Uyurken bile yazdıklarım ve yazacaklarımla meşgulüm

Beşir Ayvazoğlu’nun kitaplarını severek okuyorum. Şiir, deneme, makale, inceleme, eleştiri, biyografi, roman, köşe yazısı gibi pek çok türde büyük bir titizlikle ve sanat duyarlığı ile kaleme aldığı eseri var.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Uyurken bile yazdıklarım ve yazacaklarımla meşgulüm

FARUK ŞÜYÜN

Beşir Ayvazoğlu ile çalışma evindeyiz. Neredeyse bütün duvarlar kütüphane, boş kalan yerlere ise resimler asılmış. Kitapların orman gibi yayılarak her yeri ele geçirdiklerini çok iyi bildiğim için bu konuyla başlıyoruz:

“Önceleri ihtiyaç duyduğum kitapları kısıtlı bütçemle satın alırdım. Gazetelerde yazmaya sanat sayfalarını yönetmeye başladıktan sonra âdeta kitap yağmaya başladı. Tabii satın almaya devam ediyor, çalıştığım konular hakkındaki nadir kitapları da sahaflardan temin ediyorum. Yıllar içinde sahip olduğum kitaplar o kadar çoğaldı ki bağışlamaya başladım; birkaç üniversiteye ve İSAM Kütüphanesi’ne… Sen de yaşıyorsun, elden çıkarılan kitabın yeri asla boş kalmaz. Sonunda şartlarımı zorlayarak bugün yazıhane olarak kullandığım bu küçük daireyi aldım. Sürekli kullandığım kitaplar burada. Asıl evimiz de gardırobun boş yerleri dâhil olmak üzere kitap dolu.

Resimlere gelince, mütevazı bir koleksiyon… Bir kısmı burada: Resim asacak fazla yer yok. Görüyorsun, birkaç tuval ve baskı...”

Peki, kitap sevdası nasıl oluştu?

“Kitaplarla maceram çok erken yaşlarda Sivas Zara’da başladı. Annem, harf devriminin olduğu 1928’de ilkokul üçüncü sınıftaymış, son iki seneyi yeni harflerle okumuşlar. İki alfabeyle fevkalade okur ve yazardı. Annemin eski harfli kitaplarıyla –taşbaskı halk hikâyeleri da vardı– başlayan bir macera... Kendime ait ilk kitabı bir bayram harçlığı ile yine Zara’da ilkokul birinci sınıftayken bir gezici kitapçıdan almıştım; tek formalık bir Ali Baba ve Kırk Haramiler. Bu kitap benim “açıl susam açıl susam”ımdır. Yedi yaşındayken Sivas’a taşındık. Bir meyve sandığını araya bir raf ekleyerek kitaplığa dönüştürdüm. Ne var ki o yılların taşrasında kitaba ulaşmak zordu. Çifte Minare’nin arkasındaki İsmet Paşa Mektebi’nin kütüphanesini keşfedince dünyalar benim oldu. Orada okumadığım masal kalmadı. Derken tarihî romanlar, daha sonra elime ne geçerse… Ziya Bey Kütüphanesi, Sivas’ta ikinci büyük keşfimdir.

Benim için dönüm noktası 1969 yılıdır. MEB 1000 Temel Eser Serisi yayımlanmaya başlamıştı; Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Ahmet Haşim… Millî Eğitim’in Sivas’ta bir satış yeri vardı, yeni çıkanların gelmesini dört gözle beklerdim. Özellikle Yahya Kemal ve Tanpınar’ın kitapları bana kültürün altın kapısını açtı. İstanbul’a, eski musikiye, Türk ve Batı resmine, estetiğe o kitaplarla gittim.”

Bunlar okuma faaliyetleri ya yazı?

