20. yüzyıla uzanan bir Orta Çağ masalı
“Bir Orta Çağ siyasal teolojisi çalışması”: Ernst Hartwig Kantorowicz’in 1957’de basılan ve büyük övgülerle karşılanan “Kralın iki vücudu” isimli eserinin alt başlığı buydu. Övgüler o kadar büyüktü ki eser Frederic William Maitland’ın 1907’de çıkan kitabı ile karşılaştırılıyordu –değişmez klasik Domesday Book and Beyond. 1086 Domesday Book Fatih William –William the Conqueror- için yapılmış olan İngiltere’nin en büyük nüfus, meslek, vergi mükellefi taramasıdır. Orta Çağ’da eşi benzeri yoktur. Domesday denmesinin nedeni aslında kelimenin bugünkü İngilizcede “Doomsday” olmasındandır. “Doom” eski İngilizcede “Dom” olduğu için. Yani “hüküm veya yargı günü”. Buradan kasıt dini referansla dünyanın sonu geldiğinde verilecek hesaptır. Fakat Domesday vakasında kasıt dünyevi olarak verilecek hesap oluyor. Çalışmanın amaçları arasında Norman istilası (MS 1066) sonrası Normanların ne kadar araziye el koydukları ve kraliyet malikânelerinin durumunu anlamak, kimin neye hakkı olduğunu saptamak ve gelecekte ortaya çıkabilecek tartışmalarda krallığın kimin hakkı olduğunu, kimlerin nerede ne kadar toprağa sahip olan soylular olduğunu kayda geçirmektir. Domesday Book ayrıca ülkedeki tüm arazilerin değerini de hesapladı ve bunu Kral Edward’ın öldüğü tarih, mülkün son sahibinin satın aldığı tarih ve araştırmanın yapıldığı tarih olmak üzere üç ayrı değer belirleyerek yaptı. Bu tam bir döküm ve bir değerlemedir. Ayrıca bir dördüncü değer olarak gelecekteki değeri veya “hedef değeri” de belirledi. Son derece modern bir yaklaşım sayılmalıdır ve nüfusun yüzde 80’inin tarımda çalıştığı, en büyük sermayenin de toprak olduğu düşünüldüğünde bu bir milli servet (wealth veya patrimoine) ölçümüdür. Ancak servetin bir stok değişken olarak ölçümüyle yetinilmemiş, kabaca da olsa servetin getirisi (geliri) de ölçülmeye çalışılmış ve bir tür erken GSYH (milli gelir) akım değişken ölçümü denemiştir. Aynı zamanda lortlara bağlı olan özgür köylüleri de isim isim saptayarak krala doğrudan bağlılık yemini edebilmelerinin yolunu açmıştır. Bu, 1066 Norman istilası sonrası İngiltere’de vassalage ilişkilerinin Fransız usulü sert biçimde yeniden yorumlanmasına ve nüfusun soy kütüğünün çıkarılmasına da hizmet etmiştir.
Yine de Kantorowicz’in kitabı Orta Çağ siyasal düşüncesi üzerine yazılmış en önemli kitap olabilirdi –gerçi kendisine siyaset bölümlerinde değil edebiyat bölümlerinde yer buldu. Tam olarak herhangi bir disipline yerleştirilemeyecek bir kitap olduğu düşünülebilir. Eylül 1963’teki ölümü sonrasında Traditio dergisi ilk sayısını ona adamış ve kendisini büyük bir övgüyle yad etmişti. Traditio XX 1964 p. 1: «In Memoriam Ernesti Kantorowicz Viri Eximii Qui Eruditione Pariter et Humanitate Cis Oceanum et Ultra Artem Historicam Insigniter Auxit». “In memory of Ernst Kantorowicz, a man out of the ordinary, who by his erudition and his humanity enriched gloriously the art of history on both sides of the ocean.” Elbette Machiavelli öncesi İtalyan siyasal düşünce tarihini de –mesela Marsilio da Padova’nın Dante’nin ölümünden üç yıl sonra 1324’de çıkan müthiş kitabı Defensor Pacis, Hıristiyan Kabbalah’sından 17. Yüzyıl başında Bohemya’da “kış kralına” götüren Christian Rosenkreutz heyecanının politik çıkarımlarını da hesaba katmak gerekiyor. Ayrıca La Divina Commedia’yı (İlahi Komedya) yazmakla kalmayıp, aynı zamanda Machiavelli öncesi dönemin en önemli siyaset düşünürleri arasında sayılması gereken Dante’yi, siyaset teorisi kitaplarıyla da ele almak gerekiyor: De Monarchia ve Convivio.-
Zamanla Kantorowicz de eleştirildi; fakat kitabının klasik niteliği değişmedi.- Ama çalışmanın işaret ettiği yön herkesin hoşuna gitmemişti. Kitap tonla referansa ve ampirik kanıt oluşturmayı amaçlayan alıntılara rağmen aslında zekice örülmüş bir mitler yumağının açıklanmasından mı ibaretti? Fazla spekülatif olmakla kalmayıp fazla kişisel miydi? Acaba tarihten ziyade kültür araştırmasına veya tarih-kurguya mu kaymıştı? Hatta acaba bazı bölümlerde Almanya’dan kalan eski tanışıklıklara veya karşıtlıklara gönderme mi yapılıyordu? 1950’lerin Princeton’daki Kantorowicz’i hala 1930’ların Alman hayaletlerini mi kovalıyordu? Mesela Nazizm’e yatkın olan “muhafazakâr devrimci” Carl Schmitt ve Kantorowicz ideolojik açıdan akraba mıydılar? 1950’lere gelinmişti ama bu iki isim görünüşte alakasız kitaplarında hala birbirlerine cevap mı yetiştiriyorlardı?
