Senin, benim, onun İstanbul’una bakış
Her penceresinden İstanbul’un başka bir köşesine ışık tutan restoran yaratmak isteyen Desert Group kurucusu Yücel Özalp şehrin tarihi dokusu ile bütünleşen Okra’yı anlattı…
Merve YEDEKÇİ
Desert Group olarak Okra ve Upperist ile yeni bir yolculuktasınız. Bu ikilinin hikayesinden biraz bahseder misiniz?
Bizim de grup olarak oldukça aşina olduğumuz ve çok sevdiğimiz Taksim’in ikonik binalarından The Marmara Taksim’in 20. kat ve terasında yer alan Okra ve Upperist için bir süredir görüşmelerimiz devam ediyordu. Özellikle Upperist’in yer aldığı roof daha önce hiç kullanılmamış bir alan olduğu ve İstanbul’un 360 derecelik manzarasını benzersiz bir açıklıkla sunduğu için bizi çok heyecanlandırdı. Bu özel mekanda hem bir seyir terası oluşturmak hem de Okra gibi İstanbul ile bütünleşecek bir restoran yaratmak istedik. Bu süreçte İstanbul manzarasının görsel anlamda öne çıkmasını ve deneyimi zenginleştirmesini hedefledik. Okra, İstanbul’u fragmanlar halinde yaşatıp, senin, benim, onun İstanbul’una bakma fırsatı sunan kendini de dönüştüren bir restoran. 150 kişilik kapasitesine ek olarak 40 kişilik özel bir alanı da bulunan Okra, ayrı bar alanı ile tüm kata yayılan bir hakimiyete sahip. Okra’nın bir kat üstü ise Upperist.
The Marmara Taksim ile Okra nasıl bir bütünleşme yakaladı?
Okra ile The Marmara Taksim, öncelikle İstanbul sevgisinde bütünleşiyor. İstanbul’un böylesine özel bir noktasında yer alan Okra’nın, bu noktayı canlandıracak, hak ettiği şekilde değerlendirecek bir mekân olması için çalıştık. Dekoruyla, planıyla bu fragmanlara uyum sağlıyor. Bu ikonik binanın sanat vizyonunu da paylaşıyor. Sanatla kurduğu kuvvetli bağ ile yaşayan, gelişen ve geliştiren, birlikte olmanın heyecanını
kucaklayan bir kurgu sunuyor.
Restoranın tasarım aşamasında nelerden ilham alındı?
İstanbul’a yakışan, misafirlerine İstanbul’u duyumsatacak bir tasarım olmasını istedik. Bu nedenle içeriği sade tutarak başrolün İstanbul’da olduğu bir tasarım ile iyi yemek ve iyi servisi buluşturduk. Okra, her penceresinden İstanbul’un başka bir köşesine ışık tutuyor, iç mekânda ise bu ışığın yansımaları değişerek kendini gösteriyor. İstanbul’u fragmanlar halinde yaşatıp, farklı İstanbul kesitlerine bakma fırsatı sunan, kendini de dönüştüren bir restoran.
Akdeniz mutfağı ile İstanbul nasıl bir uyum yakalıyor?
Okra, açık ateşi odağına alan, mevsimsel ürün zenginliği ve farklı aromalarla çağdaş bir Akdeniz mutfağı sunuyor. Açık ateşte pişirme tekniğiyle ürünün her zaman ön planda olduğu lokal ürünlerle desteklenen bir menüye sahibiz. Ürün tedariği konusunda araştırma yapan çok iyi bir mutfak ekibi ile çalışıyoruz. Mutfağımıza gelen her malzemenin kaynağını bilmek bizim için çok önemli ve çok değerli. Okra’da her mutfakta görülmeyen bir şekilde iki şefimiz var. Okra executive şefleri Hüseyin Ceylan ve Mert Yalçıner’in önderliğinde hazırlanan menülerimizi sunuyoruz. Menü de dikkat çekenler arasında başlangıçlardan ‘Kalamar ve Kuskus, Açık Ateşten Karides ve Kuru Dinlendirilmiş Dana Tartar’ ana yemeklerden ise ‘Bütün Bonfile, Yedi Baharatlı Kuzu Kol’ ve iki kişilik olarak servis edilen ‘Levreğin Her Yeri’ yer alıyor. Bu anlamda Okra’da tıpkı bize her zaman ilham veren İstanbul gibi eski ile yeniyi, gelenek ile çağdaşı örtüştüren bir çalışma yaptık.
Upperis'te neler sunuluyor peki?
Upperist, İstanbul’u görülmemiş bir açıklıkla sunan bir teras. The Marmara Taksim’in ilk defa kullanılan terasında yer alıyor. Burada özenle hazırlanmış bir müzik seçkisiyle birlikte gün batımından geceye uzanan bir sürede misafirlerimizin İstanbul’u yaşayabilecekleri bir alan hazırladık. Upperist’te de İstanbul’a başrolü veren bir hava hâkim.
Her iki mekânda da sürdürülebilirlik için neler yapılıyor?
Okra ve Upperist için önceliğimiz minimum atık. Mutfaklar için atık konusu oldukça önemli, dikkatimizi bu yöne verdik. Coğrafyamızın bize sunduklarını geliştirmek ve sürdürülebilir kılmak, bilinçli tüketimi teşvik etmek için çalışıyoruz.
‘’Okra’da tıpkı bize her zaman ilham veren İstanbul gibi eski ile yeniyi, gelenek ile çağdaşı örtüştüren bir çalışma yaptık.”