“İkinci büyük keşfimin Sivas’ta Ziya Bey Kütüphanesi olduğunu söylemiştim. Bir edebiyat ödevini hazırlamak için o kütüphanenin eşiğini aşındırmaya başladım. Yıl 1968, 15 yaşındaydım. Ödev konusu olarak müfredatta olmadığı halde Ali Şir Nevaî’yi seçmiştim. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı meşhur İslam Ansiklopedisi’nde maddeden maddeye giderek toparladığım bilgilerle uzun bir ödev yazdım. Kimlerdi hatırlamıyorum, birileri “Çok güzel bir yazı bu, Hizmet gazetesine götür, orada yayımlanır,” dediler. Hizmet, haftalık bir gazete… Yazı beş hafta beş bölüm halinde tefrika edildi ve yazı hayatım böyle başladı. Aynı gazetede çocukça birkaç şiirim de yayımlanmıştır.”

Kaç kitabınız oldu, ilki hangisiydi?

“Üzerinde imzam olan, editörlüğünü yaptıklarım da dâhil, 60’tan fazla. Bunlardan ilki, Türk-İslam sanatlarının estetik arka planını anlamaya çalıştığım Aşk Estetiği’dir. 1982’de çıktı, ama bu konudaki ilk çalışmalarımı 1970’lerde yapmıştım.”

Bu evde çalışıyorsunuz…

“Evet, her gün öğleden sonra geliyor, akşam yedi buçuk sekize kadar kalıyorum. Eve dönünce çalışmaya orada da devam ediyorum. Günde on-on beş saatten az çalışarak üretemezsiniz. Uyurken bile yazdıklarım ve yazacaklarımla meşgulüm.”

Bir daktilo görüyorum?

“Daktilolarımı muhafaza ediyorum. Tercüman gazetesinin bir tenkit yarışmasında, daha talebeydim, benim yazım birinci seçildi ve bir öğretmen maaşının neredeyse iki katı para ödülü verdiler. Onun yarısıyla ikinci el, fakat çok az kullanılmış bir daktilo satın aldım, Royal marka bir daktilo. O daktilo şimdi oğlumda. Ancak, gözüm hep Olivetti’deydi. Tercüman’da Erika marka büyük bir daktilo vermişlerdi, ona alışamadım. Sonunda masada gördüğünüz Olivetti’yi edindim. Bu iki daktiloyla binlerce sayfa yazmışımdır.”

Kalemler?

“Dolmakalem düşkünüyüm. Ortaokul yıllarında bir hocamızın gövdesi koyu yeşil Pelikan’ını iç cebinden çıkarıp yoklama defterini imzalayışı başlı başına bir ritüeldi. Öyle bir dolmakaleme sahip olmayı çok isterdim. İlk dolmakalemimi dayım aldı, Scrikss markaydı. Ama gözüm Pelikan’daydı, sonunda aldım. Bugün sadece Pelikan değil, çeşitli markalarda çok sayıda dolmakalemim var. Ama yazılarımı 1993’ten beri bilgisayarla yazıyorum.”

Hokka ve divit?

“Kaleme meraklıyım ya, bu merak hokka, kamış kalem, divit, mürekkep şişesi gibi yazı malzemelerine kadar genişledi.”

Tokat’ta hediye edilmiş, kilim parçalarıyla kaplı el yapımı ceviz kutu. Balık görünümlü cam objeyi Gültekin Çizgen hediye etmiş. Tespih koleksiyonundan örnekler ve Sony marka kasetli bir teyp “Gazetecilik hayatımda yüzlerce röportaj yaptığım teyp” diye anlatıyor.

“Yazdığım bütün kitaplar birbirleriyle ilişkilidir, biyografilerle kurmaya çalıştığım edebî ekosistemin birer parçasıdırlar” diyor Beşir Ayvazoğlu. Son kitap çalışmasıyla bitiriyoruz:

“Yayınevine teslim ettim. Nâmık Kemal hakkında, ama biyografi değil. Cumhuriyet döneminde Nâmık Kemal etrafındaki tartışmaları, kavgaları anlatıyorum.”

Merakla bekliyorum.

HAFTA