Orkestra şefleri ayakta ölürler

Gürer Aykal, 80. yaşını özel bir konserle, sahnede kutladı. Bu vesileyle kendisi ile bir araya geldik ve 70 yıla yayılan müzik yolcuğunu konuşma fırsatımız oldu. 80. yaş gününü sahnede kutlayan Gürer Aykal “Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası benim bir parçam. Vücudumun bir parçası” diyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Orkestra şefleri ayakta ölürler

Merve YEDEKÇİ

Müzik serüveniniz nasıl başladı?

Ben Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü’nde doğdum. Babam orada müzik öğretmeniydi. Ondan miras kulağım var. Çifteler’de her öğrenci bir hatta iki saz çalardı. Evde her zaman her türlü müzik enstrümanı bulunurdu. Dolayısıyla müzik ile tanışmam çok erken yaşlarda köy enstitüsünde oldu. Müziği ses olarak değil nota olarak duyarım hep. Başka bir şey duymadım hayatımda. Babam bunu çok erken yaşlarda fark etti.

Ankara yolcuğunuz nasıl gelişti?

Ankara Devlet Konservatuarı keman bölümüne 11 yaşında başladım. O yıllarda Türkiye’de müzik müfettişleri vardı. Bu müzik müfettişleri ülkedeki bütün müzik öğretmenleri ile o günkü koşullara göre haberleşirlerdi. Müzik öğretmenlerinden sanata yatkın öğrencilerin seçmelerini isterlerdi. Daha sonra müzik müfettişleri Türkiye’deki bütün kentlere gider ve seçilmiş öğrencileri izlerlerdi.

Müfettişler tarafından beğenilen öğrenciler, Ankara Devlet Konservatuarı’na sınava davet edilirdi. O dönem ben daha 5. sınıfta Diyarbakır’dayım. Bizim sınıfa da ellerinde bir akordiyonla bahsettiğim müfettişler geldiler. Akordiyonla basılan çalınan sesi söylemeyi, kulak sordular. Bana sıra geldiğinde ben notasıyla söyledim. Bu benim için çok doğal, çünkü benim böyle bir kulağım var. Çok mutlu oldular, 5 sese kadar sordular bana. Sonra babamdan ve annemden beni Ankara’ya konservatuara getirmelerini istediler.

O zamanlar Diyarbakır’dan Ankara’ya gitmek bir buçuk gün sürüyordu. Neyse ben geldim, sınava girdim. Sonra öğrendim ki, bana kulağı Ulvi Cemal Erkin sormuş. Sınavda keman bölümünü kazandım. Ve Atatürk’ü tanıyan, ona keman çalan Necdet Remzi Atak’ın öğrencisi olarak keman bölümüne başladım. Konservatuar da o olağanüstü okulda okudum.

İlk bestenizi nasıl yaptınız?

Aslında bir balerin sevdiğim vardı. Onun da doğum günü yaklaşıyordu. E tabii para da yok. Ufak bir şey yazdım ona. Sonra da yazdığımı arkadaşlarımla beraber çaldık. Yani benim balerin sevgilime verebileceğim armağan benimde ilk bestem bu oldu.

Orkestra şefliğinin püf noktası nedir?

Orkestra şefi, orkestrada çaldığı eseri son derece iyi inceleyen bütün sazları bilen, kimin ne çalacağını çok iyi bilen kişidir. Sonra o eseri vücudunda uzun süre yaşatan ve kendi benliğinde bir şekil verendir. Şef orkestra’nın önüne geldiği zaman bu kendi içindeki besteyi orkestraya çaldırır. Herkesin önünde tabi ki notası var o başka.

Ayrıca her orkestra şefinin müziğe bakışı da ayrıdır. Bu nedenle müzik zaten çeşitli şekillerde çalınır. Beethoven senfoniyi çalan yöneten orkestra şefleri ayrı ayrı yoruma varırlar. Aynı Beethoven başka başka şekiller alır. Bu orkestra şefinin o eseri ne kadar algıladığı ne kadar benliğinde taşıdığının göstergesidir. Yani orkestrada herkesin ne çaldığını bilmezseniz olmaz. O zaman orkestra sizin püf noktanızı yakalar ve hiç sizi dinlemez. Çalkalanan konserler olur. Böyle konserlerde dünyada çok oluyor. Yalnız bizim ülkemizde değil, bizim ülkemizde olmaz.

Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’yla 80. yaş gününüzü kutluyorsunuz… Neler hissediyorsunuz?

Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası benim bir parçam. Vücudumun bir parçası. Onların başarısı kadar beni mutlu eden bir şey yok. Böyle bir orkestraya başlama şansına eriştim. Bütün bunda tabi Asım Kocabıyık’ın katkısı var. Hayatımda Atatürk’ü bu kadar özümsemiş bir insan tanımadım. Keşke Asım Kocabıyık’ı daha önceden tanımış olsaydım. Çok daha şey öğrenebilirdim. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası Türkiye’ye bir örnek olmuştur. Türkiye’deki ilk özel orkestra Ankara’da İhsan Doğramacı tarafından Bilkent’te kurulmuştur. O orkestrada çalanların yalnız akademik bir görevi de vardı. Aynı zamanda dersler de verirlerdi. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası tam Amerikan anlayışı, Amerikan üzerine kurulmuş orkestradır. Böyle orkestra komşularımızda da yok. Örneğin Yunanistan bu ara çok konuştuğumuz komşumuz. Silahsızlanma, adalar… Biz ne kadar dost yaşayabilen insanlarız. Niye silahlar konuşuluyor? Diyeceğim o ki yazık emperyalizmin yeniden aldatmasına gelmesinler. Ama onlarda da böyle bir orkestra yok. Yere göğe kendilerini sığdıramayan Avusturyalılar. Onlar da yok. Şunu demek istiyorum, Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası bu dünyaya örnek bir orkestra. Bu orkestranın başarıları beni çok mutlu kılıyor. Şimdi 80. yaşım için konser yöneteceğim. O çok köklü, Atatürkçü aileye şükranlarımı sunuyorum. Müzisyenim, sanatçıyım kendim ile ilgili sorulara pek yanıt veremiyorum, duygulanıyorum.

Bundan sonraki projeleriniz neler?

Ben konserlerime devam edeceğim. Oğullarım var. Yapamadığım zaman baba sen artık yönetme diyecekler eminim. Yalnız oğullarım değil, orkestrada ki kızlarım da uyarırlar hocam sen artık dinlen diye. Şunu da biliyorum ki orkestra şefleri ayakta ölürler. Ben ona hazırım. Bu kadar çalıştıktan sonra, güzel bir duyguyu gerçekten ancak ölüm ayırabilir benden.

MOZART’A ULUS OLARAK ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ, ADIMIZI DÜNYAYA DUYURDU

Mozart’ı çaldırmaktan çok keyif aldığınızı biliyoruz… Sizdeki hissiyatı nedir?

Tabii ki Mozart’ı çaldırmak çok keyifli. Herhangi bir eserini yönettiğim zaman vardığım mutluluğun inanın ben açılımını yapamam. Bana verdiği büyük huzuru büyük güveni açıklayamam. Çünkü Mozart’ın zaten artık hamile kadınlar da bile etkisi görülmüş. Çocuğun daha sakin daha bilge doğması için, doğumdan önce Mozart dinlemeleri isteniliyor. İlginç bir araştırma okumuştum. Bir kadın çocuğum hareket etmiyor öldü mü endişesi ile doktora gidiyor. Doktor hamile kadına Beethoven çaldırıyor, çalar çalmaz çocuk hareket etmeye başlıyor. Beethoven çocuğu hareket ettiriyor ama Mozart değil. Demek ki başka duygular veriyor Mozart. Ben de Mozart yönetmeyi çaldırmayı çok seviyorum. Ayrıca Mozart’a biz ulus olarak çok şey borçluyuz. Türk adını dünyada en çok duyuran besteci Mozart’tır. Mozart sayesinde milyarlarca kişi Türk Marşı’nın majörünün, minörün nasıl olduğunu bilirler. Dolayısıyla Türk Marşını bilirler

HAFTA