Arnica Yönetim Kurulu Başkanı Senur Akın Biçer: İmkansız diye bir şey yoktur
Arnica Yönetim Kurulu Başkanı Senur Akın Biçer, “Bugün imkânsıza inanmıyorum, bakmasını bilmiyorsunuzdur veya seçeneklerinizi iyi değerlendirmemişsinizdir.” diyor.
Babasıyla fabrikada çalışmaya başladığında henüz 14- 15 yaşlarındaydı, Senur Akın Biçer. Liseyi bitirdiğinde ise ilk işi kalıphanede kesme kalıbı yapmaktı. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciyken gittiği iş görüşmesinde yaşadığı hayal kırıklığı ile henüz 19 yaşındayken hayata dair büyük dersler çıkardı. Babasının azmi ve nasihatleri ile kendi hayat tecrübeleri de birleşince “Bugün imkânsıza inanmıyorum, bakmasını bilmiyorsunuzdur veya seçeneklerinizi iyi değerlendirmemişsinizdir” diyor.
● Gerek iş gerek sanatsal çalışmalarınız sebebiyle dünyayı geziyorsunuz. Yurt dışında unutamadığınız bir iş seyahatiniz oldu mu?
1994 yılında özel izinle Çin’e gittik, çünkü o dönemlerde Hong Kong’a gidebiliyorduk, ancak Çin’e vize almak imkânsızdı. Rahmetli babamın da şöyle bir düsturu vardı: “Bir yere iş yaptıracaksan iş yaptığı yeri göreceksin, iş yapış şeklini yerinde inceleyeceksin.” Gösterişli yemeklere götürebilirler, göz boyamaya çalışabilirler. Ancak içeride bir sistem vardır, onu yerinde görmek isterdi. Püf noktalarını söylerdi babam. Bir yere girdiği zaman bu insanlar nasıl çalışıyorlar, belirli bir düzen var mı vs. bunlara bakardı.
Öncelikle ulaşım çok ilginç oldu. İndiana Jones filmindeki gibi bir an yaşadık. Garip bir otobüsle, tavuklarla seyahat ettik. Bir kişi arkadan saçımı kesmeye başladı. Sanırım saçlarım kızıl renk olduğu için ilginç geldi ona. Bize eşlik eden kişi “Önünüze dönün, bir daha yapmaz” dedi, ancak saçı kesen başka şey de yapabilir diye tedirgin olduk. Toprak bir yoldan ilerliyorduk. Yolun kenarlarında üzerinde proje resimleri bulunan billboard benzeri tabelalar vardı. Orada yapılması planlanan yollar, fabrikalar, yüksek binalar vs. Babama “Bunlar, bu projeleri yapacaklarmış, ne kadar zamanda yaparlar” dedim. “Muhtemelen 30-40 yılı bulur herhalde” dedi.
Elektronik parça üreten bir fabrikaya gittik. Ürünlerimizde kullanmak üzere elektronik parça satın alacaktık. Babam fabrikayı gezmek istedi. Fabrikadaki çalışma şartları çok iyi değildi, bir disiplin vardı ama insanları yığma şeklinde yatakhanelerde yatırıyorlardı. Herkesin bir eyaletten bir eyalete seyahat etme özgürlüğünün olmadığı zamanlardan bahsediyoruz. Yemek olarak paslı bir varilden yeşilimsi sulu bir şey veriyorlardı. Üç haftada bir gün tatil günleri varmış. Ücretlerden bahsetmiyorum bile. Akşam çıkış yapmak zorundaydık çünkü o şekilde izin alınmıştı bize. Yıllar sonra 2000 ya da 2001 yılında önce babam gitti ve oradan beni arayarak, “Buraya gelmelisin. İnanılacak gibi değil, gördüğümüz yerler yapılmış. Gökdelenler var burada” dedi. Çin’in Guangzhou bölgesinden bahsediyorum. Daha sonra oraya ben de gittim Yaptıklarına, gelişim hızlarına inanamadım. Çok iyi organize olmuşlar ve devletten de yardım almışlar.
1.080 TANE KUMANDA ŞALTERİNİ TEK TEK SÖKTÜK
İş hayatınıza dair ilk tecrübelerinizde sizde yer eden anılarınızı anlatabilir misiniz?
