“Öğretmenimden kalan kalemle yazıyorum”

Bu hafta, edebiyatımızın farklı alanlarında eserler vermiş şair ve yazar Adil İzci ile yazı masasının başında buluştum. Hatıraların uçuştuğu evinde Sabahattin Kudret Aksal ve Sait Faik’ten bugüne bir yolculuğa çıktık.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
“Öğretmenimden kalan kalemle yazıyorum”

FARUK ŞÜYÜN – YAZAR MASALARI

Salona girer girmez gözüm, çalışma masasının yanındaki büfenin üstünde duran objelere takıldı, “yalnızca burayı konuşsak yeter” diye düşündüm. Adil İzci’yle sohbetimize yazı masasının hikâyesiyle başladık:

“Aslında içerde bir çalışma masam daha var, fakat son yıllarda salondaki bu geniş masayı yeğliyorum, çünkü daha elverişli ve burası daha ferah. Ama zaman zaman yan odadaki o masada da çalışabiliyorum” deyince “isterseniz diğer taraftan başlayalım” dedim. Oradaki çalışma masası küçük, üzeri fotoğraflarla dolu. Meselâ imzalı bir Sait Faik fotoğrafı:

“Sait Faik’in ölümünden sonra annesi bir ödül koyuyor ve ilki 1955’te Sabahattin Kudret Aksal’a veriliyor. Bu fotoğraf, ödülü aldığında kendisine armağan edilmiş. Eşi Münire Hanım da Sait Faik sevgimi bildiği için yine Sait Faik imzalı iki kitapla birlikte bana emanet etti… Bunlar da yine emaneti olan Sabahattin Bey’in kravatları…”

Tabii ki Sabahattin Bey’in fotoğrafı da var, çok sevip saydığı Oktay Akbal’ın da… Oktay Akbal’ın ardından verilmeye başlanan ödülün ilk sahibi ‘Canım Ada’ ile Adil İzci olmuş. Plaketi için “Oktay Akbal adına verilen bir ödülü almak en büyük onur. Kızlarıma bırakacağım en değerli hatıralardan birinin o olacağını düşünüyorum” diyor.

Çok genç yaşta helikopteri düştüğü için yitirdikleri yeğeninin pilot mahallinde üniformalı fotoğrafı da orada… Gümüş bir sigaralık çıkarıyor çekmeceden, Sabahattin Bey’e eniştesi Tahran’dan getirmiş, bugün Adil Bey saklıyor…

Duvarı kaplayan kütüphanede kitapların önünde fotoğraflar duruyor:

“Mezun olduğum Niğde Lisesi, Ayşe Sarısayın ile Selim Abi (İleri), Enver Gökçe, 77 ya da 78’de kaldığı huzurevinde ben çekmiştim. Kızlarımın fotoğrafları. Vedat Günyol’la Bostancı’daki evinin bahçesinde. Cevdet Kudret kitaplığında oturmuş bir kitap inceliyor. Hilmi Yavuz’un kolejde konuk olduğu bir günün fotoğrafı. Sait Faik’in teknede köpekli fotoğrafı. Onun şöyle bir hikâyesi var; 1976 yılında Ankara’dan İstanbul’a kaçamaklarımdan birinde Vedat Günyol’a uğramıştım. Onun da kütüphanesinin raflarında fotoğraflar dururdu. Bu ilgimi çekmişti. Gözümün kaldığını hisseden Vedat Bey, Ankara’ya döndüğümde çok zarif bir mektup eşliğinde fotoğrafı bana armağan etmişti. Yani Vedat Bey’in yadigârı… Orhan Veli’nin fotoğrafını da Vedat Bey vermişti, ama bu kez çoğaltmıştım.”

Yine raflarda küçük bakırlar, yerde büyükleri… Ablasının bir İspanya gezisinden getirdiği boğa… Kızlarının küçükken yazdığı sevgi notlarını sakladığı işlemeli bir ahşap kutu: “Adil İzci cici baba, seni seviyorum.”

Ya deniz kabukları?

