Sanatçı Vuslat’a yolculuk
Hürriyet’in en tepesinden, Baksı Müzesi’nde ‘Emanet’ sergisini açan ‘sanatçı Vuslat’a 17 yıllık yolculuk… Vuslat Doğan Sabancı “Yönetici olarak hep başkalarının sesine kulak verdim, heykel yapmak ilk kez kendi sesimi duymamı sağladı” diyor.
GİLA BENMAYOR
Çok uzaklarda ama gönlümüze yakın bir müze Baksı. Sevgili Hüsamettin Koçan’ın büyük cesaretle kurduğu, Bayburt’a 45 km. uzaklıkta, ‘ıssızlığın ortasındaki’ Baksı Müzesi bugünlerde sanatçı Vuslat’ın Emanet Sergisi’ni ağırlıyor. Vuslat kim? Gazetecilik mesleğine ilk başladığım, hayatımın en uzun yıllarını geçirdiğim, yuvam diye bildiğim, kimliğimle özdeşleşen Hürriyet Gazetesi’ndeki işverenim. Vuslat Doğan Sabancı… Sanatçı kimliğiyle artık sadece ‘Vuslat’ olarak anılmayı arzu ediyor. Baksı Müzesi’ndeki sergiyi konuşmak, iş insanından sanatçıya dönüşümünü kendi ağzından dinlemek üzere Vuslat Hanım ile buluşuyoruz.
Baksı Müzesi’nde sergi fikri nasıl ortaya çıktı? İstanbul’a uzak, zor bir coğrafyada çalışmak nasıl bir duyguydu?
Baksı’da açtığım ‘Emanet’ ikinci sergim. Geçen Haziran ayında Londra’da Pi Artworks’ta ‘Sessizlik’ adındaki sergimi açmıştım. Hüsamettin Koçan o sergiden sonra işlerimi görmek istediğini söyledi. Contemporary İstanbul’da da işim sergileniyordu. Atölyeme geldi ve Baksı Müzesi’nde solo sergi önerdi. Annem ve babam, aileleri nesillerden beri Gümüşhaneli. Köklerimle ilgili daha derin çalışma fırsatı heyecanlandırdı. Bildiğim her şeyi İstanbul’da bırakarak aslında köklerimde olan ama iyi bilmediğim coğrafyaya kulak vermeye karar verdim. Çoruh Nehrini, bölgenin bitkilerini, kuşlarını tanıdım, sevdim. Zihinsel ve sezgisel güzel bir süreçti.
Serginin teması ‘Emanet’ kavramı nasıl şekillendi?
Baksı’ya sayısız kere gidip geldim. Gümüşhane, Bayburt ve tüm yöreyi gezdim, okudum. Sonra anneannemin bana tek anlattığı masal olan ‘Ayağına Diken Batan Serçe’ye rastladım bir kitapta. O masalın sonra Ermenicesini, Rusçasını ve hatta Ermeniceden çevrilmiş İngilizcesini buldum. Esas masalda serçe emanetine sahip çıkmayan herkesi cezalandıran edepsiz bir kuş. Yeniden yorumladığım masalda ise serçe bilge. Diyor ki “emanet sözünü tutarsan, insanlarla aranda güven ilişkisi oluşturursun ve bu seni mutlu eder.” Derin bağ kurmak birbirimize emanet gözüyle bakmak aslında günümüzün “birlikte nasıl yaşarız” “doğayı nasıl koruruz” gibi soruların cevabı. Hayata sahiplik değil ‘emanet’ bakışıyla bakmak günümüzün sorunlarına çare olabilir.
En büyük enstalasyon ‘Hayatın Göbek Bağı’ oldukça çarpıcı. Hem isim olarak, hem iş olarak…
‘Emanet’ kavramından zihinsel bir sıçrayışla hayatın da bize emanet olduğunu düşündüm. Anneannemin vefatından kısa bir süre önce bana verdiği, benim de ailenin yeni nesline vermem için aslında emanet ettiği altın zincir çıkış noktam oldu. ‘Hayatın Göbek Bağı’ o zincirin halkalarını büyüttüğüm ve tek tek boyadığım birbirine kenetlenmiş 600 halkadan oluşuyor. Halkaları İstanbul’daki atölyemde, yerleştirmeyi Baksı’da yaptım. Halkalara şekil verirken biraz da Çoruh Nehri’nin kıvrımlarından esinlendim. Sergide otuza yakın işim var. Çoğu çevreden aldığım ilhamla ortaya çıktı. Müzenin etrafında bulduğum, köküyle çıkarttığım ‘sığır kuyruğu’ bitkisine mesela tutuldum. Sanatçı olarak formundan etkilendim. İstanbul’a getirdim, kuruttum. Gümüşle kapladım. Niye gümüş kapladım? Ölümsüzleştirmek için. Doğada olan ama görmediğimiz, önem vermediğimiz bir bitkiye değer vermek istedim. Bölgenin yerel malzemeleriyle çalıştım. Kaideler mesela sarı renkli Bayburt taşı. Çizimlerin kırmızı rengini müzenin etrafından aldığım toprağın pigmentini çıkartarak elde ettim. İstediğim rengi elde etmek için taşıdığım toprakla sürekli denemeler yaptım.
