Senaryodan sofraya, kameradan kitaba: Rıza Sönmez

Oyuncu, yönetmen, senarist ve gastronomi kültürü araştırmacısı Rıza Sönmez yazı masasının başında hayatındaki dönüşümleri, açtığı mekânları, projelerini, objelerini, üzerinde çalıştığı kitapları tek tek anlattı.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Senaryodan sofraya, kameradan kitaba: Rıza Sönmez

FARUK ŞÜYÜN

 

Rıza Sönmez oyunculuk ve sinema eğitimi almış. Lisans eğitimi Dokuz Eylül Üniversitesi Turizm ve Otelcilik’te. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin (MSM) tiyatro bölümünü bitirmiş. Sonrasında Marmara Üniversitesi’nde Sinema Televizyon yüksek lisansına başlamış. “Gönlüm sinemadaydı ama biraz tembelim galiba” diyor gülerek. Aralarında Eşkıya’nın da bulunduğu birkaç film ve dizide oynadıktan sonra dizilerde oynamak istemediği için Cambaz’ı açıyor: İkinci katta 45 metrekarelik bir kafe-bar…

“Şu anda televizyonda gördüğümüz yıldızların çoğunun henüz parlamadan, öğrenciyken uğradıkları bir lokaldi” diyor ve bazılarını sayıyor: “Engin Altan, Rıza Kocaoğlu, Halit Ergenç, Gonca Vuslateri, Özgü Namal, Şevket Çoruh, Gürkan Uygun.”

Sonra Palyaço’yu açıyor, ardından Maskeli geliyor. Ve bir gastronomi merkezi diyebileceğimiz altı katlı Büyük Cambaz. Bir taraftan oyunculuk bir taraftan işletmecilik yapıyor. Mekânlar o zamanlar cast direktörleri falan olmadığından oyuncu seçim merkezi gibi çalışıyor. “Filler ve Çimen’in neredeyse bütün oyuncuları Bülent Kayabaş ile Haluk Bilginer hariç Cambaz’ın tayfasıdır” diye anlatıyor.

Bu arada senaryolar yazmaya, kısa filmler çekmeye devam ediyor... Yüksek lisans tezinin ismi Portreden Otoportre Çıkarmak. Melisa Sözen’le Mehmet Ali Nuroğlu’nun oynadıkları kısa film de teze dahil.

10 yaşından itibaren gastronomi sektöründe bilfiil çalıştığını söylüyor. Bu ilgisi onu gastronomi üzerine bir dönem araştırmasına yöneltmiş; bu da ‘Lezzet Tarikatı’ adlı 17. yüzyılda geçen henüz yayımlanmamış gastronomi merkezli bir romana dönüşmüş. Hikâyesi çok ilginç. Zehir tadıcısı bir çeşit çeşnicibaşının gözünden anlatıyor. Kahramanı, bir zehri tattığında bütün koku melekelerini, o arada yüzünün bütün ifadesini de kaybettiğinde yüzümüzün atlasından kokuların ve tatların dağarcığını oluşturabileceğimizi düşünmeye başlıyor.

Roman ilerledikçe baharatlar, kokular, malzemeler onun meselesi oluyor. TRT Belgesel’de Bir Aş Hikâyesi, TRT Radyo’da Mutfak Medeniyeti ve Şikemperver Kitaplar adlı gastronomi programlarını hazırlayıp sunuyor.

İlk kitabı ‘Sen Mutluluğun Turşusunu Kurabilir misin?’ o dönemin birikimiyle çıkmış. Ardından 12 yıl önce zihninde filizlenen bir fikir olgunlaşıp kitaba dönüşmüş: Anadolu Vegan. Önümüzdeki günlerde Oğlak Yayınları’ndan raflarda yerini alacakmış. İçinde 444 vegan tarif bulunuyormuş. 

