Yapraktan insana uzanan bir yol

Gate 27’nin konuk sanatçısı Esin Aykanat Avcı, çıkış noktasını insan bedeni için yeni organ geliştirmeye yönelik bilimsel çalışmalardan alan bir projeye imza attı. İnsan-doğa ve yaşam-ölüm ilişkisine de yeni bir form kazandırmayı amaçlayan sanatçı, proje detaylarını ve odak noktasını anlattı.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Yapraktan insana uzanan bir yol

Merve YEDEKÇİ

Gate 27 ile yollarınız nasıl kesişti?

Gate 27 ile daha önce Ayvalık'ta rezidans sürecine katılmış bir arkadaşım, sanatçı Medine İrak aracılığıyla tanıştım. Bu rezidans programından haberdardım fakat başvuru sürecim arkadaşımın önerisiyle gerçekleşti. Projemi ayrıntılı olarak açıkladığım bir dosyayla başvurdum ve kabul almamı takiben 1 Nisan-12 Mayıs 2023 tarihleri arasında bu programı tamamladım.

Üzerinde çalıştığınız biyo-sanat kavramından bahsedebilir misiniz?

Biyo-sanat aslında çok kısaca bilimin yöntemlerini kullanarak yapılan bir sanat üretimi olarak tanımlanabilir. Aslında bu yola biyo-sanat yapacağım diye çıkmadım. Çalışmalarımı atölyenin dışına taşıdığım ve doğal malzemeyi bire bir deneyimleyerek işler üretmeye başladığım bir dönem, organik olarak beni bu noktaya getirdi. Doğal malzemeyle çalışmak ve onun özüyle ilgili düşünmek tabii ki ister istemez bilimi işin içerisine katıyor. İnsanın fiziksel olarak doğayla tekrar bir olabilme ihtimali üzerine düşündüğüm bir noktada, yapraklardan insanlar için organ üretilebilme ve bir ıspanaktan bir kalp nakli gerçekleştirme ihtimali ile karşılaşmak aslında bu düşüncemi tam olarak ete kemiğe büründürmüş oldu. İnsanlar için organ üretilmesi amacıyla geliştirilen bilimsel proje kapsamında yayınlanmış bir makaleden yola çıkarak hazırladığım bu projede, bitki yapraklarının insan için yeni bir beden olarak konumlandırılması konusuna odaklanıyorum.

Nasıl bir teknik uyguladınız?

Çevreden topladığım yaprakları, bir biyokimya uzmanı ile birlikte laboratuvar ortamında geliştirdiğimiz özel bir solüsyon içinde bekleterek hücresizleştiriyor ve yeni organ geliştirme çalışmalarında kullanılabilecek bir “ev” haline getiriyoruz.  Aslında fikir 2018 yılında doğdu.  2019’da ise bir laboratuvar çalışmasıyla başlayan uzun soluklu bir sürecin almış olduğu son hali... Sanat pratiğimde hep doğa ve insan etkileşimi üzerine düşündüm. Çünkü doğada kendimi konumlandırdığım nokta ile ilgili sıkıntılı bir durum olduğunu seziyordum. Yaptığım okumalar sonucu bu sıkıntının kendimi doğanın dışında konumlandırmam ve doğayı gidilip görülecek, içerisinde vakit geçirilecek ayrı bir yer olarak algılamam olduğunun farkına vardım. Oysa ki doğa dediğimiz şey, şehir yaşantısından kopuk değil; aksine bizim de her an bir parçası olduğumuz, soluduğumuz havanın, içtiğimiz suyun, her an yeryüzüne bağlı olduğumuz zeminin ta kendisi. Tek mesele bunun farkında olarak ve buna uyum sağlayarak yaşayabilmek.

Projeyi hayata geçirirken nasıl bir yol izlediniz, sizi neler zorladı?