‘’ ‘Emanet’ sergisi için ailemin köklerinin olduğu topraklarda çalışmak heyecan vericiydi. Gümüşhane, Bayburt’a giderken bildiğim her şeyi İstanbul’da bırakarak coğrafyanın anlattıklarına kulak verdim.”
Serginin sonunda ziyaretçiye sorduğunuz soru var. “Güçlü birinin emanetine sahip çıkmak hepimiz için olağan bir şey. Ancak görmezden gelebileceğimiz birinin, bazen küçücük bir serçenin emanetini sahip çıkmayı önemsemeyiz. Peki hayatın size emanet ettiği ve sizin bu emaneti yeterince kollamadığınız fark ettiğiniz ne var?”
Bu soruya hem büyüklerin hem çocukların cevap vermesini istedim. Çocuklar bunu pek ciddiye almış. Son gittiğimde bıraktığım çanağın içi cevap kağıtlarıyla doluydu. Sergi kasım ayında sona erdiğinde tüm cevapları alacağım. Belki bir sonraki sergim bununla ilgili olur. ‘Emanet’ kavramını daha açmak mümkün. Doğurgan bir konu. Emanet Aramice bir sözcük ama İbranice, Farsça, Zazaca dillerinde kökeni aynı. Sergimin değişik coğrafyaları gezmesini çok isterim. Belki oralardan zenginleşerek döner.
Şimdi çok merak ettiğim bir konuya geleyim. Hürriyet’te birlikte yıllar geçirdik. Gazeteye vizyonunuzla, yenilik arayışlarınızla çok şey kattığınızı biliyoruz. Sosyal fayda anlamında öncülüğünüzde kadın hakları adına çok işler yapıldı gazetede. Şimdi sizi karşımda tamamıyla farklı bir kimlikle ‘sanatçı’ olarak görüyorum. Geçiş süreci nasıl oldu?
Aslında bu süreç birdenbire olmadı. En baştan başlarsam, gazetelerin zor bir döneminde bir gece rüyamda kilden heykel yaptığımı gördüm. Mutluydum ve bir başka boyuttaydım. Rüyanın etkisi gün boyunca sürdü. Ani bir karar verdim. Aynı günün gecesi saat dokuzda heykeltraş Pınar Yeşilada ile evdeki ofisimde kil çalışıyordum. Aralıksız devam ettim. Gazeteden çaldığım zamanlarda günde 3-4 saat tutkuyla çalışmaya başladım. Pek kimseye söz etmedim. Çalışma alanım mahrem yerimdi. Heykel çalıştığım zaman kendi sesimi duyduğum kıymetli anlardı. O yüzden paylaşmayı düşünmedim. Yönetici olarak hep başkalarına kulak vermiştim. İlk kez kendi sesimi dinlemeye başladım. Neredeyse 17 yıl oldu. Gazeteyi sattıktan sonra ise artık icracı olarak iş hayatında olmayacağıma karar verdim. Önümde kocaman bir alan açıldı.
Peki eserlerinizi sergilemeye sizi kim ikna etti?
COVID zamanı çok takdir ettiğim İspanyol küratör Chus Martinez ile öğle yemeği yiyorduk. Birden onu atölyeme götürmek ve yaptıklarımı göstermek istedim. Londra’daki ve Baksı’daki sergilerin küratörü olan Chus Martinez çok şaşırdı. Sergi yapmam gerektiğini söyledi. Instagram’a bir foto koymuştum. Merkur Galeri’den Sabiha Kurtulmuş aradı “eser kimin” diye. Derken Londra’dan Pi Artworks Galeri’den Yeşim Turanlı sergi önerisinde bulundu. Mermer eserleri Londra’ya taşıdık. Sanatçı olarak yolculuğum başlamış oldu.
Kendinize ne zaman iş insanı yerine sanatçı demeye başladığınızı hatırlıyor musunuz?
Sana bir itirafta bulunmam gerekirse yurt dışına gittiğimde formlara hiç iş insanı yazmadım. Ya yayıncı, ya da gazeteci olarak doldurdum formları. Sanatçı demek ise ilk kez İtalya’da Carrara’ya mermer almaya giderken aklıma geldi. Bologna Havalimanı’nda pasaport memuru İtalya’ya ne yapmaya geldiğim sorunca hiç düşünmeden “Sanatçıyım Carrara’ya mermer almaya gidiyorum” dedim.
İşlerinizi satıyor musunuz?
Tabii ki satıyorum. Satmadan olmaz ki. Londra’daki sergimden sattım. Herhangi bir galeriyle çalışmıyorum. Atölyeye satın almak için gelenler var. Emeğinin değer görmesi önemli bir şey.
‘’Aslında bu süreç birdenbire olmadı. En baştan başlarsam gazetelerin zor bir döneminde bir gece rüyamda kilden heykel yaptığımı gördüm. Mutluydum ve bir başka boyuttaydım. Rüyanın etkisi gün boyunca sürdü.”