14 Mayıs Seçimleri ve ekonomi politikalarının geleceği

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

Doç. Dr. Ata Özkaya -Galatasaray Üniversitesi İktisat bölümü Öğretim Üyesi

Ekonomi politikalarını değerlendireceğimiz zaman, bunu belirli bir dönemde yapılmış durgun bir kararlar bütünü olarak ele almamamız gerekmektedir. Aksine, ekonomi politikaları zamanda değer alan birçok büyüklüğün yani süreçlerin birlikte belirli “bir amaç doğrultusunda yürütülmesi” ve yürütülebilmesi için gerekli bütün tedbirlerin alınması şeklinde düşünülmelidir. Bu haliyle, ekonomi politikalarının çok-boyutlu zaman serileri olarak düşünülüp modellenmesi gerekmektedir.

Dikkat edilirse, yukarıdaki tanımda “bir amaç doğrultusunda yürütülmesi” şartı vardır. Bu bize, bir ekonominin yüksek refaha ulaştırılabileceği gibi, uzun-dönem düşük refaha mahkûm kalabileceğini de işaret eder. Peki, bu iki uç durum nasıl mümkün olabilmektedir? Politika yapıcılar-hükümetler, ekonomik süreçlerin amaçlarını tüm ekonomik ajanların refahını artıracak optimal-seviyede gerçekleştirmezlerse, farklı siyasi hedefe yönelirlerse ekonomide refahın azaldığını, servet birikim hızının düştüğünü, yoksulluğun arttığını ve yayıldığını görürüz. Bunun iki temel nedeni şudur:

i.) sermaye birikiminin verimli düzeyde-kararlı halde sürdürülememesi, sermaye hizmetleri kümülasyonunun yavaşlaması,

ii.) fırsat eşitliğinin erozyona uğraması, katma-değeri küresel ölçekte yüksek bilgi üretilememesi ve işgücü gelirlerinin düşmesidir.

Ekonomik büyüme seviyesi bu süreci açıklamakta gerekli ama yetersiz bir ölçü olarak kalır. Kayıt-dışı ekonominin gelişimi ve ekonomi-yönetim çerçevesinin şeffaflığını yitirmesi bütün bunların şiddetini yükseltir.

14 Mayıs Seçim sonuçları, seçim sonrası dönemin ekonomi politikalarını kesin olarak belirleyecektir. 14 Mayıs öncesi ekonomi politikaları da seçimin sonucunu tayin edecek bileşenlerin arasında gelmektedir. Bu yüzden yanıtlamamız gereken sorunun ne olduğu açıktır: 14 Mayıs öncesi ve sonrası birleştirildiğinde, ekonomi politikaları 14 Mayıs öncesi belirlenen “amaç doğrultusunda” devam mı edecektir, yoksa seçim sonucuna bağlı bir “amaç değişimi” ve buna bağlı uygulama değişimleri mi yaşanacaktır? Bu soruyu yanıtlamamız için 2018 sonrası ekonomi politikasının temel amacını tespit etmemiz gerekmektedir.

1- Finansal açıklığı azaltmak için uluslararası piyasada Türk Lirası-ABD Doları işlem hacmi oldukça daraltılmıştır.

2- TCMB rezerv yönetimi dolar/TL kurunu sabit tutmak üzere uygulanmıştır.

3- Bankacılık sisteminin kredi ve mevduat politikalarını yönetebilmek, döviz/TL talebini kontrol altında tutabilmek için (mevduat + devlet tahvili) maksimize ettirerek, döviz alımına minimum kredi aktarılmasını sağlamak yönlü makro-ihtiyati düzenlemeler getirilmiştir.

4- Hazine’nin ve -yüksek kamu ihalesi alan-yüklenici firmaların bankacılık sisteminden görece ucuza ve yüksek borçlanmasını sağlamak için faiz patikası belirlenmektedir.
Bütün bu kalemler, ekonomi politikasının temel amacına işaret etmektedir. Bizim ekonomi politikasının temel amacını gözlediğimiz bu bileşenlerin arkasında ise siyasi hedef ve istekler bulunmaktadır. Bu siyasi hedef ve istekler aynı zamanda;

i.) Dış politika bileşenlerinden oluştuğu için ve bununla nedensellik gösteren kapsamlı

ii.) “Toplumsal dönüşüm” hedeflediği için yazımızın kapsamını aşmaktadır ve başka bir yazının konusu olmasını öneriyorum.

Finansal piyasalardaki beklentileri açıklayarak analizime devam edeceğim. Bugüne kadar oluşan beklentiler iki ihtimal üzerinde yer almaktadır. Bunlar: Mevcut hükümetin devamı ve muhalefetin seçimi etkin-kazanması. Finansal piyasalardaki görüş, her iki durumda da önünde sonunda Ortodoks ekonomi politikalarına dönüş olacağını kestirmektedir ve karar vericiler beklentilerini, yatırım kararlarını bu geçişin sadece bir zamanlama sorunu olduğunu düşünerek şekillendirmektedir. Muhalefet kazandığında Ortodoks politikalara dönüşün daha çabuk olacağına inanılmakta ve küresel finansal sistem ile kısa sürede tekrar eklemlenileceğine olasılık verilmektedir. Bunun bir alt durumu olarak ise, iktidar-muhalefet görev değişimi sırasında geçecek minimum iki haftalık zaman dilimini belirsizliğin yükseleceği, özellikle kur süreçlerinde yüksek dalgalanmaların olacağı bir zaman aralığı olarak değerlendirmektedir.

