Pozitif mi normatif mi?
Türk ekonomisi “ifrat ve tefrit arasında kurduğu salıncakta” bir o yana bir bu yana gidip gelirken, geride bıraktıklarından ders alma akıllılığını pek göstermişe benzemiyor. Bugünkü haliyle “harcadığı her iki liraya karşı ancak bir lira kazanabilen” kamu, seçim paketleriyle hala, “günü kurtarma” kolaylığında görünüyor.
Şeref OĞUZ
İKİ KAVRAM VAR. Oldukça basit. Her ikisi de ekonomiye dair temel yaklaşımı anlatıyor. Pozitif ekonomi, “olması gerekeni değil, olanı açıklayan, değer yargıları kullanmayan” ekonomi bakışına deniyor.
Pozitif ekonomide geliştirilen hipotezler, olaylara dayanan delillerle kanıtlanır veya yanlış oldukları gösterilir. Pozitif ekonomiye göre; faiz oranı yükseldiği zaman para talebi düşer, yatırım arttığı zaman milli gelir yükselir, firmalar, kârlarının maksimize edildiği üretim düzeyinde üretimde bulunur.
Buna karşılık normatif ekonomi, “ekonomik hayatımızın nasıl düzenlenmesi gerektiğini, hangi mal ve hizmetlerin üretilmesi gerektiğini, gelir ve tüketimin nasıl dağılması gerektiğini” inceler; neyin iyi, neyin kötü olduğuna karar verir.
Peki, bu iki kavramı neden aktarıyorum? Şundan: 19. yüzyıl değerler manzumesi genelde bize “ya bu ya öteki” gibi bir yaklaşım önermişti. Tüm hayatı açıklayan model arayışlarının doruğa çıktığı bu yüzyıl, artık çok gerilerde kaldı.
Şimdi, bir şey, karşıtıyla birlikte daha fazla hayatı açıkladığından, disiplinlerarası yaklaşım daha çok işimize yarıyor. Örneğin ekonomiyi pozitif bakışla tanımlamaya çalışıp, piyasa koşullarının her şeyi doğal ve akılcı bir yere taşıyacağı görüşüne saplanıp kalmak, çok fazla işe yaramıyor.
Hayatın pratiğinde zaten; “pozitif ekonomiyi abartınca, vahşi kapitalizme ulaştığımız” yığınca örnek yaşadık. Normatif ekonomi yaklaşımıyla da “kapalı ve verimsiz” yapılara vardık. Gördük ki, hani o meşhur, “kimin sırtını sıvazlayacağı, kimin yüzüne yumruk atacağı pek kestirilemeyen” görünmez el, serbest piyasa sayesinde, toplam refahı artırmada tek başına işe yaramadı.
Örneğin, çok büyük sosyal yatırımları ancak normatif ekonomi bakışıyla başarabildik. Bunu yaparken de kantarın topuzunu kaçırınca KİT’lere, BİT’lere vardık.
Sovyetler’in meşhur “gossplan” yaklaşımı, ekonomideki pozitifliğe olan ihtiyacı göz ardı ettiği için bir yıkım getirdi. Veya sırf pozitif yaklaşımla yola çıkıp, “hangi mal ve hizmetlerin üretilmesi gerektiği, gelir ve tüketimin dağılma dengesini ihmal edenler” de çok büyük “sosyal fatura” ödemek zorunda kaldılar.
İFRAT VE TEFRİT ARASINDAKİ SALINCAKTA SALLANMAK
Türk ekonomisi “ifrat ve tefrit arasında kurduğu salıncakta” bir o yana bir bu yana gidip gelirken, geride bıraktıklarından ders alma akıllılığını pek göstermişe benzemiyor. Bugünkü haliyle “harcadığı her iki liraya karşı ancak bir lira kazanabilen” kamu, seçim paketleriyle hala, “günü kurtarma” kolaylığında görünüyor.
Oysa pozitif ekonomik yaklaşım da normatif ekonomik yaklaşım da bize, bir “reform” ihtiyacını gösteriyor. Hele ki her iki yaklaşımın örtüşme noktasını hayata geçirme konusunda geleneksel değerlerimiz bize bu kadar avantaj sağlarken, “ya IMF ya özgürlük” gibi fazla akılcı olmayan bir eksende durmuyoruz.
Kazandığından fazlasını tüketme iştihası sürüyor. Ürettiğinden fazlasını tüketme histerisi, krizlere rağmen hala en temel hastalığımız… Küresel krizden bu yana geçen 15 yıl içinde atılan adımlara baktığımızda, hala piyasayı düzenleme “mevcut yapının ıslahı” noktasındayız. Üstelik bir de iktisat nehrini yukarı akıtma iddiasındaki Heterodoks saplantımız da cabası…
Hâlbuki stratejiniz yanlış ise, taktik başarılar size zafer vaat etmez. Yeni strateji ise, normatif ve pozitif yaklaşımların karmasında ve “değer yaratan sistemler” oluşturma başarısında yatıyor.
Türkiye’yi, “sözü dinlenir, rekabet avantajı olan ülke” haline getirmek, yeni ekonomik düzen içinde, kamu veya özel sektörün tek başına başarabileceği bir şey değil. Ekonominin sorunu dış kaynak yetersizliği değil; verimdir. Çalışanımızın sorunu işsizlik değil verimliliktir. Bir saat çalışma karşılığı milli gelire 5 $ katkı sağlayan iş gücü ile aynı sürede milli gelirine 40 $ katkı sağlayan ekonomilere yetişmemiz mümkün görünmüyor.
Normatif veya pozitif… İkisinin karmasında çıkış yolu, “verimli yapılar oluşturan” normatiflerle, “rekabet gücümüzü artıran” pozitiflerin işbirliğinde görünmektedir.