıkartayım müsaadenizle. Öncelikle 1940’larda bugünkü mesleklerin yüzde 65’i yoktu. Sonradan ortaya çıktı. Yine öyle olacak. Böyle bir geçiş döneminde mezunların yeni ortamlara uyarlanabilirliklerini artıracak daha esnek bir eğitim sistemine ihtiyacımız var sanırım. Eleştirel düşünmenin, doğru soruyu sorabilmenin önemli olduğu bir sürecin içindeyiz. Eğitim sistemimiz, müfredatımız, öğretmenlerimiz bu yeni döneme göre çok katı bana sorarsanız. Sorulara değil, cevaplara odaklı bir eğitim sistemimiz var halen. Üstelik hep en doğru cevabı bildiğini düşünüyor. Yoksa YÖK diye bir saçmalık olur muydu?
İkincisi, bu yeni meslekler ve teknolojiler üretim süreçlerini ve ithalat gereklerini değiştirecekler. Bu yeni döneme hazırlık yapmak için gereken projelere şimdiden odaklanmakta fayda var. Ama başta Enerji Bakanlığı olmak üzere idarenin pek çok parçası nasıl bir sürecin içinde olduğumuzu bilmiyorlar. Öğrenecekler tabii. Ama zaman gerekecek.
Üçüncüsü, ileriki yıllar için hedef koyarken önce hesap kitabın sonra da senaryo çalışması yapmanın ne kadar önemli olduğunu 2023 hedeflerinin akıbeti sanırım gösterdi. Nedir? Siyasetçi koyduğu hedeflere, yalnızca kendi koymuş olduğu için, âşık olabilir. Ama 2023 hedeflerinin akıbeti hareketli hedefler koymanın önemini, hedeflerin sürekli olarak yenilenmeye ihtiyacı olduğunu sanırım ayan beyan ortaya koydu.
Türkiye’nin dinamik bir planlama mekanizmasına, hareketli hedeflere ihtiyacı var önümüzdeki dönemde. Şirketlerin devletleri yönlendirdiği değil, devletlerin şirketlerin stratejilerine yön vereceği bir yeni sürecin eşiğindeyiz. Yine yanlış yapmayın.
Yoksa yaşlı ve yorgun kalıveriyorsun ortada. Çağın fersah fersah dışında. Değişim o kadar hızlı.