Senur’un ilk ihracatını yaparken önüme yine yabancı dilde metinler geldi. Bir 40’lık konteynerde İsrail’e mutfak robotu ihraç edecektik. Bir yandan evrakları ayarlıyordum ama İsrailli müşteriye de söylüyordum. Bizim ilk ihracatımız olduğu için bu konuda bize yardımcı olmasını istiyordum. Çünkü ihracatla ilgili ne hazırlamamız gerektiğini anlamaya çalışıyordum.
Buradaki bankalara sordum. Bankalar bile bilmiyordu. 1993 yılından bahsediyorum. Karşıdaki kişi de beni “Nakliye firmasını ben arıyorum ama sana da nakliye firmasının telefonunu veriyorum. Sabaha kadar her şeyi ayarlayın yoksa ambara gidemeyecek, gümrüğe gidemeyecek” diye uyardı. Muhtemel bazı problemleri de söyledi. İlk defa ihracat yapacaktık.
Zaman zaman ufak tefek fason işleri veriyorduk. Nakliye firması bizi ikaz etti, “40’lık konteyner yolluyoruz ama mutlaka ölçülerinizi kontrol edin” diye. Bazen 10 cm bile çok şey fark ettiriyordu. Evrak da ona göre hazırlanıyordu tabii. Ben gerekirse 200 tane fazla olsun mantığındayım, bir sonraki sipariş olur. Yeter ki eksik olmasın diyorum.
Ben gün içinde evraklarla uğraşırken üretimde kumanda şalteri ile ilgili problem varmış, onu çözmeye çalışıyorlarmış ve bunu bana henüz söylememişler. En son bana karşıdaki adamcağız “B/L göndermeyi unutma” dedi. B/L ne bilmiyordum. Ben buradaki evraklarla boğuşurken, saat 7-8 gibiydi, içeri geçtim, baktım ki bir sorun var. Sabah 8’de konteyner gelecekti. Bizim kumanda şalterleri çalışmıyordu. “Allah’ım ne yapacağız ne edeceğiz çalışmıyorsa, bir de söz verdik” dedim. İlk ihracatımız olduğu için nasıl terliyoruz bilemezsiniz. Herkes heyecanlıydı. Baktık ki problem kumanda şalterlerinde, onların tek tek sökülmesi lazım. 1.080 tane kumanda şalterinin tekrardan sökülmesi lazım. İçinde bir şey yanlış yapılmış, o dönemdeki üretim sorumlumuz, “Sorun bu. Bilyeleri ters koymuşlar” dedi. Oturup biz yapacaktık, başka çare yoktu. 1.080 tane ürün vardı. Ekip olarak 23 kişiydik, nasıl unuturum. Hepsini tek tek açtık. Saat 5 oldu, kumanda şalterlerini tamir ediyor, üretim bandına veriyorduk, ürün üretiliyor ve kontrolleri yapılıyordu. Saat 7 buçuk gibi konteyner geldi, olanları yükledik. Son 100 tane falan kalmıştı onlar da yüklenirken onları da ürettirdik. Sabaha kadar fabrikada hep beraber şarkı türkü söyleyerek ürünleri yetiştirdik.
“ÖZGÜRLÜK KADAR DEĞERLİ BİR ŞEY YOKTUR”
● Rahmetli babanızdan iş hayatına dair aldığınız dersleri dinleyebilir miyiz?
Ortaokul yıllarındaydım. Türkiye’de yüz yılını doldurmuş bir dikiş makinesi markası babamdan motor yapmasını istemiş, pedallı bir makineydi, o zaman yeni çıkarıyorlardı bu motoru. Babam bakmış etmiş, tamam yaparım da bu motor sizin için çok uygun değil, siz bunun geri dönüşünü fazla alırsınız demiş. Amerikalı ekip gelmiş, onlara da babam “Yaparım bu işi ama bunu düzelterek yaparım, bunu bire bir yap derseniz yapmam çünkü benim başımı yakarsınız sonra” demiş. Adamlar gülüp peki yap bakalım demişler, meydan okumuşlar ona. O da yapmış gerçekten, düzeltmiş ve ortaya bir buluş çıkarmış aslında. Tabii bu durum firmanın hoşuna gitmiş ve babama iş teklif etmişler. Belli ki sen burada iyi bir mühendissin, burada bir yerin var ama seni Amerika’ya
alalım, sana bir yer verelim, senin idarende olsun, sana, ailene sınırsız vize ayarlayalım şeklinde güzel bir paket sunmuşlar babama.