Hücresizleştirilmiş yapraklar benim için çok yeni bir materyaldi ve hangi yapraklarla çalışabileceğim konusunda deneyler yapmak, malzemenin ortama verdiği tepkileri ve malzemenin sınırlarını ölçmek uzun zaman aldı. Bu süreç içerisinde bir kere sergilendi. Fakat Gate 27, bu projeye en yoğun şekilde odaklanabildiğim süreç oldu. Başka hiçbir uyaran olmadan bu konuya odaklanmak, Sabancı Üniversitesi'nde tekrar bir laboratuvar sürecine girebilme fırsatı, kısa sürede projenin bir biyolojik arşiv olarak son halini almasını sağladı.

Doğanın bu dönüşümü, sanatçı olarak sizi nasıl etkiledi?

Doğanın sürekli hareketine ve dönüşümüne odaklanan ve aynı tavırla dönüşen işler üretmek, aslında sadece sanat anlayışımı değil hayata bakış açımı da çok değiştirdi. Bir malzemenin kalıcılığına odaklanmak değil de bir noktada başka bir şeye dönüşebilecek olma hissi ve bu potansiyeli işlerimde hep koruyor olması benim de maddeye olan bağlılığımı azalttı ve daha kendi halinde ve akışa bıraktığım bir süreçte ilerlememi ve üretmemi sağlıyor. Bu dönüşüme odaklanmak, sonuç odaklı değil de daha süreç odaklı çalışmalar üretmemi sağladı. Aslında yaşamın kendisinde de asıl mesele geçirdiğimiz süreçlerdir ve her ne kadar bir sonucun peşinde koşsak da sonuç olarak gördüğümüz her şey yeni bir sürece açılan bir kapıdır. O yüzden bu dönüşüme odaklanmak, işlerimi çok yönlü bir hale getirdi ve aslında süreçteki her bir aşama, yeni bir ihtimale açılan bir kapı niteliğinde diyebilirim. Doğanın sonsuz dönüşümü içerisinde ona uyum sağlayarak ilerlemeye çalışan bir parça olarak görüyorum kendimi.

Doğa ve insan birlikteliğinden esinleniyorsunuz. Bir yandan da gün geçtikçe sanatın dijitalleşmesi de popülerliğini arttırıyor. Siz NFT hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben kendimi henüz bu dijital dünyanın bir parçası olarak göremiyorum. Benim zihnim dokunabildiğim ve yaşayan materyalin dönüşümüne paralel çalışıyor hala. Doğayla ilgili bir temsiliyetin yapay bir ortamda deneyimleniyor ve sahneleniyor olması beni etkilemiyor, zihnimde renklerin ötesinde kalıcı bir iz bırakmıyor. NFT'ler kripto para üzerinden bir dolaşım içerisinde ve bu paranın üretimi için büyük bir enerji tüketimi gerçekleşiyor. Ben nasıl kendi işlerimle ilgili atölye ortamında oturup, dışarı çıkıp malzemeyi hiç deneyimlemeden doğayla olan ilişkim üzerinde sadece düşünerek ve fikirler üreterek iş üretmenin samimi olmadığını düşündüysem ve doğal malzemeye birebir dokunma yoluna gittiysem, bir ekran karşısında oturup doğadan bahsetmenin de aynı oranda samimiyetsiz olduğunu düşünüyorum. Fakat iyi olan yanı da şu ki, bu ortamda geliştirilen sanata dünya çapında kolayca ulaşılabiliyor, yaptığınız iş, çok fazla kişiye ulaşıyor ve sanatçının kendini finanse etmesine de büyük katkı sağlıyor. Henüz bu alanda iş üretecek noktaya gelmedim ama teknolojinin hızlı ilerleyişi birkaç yıl sonra hepimizi ne noktaya getirecek, bununla ilgili kesin bir şey söylemek de mümkün değil.

