Yazı masamda dönüp dönüp baktığım hatıralar saklı
Yazar Ece Erdoğuş Levi ile üzeri objeler, defterler ve kalemlerle dolu yazı masasının başında, doğal olarak sevgili dostum Mario Levi’nin de isminin sık sık geçtiği hatıralara, yolculuğa çıkıyoruz.
FARUK ŞÜYÜN
“Bu masa, bana bir kitap hediyesi olarak geldi” diye anlatmaya başlıyor Ece Erdoğuş Levi, “Dördüncü romanım Her Şeyi Baştan Anlat’ın (2018) yayımlandığı günlerdi. Biz, Mario ile eskicileri ve antikacıları gezmeyi çok severdik. Onlardan birinde bu antika Fransız sekreter masasını gördüm ve bayıldım. Çok büyüleyici bir objeydi. Kenarlarının kıvrımları, içindeki minik çekmeceleri her şeyi çok hoşuma gitti, bende bir mücevher duygusu uyandırdı. Mario’cuğum da ‘bu masa, benim sana bu kitabın için hediyem olsun’ dedi. Kim bilir kimler kullandı, hangi evlerden geçti, nasıl geldi bu topraklara?”
Kitaplarını yazdığı dolmakalem masanın üzerinde, defterlerinin yanında, o da bir hatıra: “Bu dolmakalem Mario’nundu. İlk romanım yayımlandığında ‘artık senin’ diyerek hediye etti.”
Mario’nun biriktirme merakını biliyordum, Ece Hanım da öyleymiş:
“Ben, ailenin kirli çıkısıyım. Mario da öyleydi. Ailede kimin nesi varsa takip etmiş, onların yitip gitmesine izin vermemiş. Meselâ, babaannesinin, annesinin şampanya kadehleri bizim evdedir.”
Ruj büyüklüğünde bir objeyi gösteriyor:
“Anneannemin dolmakalemi. Basit bir şey, ama benim için çok değerli, birçok anıyı hatırlatıyor.”
Masanın üzerinde, çekmecelerde dolmakalemler, normal kalemler… Bir renk tercihi olup olmadığını soruyorum:
“Romanlarımı, Mario’nun verdiği dolmakalemle mor renkli mürekkep kullanarak defterlere yazıyorum. Eğer evde değilsem, bir yerde mürekkebim biterse ve yazmaya devam etmek istiyorsam herhangi bir kalemle sürdürebiliyorum.”
Defterlerden birini gösteriyor. Kapağında Edgar Alan Poe’nun el yazısı var. Sayfalara bakıyoruz, farklı kalemler kullandıkları da var. Bir diğer defterinin kapağında Charles Baudelaire’in elyazısı... Nasıl kıyıyor böyle güzel defterlere yazmaya?!
“Yazılmayı bekleyen çok defterim var, söylediğiniz gibi bazısına yazmaya kıyamıyorum… Ancak, hiçbir zaman kullanılmamaları da güzel bir şey değil.”
Kitabın defterde yazımını bitirdikten sonra okuyor, bilgisayara geçirmeye başlıyor:
“İkinci kez yazma süreci... Sonra üçüncü aşamada kâğıt çıktı alıyor, onun üzerinden okuyor, bilgisayarda düzeltiyorum… Ardından da yayınevinin editörüne teslim aşaması geliyor.”
Ece Erdoğuş Levi’nin önemli bir uğraşı da editörlük:
“Editörlük Mario ile başladı. Kitaplarını fikir aşamasından sonuna kadar benimle paylaşırdı. Çok iyi çalışırdık beraber. Özellikle roman bittikten sonra saatlerce üzerine konuşurduk…
Editörlük çalışmalarımı sürdürüyorum. Ancak, çalışırken bu masayı değil, pencerenin önünde olanı kullanıyorum. O da antika, yine bir Fransız sekreter. Orası evimizin en güzel köşesi, burada çalışırken biraz içime kapanıyorum, orada kendimi daha ferah hissediyorum.”
Moda iskelesinin hemen üstündeki evin pencerelerinden çok güzel bir manzara görünüyor. Anlatmaya devam ediyor Ece Hanım:
“Orada manzara var, burada da tam karşımda Devrim Erbil’in İstanbul tablolarından biri. 15 Ocak’ta doğum günümde getirmişti Mario, benim masamın üstüne nasip oldu. Pencereden gördüğüm mavi çok güzel, ama Devrim Bey’in mavisi de çok meşhurdur.”
Masanın üzerindeki hatıralara doğru bir yolculuğa çıkalım mı diyorum? Sırtındaki küfede bir adamı taşıyan heykel ile başlıyor ve devam ediyoruz:
“Çok kıymetli bir hediye. Heykeltraş Engin Yontuç’un bir çalışması. Yakın zamanda kaybettiğimiz Günhan Kuşkanat hediye etmişti. Dedim ya ailenin kirli çıkısıyım diye, anneannem benim için çok kıymetliydi, onun annesinin sürmesi de masada. Türkiye’de de yurtdışına gittiğimde de eski eşyaların satıldığı yerleri gezmeye bayılıyorum. Porselenler limoges. Kırmızı renkli acı biber heykelini Napoli’den aldım, anlamı şöyleymiş: Nasıl bizde nazar boncuğu var, İtalyanlar da nazar değmesin diye bunları koyarlarmış. Parfüm şişesi de limoges.
Canım kızım Masal’ın dört yaşındayken fotoğrafı… Bir büyüteç. Mezurayı yine bit pazarından bulmuştum. Üzerindeki kumaşta çiçek deseni var. Hoşuma giden, sıradan bir objeyi böyle süsleyebilmek, zarafet katabilmek olmuştu… Taşın üzerindeki çocuk resmini ise bir yayınevi göndermişti. Yontmaya kıyamadığım burgulu kalemi Barselona’dan almıştım. Masal’ın bana yaptığı minik hediyeler de gözümün önünde.”
Masadaki bir defteri seçip anlatmaya devam ediyor:
“Mario bu defteri bana anneler günü hediyesi olarak yaptı. İçine komik karikatürler de çizmiş. Özel günlerimizde birbirimize böyle hediyeler verirdik. Şöyle yazmış:
Bu bir anne hikâyesidir / 10 Mayıs 2020.
Bir anne ne yapar? Yemek yapar ama işine karışılırsa kaşık kafaya iner.
Küçük tatlı kızına bakar Masal amaa…
Bazen sabrı taşar bağırır çağırır sonra her yerde kalpler kalpler çünkü çok sever, evin büyük oğluna teknik danışmanlık yapar. (büyük oğul Mario)
Kurtarıcıdır, can simididir, beceriklidir, temizlik, ütü yapar onu da iyi yapar. Spor yapar evde yürür de yürür, ama ev halkı bilir ki o toparlak da güzeldir hem de çok güzel.
Yazı yazar çünkü iyi yazardır, editörlük yapar çünkü dili iyi bilir.
O güzeldir, akıllıdır, tatlıdır, sevecendir, annedir, annemizdir anneler günün kutlu olsun.”
Son cümleden sonra ikimiz de susuyoruz. Gözyaşları ip ip süzülüyor. En iyisi yazmaya devam edeyim:
Ece Erdoğuş Levi’nin yayımlanmış beş romanı, yedi çocuk kitabı var. Çocuk kitaplarını direkt bilgisayarda yazıyor, Mario’nun başlattığı yazı atölyesini sürdürüyormuş. “Hoşçakalın Ece Hanım” diyor, sessizce ayrılıyorum.