Babam akşam geldi tabii geç saate kadar da çalışıyordu. Eve geldiğinde beni uyandırıp, “Biliyor musun? Ne yaparsan yap, hayatta özgürlüğünden asla vazgeçme” dedi.
Tam neden bahsettiğini anlayamamıştım önce. Sonra kendisine yapılan teklifi anlatarak verdiği kararın gerekçesini açıkladı, “İnsanın özgürlüğü kadar değerli bir şey yoktur, ben özgür olmazsam bu buluşları yapamam, ben birisine bağlı olursam yaratıcı olamam” dedi.
● İşin mutfağında yetişmişsiniz.
4-15 yaşından itibaren fabrikada çalışmaya başladım. 18 yaşımı yani liseyi bitirdiğimde burada ilk işim kalıphanede kesme kalıbı yapmaktı. Sonra montajda çalıştım, bantta çalıştım. Mühendislik eğitimimi babamdan aldım diyebilirim. 18-20 yaşlarında kalıphaneye indiğimde oradaki ustalar beni reddettikleri için değil ama, “Bu kız çocuğu Hasan Bey, ne yapıyorsun, eli gözü yaralanacak sonra evlenemeyecek” dediklerini çok iyi hatırlıyorum. Lehim yapıyorduk, babam lehim yaptırıyordu. Bir seferinde gerçekten hastanelik oldum. Sonra annem bu çocuğu öldüreceksin dedi babama. “İlk çocuk benim, öğrensin dedi babam. İşte böyle böyle öğrenecek, bir daha o kokuyu koklamaması gerektiğini bilecek ve diğer insanların da koklamaması için önlemler alacak, bu olgunluğa öyle ulaşacak” demişti. Bu çok önemli bir dersti benim için.
19 yaşında karar verdim çok yönlü olacağım diye
Üniversitede okuyordum, billboard’da bir duyuru gördüm, tercüman aranıyordu. Başvurup tercümanlık yapmaya karar verdim. Boğaziçi Üniversitesi’nde okuduğum için özgüvenim de epey yüksekti. Görüşmeye gittim, önüme bir metin verdiler. Baktım, baktım ama hiçbir şey anlayamadım. Kimya ya da matematik olsa çözerdim ancak resmi bir dille yazıldığı için hiçbir şey anlamıyordum. Hayatımda ilk defa kendimi duvara toslamış hissettim. Düşünsenize daha 19 yaşındasınız. Bir hafta hayata küstüm. Tabii buradan dersler de çıkardım: Birincisi iyi bir okula girmek demek insanın gerçek hayattaki başarısını belirlemiyor. İkincisi, daha çok çalışacaksın ve çok yönlü olacaksın. 19 yaşında karar verdim, çok yönlü olacağım diye. Okuldaki öğrencilik hayatımda da farklı dersler aldım, ekonomi bölümünden dersler aldım.
Mutlaka bir çözüm yolu vardır
Babam makine mühendisiydi ve gerçek anlamda bir mucitti. İşi makine yapmak değildi ama ithalatın çok da kolay olmadığı dönemlerdi. Üretimde kullanacağı makineler için gider, iyi makinelere bakardı ve oturur kendi makinesini yapardı. Bizim kendisinin yaptığı çok güzel motor hatlarımız vardır hâlâ. Babam deneme, yanılmayı bıkmadan usanmadan yapardı. Ondan öğrendiğim en önemli şey, bütün olasılıkları üşenmeden deneyeceksin, uzun vakit alıyor gibi gözükse de yılmadan uğraşacaksın. Mutlaka bir çözüm yolu vardır, imkansız diye bir şey yoktur. Sanayicinin gerçekten imkânlarının kısıtlı olduğu bir dönemde, bir mıknatıs lazım olmuş babama, bir ürün imalatı için. Piyasadan bir sürü hoparlör toplamış, içlerindeki mıknatısları toplayarak ürün yapmış kendisine. Yani o yüzden de çözümün nerede olduğunu bilemezsiniz, kimin aklına gelir ki hoparlörün içindeki mıknatısları toplamak. Gidip 1.000 tane hoparlör almak, hepsini tek tek söküp mıknatıslarını almak. Bugün imkânsıza inanmıyorum, bakmasını bilmiyorsunuzdur veya seçeneklerinizi iyi değerlendirmemişsinizdir.