Gate 27 Direktörü Burak Mert Çiloğlugil: Ülkemiz adına güzel haberler almaya devam edeceğiz

Neredeyse 2023 yılını yarıladık, ülkemizdeki bu yılki kültür sanat ajandasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özellikle pandeminin etkisinden sıyrılmamızın getirdiği bir hareketlilik göze çarpıyor. Daha sık sergi alanlarında, konser mekanlarında bir araya gelebiliyoruz. Özellikle izleyici olarak eserle fiziki karşılaşmanın etkisi her zaman kilit rol oynuyor. Sene başından beri oldukça etkileyici sergiler gezme şansını yakalamış olmaktan dolayı mutluyum. Fuarlar, festivaller, galeri ve müzelerdeki sergilerin sürekliliğiyle İstanbul Modern’in tekrar ziyarete açılması bu yıla hareket katıyor. Elbette ki konuk sanatçı programlarının artması sayesinde yerli ve uluslararası sanatçıların bu programlara dahil olarak yeni üretim olasılıklarına zemin hazırlamaları da memnuniyet verici.

Ayrıca, yaşanan deprem felaketi nedeniyle kültür-sanat sektörünün gösterdiği dayanışmayı kıymetli buluyorum. Hem özel ve sivil-toplum, hem de sanat kurum ve kuruluşlarıyla sanatçılar bu dönemde en büyük duyarlılığı gösteren ve seferber olanlar arasında yer aldı. Özellikle bölgenin ve dolayısıyla ülkemizin, kültürel mirasına yapılan desteklerin takdir edilmesi gerekir. Şimdi hayatın tüm alanının iyileştirilmesi gerektiği gibi kültürel ve sanatsal üretiminin de yeniden başlatılması ve sürdürülmesi için çalışmalarımıza devam etmeliyiz.  Gate 27 olarak bizler de yaşanan bu afet sebebiyle sanatçı seçim ve proje süreçlerimizde de bazı değişiklikler yaptık. Sürdürülebilir kentleşme gibi önemli konularda da araştırma süreçlerine konuk ağırlama, kamusal programlar, atölye çalışmaları ile destek olacağız.

Son olarak Cannes Film Festivali'nde Nuri Bilge Ceylan'ın yönetmenliğini yaptığı Kuru Otlar Üstüne filmindeki rolüyle en iyi kadın oyuncu ödülü alan Merve Dizdar da hepimizi gururlandırdı. Umuyorum, kültür sanat alanındaki tüm paydaşlar başarılı çalışmalarıyla alana katkıda bulunmaya devam edecek ve ülkemiz adına güzel haberler almaya devam edeceğiz.

Sanatın ekonomiye katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün hangi sektörde faaliyet gösterilirse gösterilsin, çevresel, ekonomik ve toplumsal sürdürülebilirlik uygulamalarını benimsemek bir zorunluluk. Sanatçı, üretimini yaparken sürdürülebilir pratikleri benimseyebileceği gibi çalışmalarını toplumsal etki yaratabilecek, insanlığı etkileyen olay ve olgulara da dikkat çekecek konulara da yönelebilir. Bu bir zorunluluk olmamakla birlikte, kısa süre önce ülkemizi derinden etkileyen deprem felaketleri sonrasında sanatçıların Sanatla Dayanışma gibi çeşitli platformları oluşturarak yardımlaşma zincirine katkıda bulunulmasına da tanık olduk.

Gate 27’de de buna benzer çalışmaları destekliyoruz ve özellikle zanaatın ekonomik sürdürülebilirliğine ilişkin projelere odaklanıyoruz. Örneğin, bu yıl Haziran ayında ağırlayacağımız sosyal girişim Craft Antakya aracılığıyla depremden etkilenen ipek üreticilerinin en kısa zamanda üretimlerine tekrar dönebilmeleri için gerçekleştirilen çalışmaları destekleyeceğiz. Bir yandan ekonomik bir fayda sağlarken, diğer yandan zanaat ve sanatın üretiminin devam etmesine de katkıda bulunacağız.

HAFTA