Paul Monod’nun dikkat çektiği gibi Kantorowicz’in 1920’lerde ne yaptığını çok iyi bilen siyaset bilimci Edgar Salin’in ölümü sonrası yazdığı yazı yeterince açıklayıcıydı. Kantorowicz’in de ikili yanı, “two bodies”, vardı ve trajik yanı Alman kimliğinde bulunuyordu. Burada şaşırtıcı bir durum olmamalı çünkü kişinin ve eserinin ayrılıp “iki vücut” sembolizminde yeniden birleşmesi, yani “two bodies” kavramı, 20.Yüzyılda tamamen sekülarize edilirse sadece “ölmeyen krallara” değil –Rex nunquam moritur- kalıcı eser bırakmış herkese ve elbette yazarın kendisine de uygulanabilir. Ayna etkisi; imitatio imperii ve imitatio sacerdotii. Esasen ait olduğu militia doctoralis bünyesinde Kantorowicz’in kendisini doğallıkla sacerdos olarak görmesi yüksek olasılıktı. Yani Salin’e göre trajikliği Alman kimliğine dayalıydı ama büyüklüğü Stefan George çevresine ve George’un ideallerine bağlılığında yatıyordu. Salin (1964: 553): „Im Georgischen liegt die Größe, im Deutschen die Tragik von Kantorowicz und von seinem Werk… “. Burada ima edilen şey sadece kurgusal –hatta mitik- „Seinen Kaisern und Helden/Das geheime Deutschland“ referansından ibaret değildir. Basitleştirmemek için “çevrenin” başka bir şey olduğunu, hatta Stefan George’un swastika amblemiyle gelecek ve yeni Alman devletini kuracak Führer’den bahsettiği –bu kadar mı denk düşer- 1921 tarihli şiirinde bile Hitler’i kastetmediği –hatta belki de o sırada tanımadığı- açıktır. Yani ne George çevresinin bileşimi ve niteliği bu kadar basit biçimde anlaşılabilir, ne de bahsettiğimiz referanstan “ibaret olmama” hali doğrudan Hitler’e intisap etmiş olmakla ilgilidir.
Stefan George çevresinin orijininde mistik bir güneş –veya güneş-din- amblemi olan swastika sembolünü daha 1916 yılında Das Neue Reich için ortaya atmış ve yayınlamış olması bu çevreye yakın olanların geleceğinde –genellikle olumsuz- bir rol oynamış olmalı. İlginçtir „George-Kreis“ çok sayıda Yahudi entelektüelini de barındırıyordu çünkü 1916’da Almanya muhtemelen anti-semitizmin en az olduğu Avrupa ülkesiydi. “Çevrenin” Weimar aleyhinde ve dolaylı olarak bir Führer’in gelişi lehinde yayın yaptığı açık olmakla beraber ne Kantorowicz Nazi olmuştu ne de tüm Yahudi olmayan “çevre” üyeleri Hitler’i kolayca içlerine sindirebilmişlerdi. Onların Führer diyebilecekleri kişi Kantorowicz’in yarattığı mitik-romantik-saklı Almanya’yı temsil edip yüceltecek yeni bir Friedrich der Zweite olabilirdi ancak, ırk saplantılı bir Avusturyalı onbaşı değil.
Elbette 1933 sonrası Hitler’i benimsedikleri söylenebilir –ki bu sırada Stefan George İsviçre’de ölmüştü. Zaten 1933 sonrası Hitler’i Almanya’da kim benimsememişti ki? Ancak ne “çevrenin” 1930’lardaki macerası ne Schmitt ile ilişkiler Kantorowicz’in çalışmasının her on yılda bir başka bir ekol tarafından mercek altına alındığı ve kolay eskimediği gerçeğini değiştirmiyor. Parça parça evet, eskiyor. Ama bir aura var ve o hala kalıcı. Saklı olanı bulup çıkarmak veya gösterilmeyerek kenara atılanı öne sürmek ihtiyacı bir Alman geleneği olmalı; Marx’ta da var.