Resim benim dilim, sözlerim!

Sanat dünyasında 40’ıncı yılına giren ressam Neriman Oyman, bu özel yıl için bir sergi hazırlığında. Sanatçı ile hem geçmiş 40 yılını hem de “Çok çalışıyorum ama yorgun değilim. İçim kıpır kıpır” dediği sergi hazırlıklarını konuştuk: “Ben, tuvallere kendi masalımı yazıyorum. Her bakan da kendi masalını okuyacak.”

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Resim benim dilim, sözlerim!

HELİN KAYA

Sanat hayatınızda 40 yılı geride bıraktınız ve hala üretmeye devam ediyorsunuz. Peki, biraz başa sararsak resme olan tutkunuzu nasıl keşfettiniz?

Resme olan tutkum çocukluk yıllarıma dayanıyor. Çocukken bulduğum her boşlukta, evin her köşesinde resim yaptığımı hatırlıyorum. Elimdeki boya kalemi küçülüp bitene kadar çizerdim. Çok küçükken topraktan bebekler yapardım kendime, çeşit çeşit. Resim benim için her zaman bir keşif yolculuğu oldu. Küçüklüğümden beri renklerin, çizgilerin dünyasında kaybolmaktan hep çok keyif aldım. Profesyonel resim hayatım ise Avni Memedoğlu’nun atölyesinde başladı. 1992 yılından bu yana da kendi atölyemde çalışmalarıma devam ediyorum. Yurt dışı koleksiyonlarında 400’den fazla eserim var. Ailemin bir kısmı Mısır’dan diğer yanı İran’dan gelmiş. Van’da bir süre kaldıktan sonra İstanbul’a göçmüşler. O nedenle çok zengin bir kültürel yapı içinde büyüdüm. Dünya tarihinin, siyasetinin ve elbette sanatının şekillendiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Doğu-Batı sentezi içindeyiz. Ben bundan çok iyi besleniyorum. 

Geriye baktığınızda nasıl bir 40 yıl görüyorsunuz?

Zamanla, resmin sadece bir ifade biçimi değil, aynı zamanda iç dünyamı keşfetmenin ve yansıtmanın en güçlü yolu olduğunu fark ettim. Her fırça darbesi, her renk geçişi, benim için bir keşif; bazen çocukluğumun o ilk anına geri dönmek, bazen de tamamen yeni bir dünyaya adım atmak gibi. Bu yüzden, 40 yıl boyunca resim yapmaya devam etmemin arkasındaki en büyük motivasyonum; bu bitmek bilmeyen keşif arzum. Tatlı anıların yanında çok zorluklarda barındıran bir 40 yıl! Sanat yolculuğu çilelidir. Özveri ister. Getirdikleri kadar götürdükleri de olur. Tüm zorluklara rağmen resim yapmaktan hiç vazgeçmeyen bir kadının öyküsü aslında benimkisi. 

Tuvalin karşısına geçtiğinizde yapacağınız resmi daha önceden belirlemiş oluyor musunuz? Yoksa her şey o anda mı gerçekleşiyor?

Atölyemde kendimle baş başa kaldığımda bütün dış seslere kapımı kapatıp, boş tuvalin karşısına geçerim. Tuvalin akıl almaz boşluğunda yeni bir ‘masal’ yaratmak heyecanı, tıpkı göz alabildiğine uzanan topraklara tohum ekip onun günbegün büyümesini izlemek gibi merak ve coşku dolu bir süreçtir benim için. 

Eserleriniz oldukça renkli ama bir yandan da hüzün veriyor insana… Nedir bunun sebebi?

Sanat çok renklidir, evrensel bir dili vardır ve güçlü bir iletişim aracıdır. Duygu ve düşüncelerimi sanatın diliyle özgürce, daha iyi ifade edebildiğimi düşünüyorum. 

Ben, varlığımı insanda bulurum. Varoluşumu anlamlandırdığım coğrafyayı kapsayan ve oradan dünyaya açılan bir pencereden bakarak yansıtırım iç dünyamı. Sanatın evrensel dilinde bulurum sesimi ve hep genişletmek isterim boyutlarımı. Ondandır ki sınırları da hep aşmak isterim. Ben bu toprakların çocuğum. Baktığınızda, bu topraklarda acı ve sevinç iç içe. Ben de çok zorluklar yaşadım. Sürgün edilmiş bir ailenin çocuğuyum. Yaşadıklarınız, gördükleriniz, dinledikleriniz etkiler sizi. Ruh haliniz bile değişir günlük olarak. Tabi bunlar yaptığınız eserlere de yansır. Tüm figürler gülebilir de bir eserde hepsi birden ağlayabilir de. Bir durum karşısında biri sevinirken, biri üzülebilir. Ben de öğrenme hevesi hiç bitmiyor. Hayat bir üniversite, hayat bir okul. Bu okul, ben ölünce bitecek. Şu anda kaç kadın ölüyor kaç çocuk öldürülüyor, bunların hepsi benim de meselem. Kayıtsız kalamıyorum bu nedenle de resimlerimin içinde de kadın ve çocuklar  da çoğunlukta. 

40. yıla özel çalışmalarınızdan bahsedelim. Sanatseverler sizi ne tür çalışmalarla görecek?  Neler ilham oluyor bu süreçte size?

26 Kasım’da Ortaköy’de bulunan Tarihi Kethüda Hamamı’nda açacağım sergi benim için çok önemli. 40. sanat yılımı kutlayacağım bir anlamda. Yaklaşık 1,5 yıldır bu sergi için çalışıyorum. Resim benim dilim, sözlerim. Benim resimlerim konuşur. Benim resimlerimin mağduru olmadı bugüne kadar. Doğaya, insana, yaşama, dünyaya ve evrene dair duygu ve düşüncelerimin, farklı renk ve kombinasyonlarla buluşup tuvale yansımasında buldukları samimiyet, sanatseverlerle bir köprü oluşturacak. Biraz sıra dışı renkler de görecek sanatseverler tuvallerde. Ben kendi masallarımı yazıyorum her bir tuvalime. Kimi bunu yazarak yapar, ben çizerek yapıyorum. Aslında her bakan kendi masalını okuyacak orada. Her bir detayda kendisi ile ilgili bir ayrıntı yakalayacak. Her şeyden önemlisi bu sergi için çok çalışıyorum ama yorgun değilim. İçim kıpır kıpır, mutlu, heyecanlı… Evet, çok zengin benim eserlerim. Sevinci, özlemi, hüznü içine alıyor. Çünkü bütün kültürleri içine alıyor. Ben aslında dünyayı kucaklıyorum. 

Bir söyleşinizde “Renklerle duyabiliyorum hayatı” diyorsunuz. Beni oldukça etkileyen bir cümle olmuştu bu. Biraz daha açar mısınız?

Hayatı hep renklerle yaşadım. Renklerle duyup, renklerle yaşamak, renklerin içinde yer yer kaybolmak, yer yer var olmak, kendini var etmek ya da yok etmek… Benim rüyalarım da hep renkli. Renklerin her birinin bir dili var. Ben hepsini bir araya getirip nasıl bir dil yaratabilirim diye çalışıyorum. Renkler çok dilli, çok sesli, evrensel boyutta bir dile kavuşuyor. Dünyanın birçok yerindeki müzelerde eserlerim bulunuyor. ‘Sözlerim’ de diyebilirim aslında. Ben atölyemde susarak çalışırken çok şey söylüyorum. Fırçamla, dünyadan aldıklarımı resmediyorum.

 

 

 

HAFTA