Masasının üzeri yeni çalışmaları için yararlandığı sayfalarına post-it’ler yapıştırılmış kitaplarla dolu. Bütün bu üretimin arkasında oldukça ciddi bir gastronomi arşivi var. “Benim en büyük maliyetlerimden biri post-it!” diyor. Yaklaşık 400 gastronomi kitabı var kütüphanesinde. Bunların 106’sından anlatı çıkarmış. Osmanlı Saray Mutfağı’nda pişen yemekler üzerine bir kitap bitmek üzereymiş: ‘Hünkâr Bunları da Beğendi.’ Şu sıralar Japon yazar Murakami’nin yapıtlarına yoğunlaşmış. Projenin adı: ‘Murakami’nin Kahramanlarının Sofrası.’

Rıza’nın zihni bir mutfak gibi: Sürekli pişen fikirler, harmanlanan tatlar, fermente olmuş anılarla dolu. Her objede bir hatıra, her tarifte bir karakter, her karakterde bir hayat iz düşümü var. Mesela paramparça olmuş bir palyaço figürü... Palyaço adlı mekânında avizeye astığı bir aksesuar.

“Misafirlerden birinin çocuğu uzanmak istedi, iyi bağlamadığımız için düştü, parçalandı” diyor. Parçalanmışlığı da mekânın ruhuna uygun bulmuş. “Dramaturijik olarak doğru bir şeydi aslında” diye gülümsüyor ve devam ediyor:

“Yapıştırmak için ikinci kişiyi bekliyorum, çünkü yalnızken o hızlı yapıştırıcılar insanın elini mahvediyor.”

Yazı masası antika görünümlü... Bu masa ona eski bir kız arkadaşının sürpriziymiş. Sonra bu masa üzerinden bir belgesel fikri doğmuş: Biten bir ilişkinin hatırasına bir tür saygı duruşu. Gümüş varakla kaplamayı düşünmüş masayı. “Kaplarken kamera da kayıtta olsun bir yandan da hafızamı yoklayayım, yeniden anımsayayım istedim, o kadar az şey hatırlıyoruz ki!”

Masanın üstünde objeler var. Markiz, Baylan, Mabel kutuları mesela. Bir de eski fotoğraf makinelerini anımsatan dijital bir fotoğraf makinesi. Kahverengi deri kaplı. Çok sevdiği okul arkadaşı Şevket Çoruh almış. “Bunun etrafında bir hayat sürdürülebilir o kadar güzel ki” diyor.

Duvarlarda kendi çektiği dans eden kadın fotoğrafları asılı.

Rıza’nın anlattıkları arasında beni en çok etkileyenlerden biri sinema filmi. Türü dokü-drama: ‘Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta Çektiğim Filmde Kar Romanı da Var.’ “Çok küçük bir bütçeyle çektik ama Antalya’da milyon dolarlık yapımlarla yarıştı” diyor. Film birçok festivalde gösterilmiş. 

Şimdilerde aklında tek kişilik bir gösteri fikri var. Ama klasik anlamda bir gösteriden çok, eğlenceli bir sunum. İnsanın yemek macerasını, ilk ateşle karşılaşmasından başlayıp tarım, hayvancılık, mutfakların birbirine etkisi gibi duraklarla anlatmayı düşünüyor. 

Onunla konuşurken bir kitabın sayfasında, bir tarifin kokusunda ya da bir objenin ardında sürüklenip gidiyorsunuz. Rıza Sönmez’in hayatı bir tür iç içe geçmiş hikâyeler haritası gibi. Her uğraşı bir diğerine kapı aralıyor. Hiçbiri bir diğerini iptal etmiyor; tersine, tamamlıyor. Ve biz sohbeti kapatırken, o palyaçoyu yapıştırmak için ikinci bir el bekliyor. Belki de o palyaço, onun tüm anlatısının simgesi, yapıştırılan, parçalarından hikâye çıkan, kırık yerlerinden ışık sızdıran bir hayatın heykelciği.

 

 

 

 

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız
HAFTA