Olasılık dağılımını objektif olarak atamanın mümkün olmadığı böyle durumlar, matematik olarak “risk altında karar verme” olarak değil, “belirsizlik altında karar verme” sorunu olarak ele alınıp değerlendirilirler. Ben de bu yönde devam edeceğim. Finansal piyasaların sadece ekonomi ve finansal düzlemdeki bakış açısı ile Ortodoks politikalara er-geç dönüş beklentisinin temelsiz olduğunu değerlendiriyorum: Mevcut hükümetin devamı durumunda Ortodoks politikalara dönüş gerçekleşmeyebilir. Bunun nedenleri şunlardır:

i.) Yukarıda değindiğim gibi ekonomi politikalarının arkasında uzun-dönemli siyasi hedef ve isteklerin olduğu, bunların Ortodoks ekonomi politikaları ile ne ölçüde uyuştuğu-çeliştiği,

ii.) Bugüne kadar kullanılan para politikası uygulaması olan “liralaşma stratejisinin” yukarıdaki dört maddenin tamamını yönettiği ve spekülatif döviz talebini kontrol etmeyi-minimize etmeyi amaçladığı,

iii.) uluslararası siyasi ilişkiler çerçevesinde benzer yönetim sisteminde olan “dost” ülkeler ile swap anlaşmaları yapılarak döviz arzı sağlandığı iv.) aynı zamanda (Rusya ile ticaret ve bölgesel ticaret) efektif döviz akımının bankacılık sistemi dışında Kapalıçarşı gibi kanallardan devam etmesi ve bunun sadece net-hata noksan ile ifade edilen kısmının bankacılık sistemi kayıtlarına girmesi; kalan kısmının TL genişlemesinde ve döviz fiyatı ayarlamasında kullanılması. Özellikle dördüncü maddenin devamı, çoklu-dengenin “sürdürülebilmesini” sağlamakta, aynı zamanda döviz likidite krizini engellemektedir. Matematik olarak incelendiğinde kur süreçleri dinamiğinde kaosun oluşumunu, yüksek sapmayı ve ıraksamayı şimdilik engellediğini gözlemleyebiliriz. Bütün bu uygulamaların getirisi, hükümetin, hazinenin ve TCMB’nin perspektifinde şu şekilde oluşmaktadır: yüksek iç borçlanmada ekonomik bedelin sadece “enflasyona” indirgenerek, dış şokların etkisi en aza düşürülmüştür. Böylece de uzun-dönemli siyasi hedef ve istekleri gerçekleştirebilecek kaynak oluşumu sağlanmaktadır, seçim de bu sürecin ilk adımıdır. Bu yöntemlerin yumuşak karnı, faizlerin artırılmasıdır.

Elimizdeki veriler ışığında şu öngörüyü yapabiliriz: Eğer politika faiz seviyesi şu an %30-35 aralığının üzerine çıkarsa, hazinenin ucuza borçlanmasının (yukarıdaki 4. madde) ekonomik maliyeti getirisinin üzerine çıkar. Bu neden ve göstergeler, hükümet değişimi olmadığında ekonomi politikasının çok küçük değişimler dışında süreceğini bize göstermektedir. Kaldı ki, seçmenin mevcut hükümeti seçmesi durumunda, hükümetin de politikalarına onay verildiğini düşünmesi ve değiştirmek yoluna gitmemesi beklenebilir.

Muhalefetin kazanması durumunda ise, Ortodoks politikalara dönüş ya da normalleşmenin gerçekleşeceği beklenmektedir. Bunun yukarıda açıkladığımız ilk dört maddedeki uygulamaların tersine çevrilmesi yani finansal sistemin küresel açıklığının artırılması demek olacağını hemen söyleyebiliriz. Bunun da iması, yabancı yatırımcının tekrar ülkemiz piyasalarına yönelmesidir. Burada izlenecek yolda atılacak adımların sıralaması hayati önemi haizdir. Öncelikle, kur süreçlerinin dengelenmesi; makro-ihtiyati tedbirlerin azaltılmasına, spekülatif döviz talebinin tekrar oluşmasına, yabancı girişine bağlı olarak döviz piyasasında yeni denge kümesinin oluşumuna temellendirilecektir. Bu yeni fiyat düzlemi demektir. Ancak ve ancak, bu oluştuktan sonra faiz patikası için belirli bir değer aralığı çizilebilir, anons edilir. Bu zaman dilimi, sözlü yönlendirme yöntemi kullanılarak faiz patikasında daha geriden gelinmesini gerekli kılmaktadır. Bu sürecin 2024 başına kadar (FED’in faiz indirimine geçebileceği dönem) uzayabileceğini öngörebiliriz. Yoksa, önce faiz patikasından başlanırsa, kur piyasasında oluşacak dalgalanma para politikasının güvenilirliğini daha ilk başta tehlikeye sokar. Geri beslemeli olarak, faizlerin daha da artırılmasına yol açar. Bir diğer yandan, kur piyasasındaki dengelenmeye bağlı olarak reel sektörün üretim, ithalat ve ihracat tercihlerinin de eşgüdümlü yönlendirilmesi gerekecektir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Yeni yılda yeni zamlar 23 Kasım 2024