“Küçükken boğulma tehlikesi geçirdim, yüzme bilmem, ama denizi, izlemeyi severim. Deniz kabuklarını da severim. Bir yeğenimin adını Deniz koymuştum, denizci oldu çıktı sonunda.”

Deniz deyince Canım Ada’da önceki öykü kitabınız Ada Sularında da başrolde Heybeliada var:

“Heybeli’de üç yıl kaldım ve çok sevdim ada hayatını. Bilhassa kışı çok güzeldi, sessiz sakin rahat rahat çalışabiliyordum. Karamel’in Günlüğü ve Karamel’in Rüyaları isimli çocuk kitapları, Canım Ada, öğretmenlik anılarımdan bir derleme olan Örtmenim o dönemin eserleridir.”

Nasıl çalışıyorsunuz?

“Önce not alıyor, sonra onları bilgisayarda işlemeye çalışıyorum. Not alırken genellikle dolmakalem kullanıyorum. Dolmakalemlere merakım var… Lisede Türk dili edebiyatı öğretmenin Orhan Culfa’nın ölümünden sonra eşinin verdiği bir dolmakalem de bunların arasında. 55 yıl önceki öğretmenimin kullandığı kalemle şimdi ben yazıyorum.”

İki kız babası. Salondaki büfenin üzerindeki bir patik, bir ayakkabı onlara ait. Kızların o patik ve ayakkabıyla fotoğrafları da hemen yanında. Kendi elyazısıyla Behçet Necatigil’in bir şiiri de orada yerini almış.

Adil İzci, AÜ Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde başladığı yüksek öğrenimini aynı okulun Yeni Türk Edebiyatı Bölümü’nde tamamlamış. 1980-2010 arası 30 sene Robert Kolej’de öğretmenlik yapmış:

“Şanslı bir öğretmendim. 30 yıl çok zevkle, keyifle, mutlulukla dolu bir öğretmenlik yaptım. Aralarında yazarların ve sanatçıların da bulunduğu çok değerli öğrencilerim oldu. Kolej’de de çok değerli yazarlarımızı, ozanlarımızı ağırladık. Robert Kolej’in doğasına da değinmeliyim. İstanbul’un ortasında tam bir vaha! Doğa bilincine asıl burada vardım diyebilirim. Her sabah ders öncesi koruda yürüyüşler yapardım. Yazdığım yazıların, şiirlerin, öykülerin bir kısmı o yürüyüşler sırasında uç verdi.”

Niğde doğumlusunuz. Çocukluğunuz da orada benzer bir ortamda geçmiş olmalı, yapıtlarınızda doğa önemli rol oynuyor:

“Mahallemizde baharlar, yazlar, hatta güzler boyunca türlü türlü ağacın altında oynadım akranlarımla. Üzerimize cıvıltılar yağa yağa... Doğa kokuları arasında…”

Son dönemde şiir pek yazmıyor, öyküye yoğunlaşmış, ‘armağan kitap’ çalışmaları da yapıyor:

“Sabahattin Kudret Aksal’a Armağan’ı hazırlamıştım, Sait Faik üzerine anıların bir bölümünü derledim. Şimdi Agop Arad, Hüsamettin Bozok, Zeyyat Selimoğlu ve Tahir Alangu ile ilgili birer armağan kitap çıkarma hayalim sürüyor, epey de ilerledim.”

Adil Bey’i aradığımda Kahramanmaraş’taydı, bütün yazı orada geçirmiş. Diyor ki:

“Ben bir memur çocuğuyum. Babam emekli olunca Niğde’den Maraş’a gittik. Orada dede ve baba toprağı sayacağımız bir yer duruyor. Her yaz bir Ege, Akdeniz turu yaptıktan sonra, bazen Niğde’ye uğruyor, oradan da Kahramanmaraş’a geçiyor, baba evini açıyorum. İki buçuk, üç ayımı orada geçiriyor, yazmaktan çok biriken kitapları okuyorum. Anadolu’da bir söz vardır ‘baba ocağının ışığını yakmak’ diye ben de o ışığı yakmış oluyorum.”