“O günleri yaşayan bir gazeteci gibi yazdım”

Şartlar zorlu… Savaş Anadolu’nun her yerinde. Bağımsızlık mücadelesi için asker cephede mühimmat bekler. Yaşlı bir gümrük teknesi taliptir bu zorlu göreve: Rüsumat… Yorgundur ama düşmandan sakınmak için kâh batırılarak kâh yeniden yüzdürülerek görevini layığıyla getirir yerine ve destansı bir iz bırakır dünya bahriye tarihine…

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
“O günleri yaşayan bir gazeteci gibi yazdım”

GÜLSEREN ÜST POLAT

Rüsumat - Kurtuluşun Hayalet Gemisi, gazeteci Mehmet Uluğtürkan’ın üçüncü romanı… Madalyasız ve Kayıp Sancak’ın ardından yine bir dönem kitabı ile bizi Kurtuluş Savaşı yıllarına götürüyor Uluğtürkan… Sovyet limanları ile Anadolu limanları arasında defalarca sefer yaparak mühimmat taşıyan Rüsumat adlı bir gemi ile birkaç Kuvvacı bahriyeli, civanmert Karadenizlinin başardığı inanılmaz işleri anlatıyor kitap bizlere…

“O günleri, o olayları yaşayan bir gazeteci gibi yazdım. Rüsumat’ı okuyanların da benim gibi gerilimi, hüznü, gururu yaşayacağını tahmin ediyorum” diyen Mehmet Uluğtürkan için bu kitabın oldukça da özel bir yeri var. Cumhuriyetimizin 100’üncü yılına ithaf edilen Rüsumat, 29 Ekim’de İnkılap Kitapevi etiketiyle buluşacak okurla.

Geçmişi yad edip geleceğe iz bırakan bu kitabı oldukça titiz araştırmalar sonrasında okurla buluşturan Mehmet Uluğtürkan ile Rüsumat’ın yolculuğunu konuştuk…  

Madalyasız ve Kayıp Sancak kitaplarınızın ardından üçüncü kitabınız Rüsumat – Kurtuluşun Hayalet Gemisi, 29 Ekim’de raflarda olacak. Kitabın içeriğine geçmeden önce şunu sormak isterim: Kurtuluş Savaşı yıllarını anlatan bu eserin tam da Cumhuriyet’in 100’üncü yılında okurla buluşacak olması size ne hissettiriyor?

Bana, ‘Dünyaya bir daha geleceksin, zamanını da sen belirleyeceksin’ dense 1900 yılında doğmuş olmayı ve Yeni Adana ya da Hakimiyet-i Milliye gazetesinin muhabiri olmayı seçerdim. Çok isterdim, 30 Ekim 1918’de Agememnon zırhlısında olmayı. İmparatorluğun bittiğinin ilan edildiği Mondros Mütarekesi’nin imza töreninde bir kare fotoğraf çekmeyi, 7’nci Ordu Komutanlığı’nı Alman Komutan Liman von Sanders’ten devralan Mustafa Kemal’in payitahta rağmen İskenderun’u işgal etmek isteyen İngiliz gemisine ateş emrini vermesini haber yapmayı... 19 Mayıs 1919’da Samsun’da, 4 Eylül 1919’da Sivas’ta, 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da olmayı, oralardan haber yazmayı çok isterdim. Türk Kurtuluş Savaşı, yeryüzünde bir daha yaşanması mümkün olamayacak kadar fedakârlıkların, kahramanlıkların mücadelesidir. Cumhuriyet, o dönem dünyanın en güçlü emperyalist devletlerin bir olup üzerimize geldiği, ancak işgal başarılamadığı için kurtarılmış vatanın tacıdır. Madem bu mücadele sürecinde o olayların haberini yazamadım, öyleyse romanını yazayım dedim. Üçüncü romanım Rüsumat’ı Cumhuriyetimizin 100’üncü yılına ithaf ettim. 29 Ekim’de okurla buluşacak olması da hayallerimden biriydi. Çok mutluyum.

Sizi bu kitabı kaleme almaya iten şey neydi?

Kurtuluş Savaşı’na dair romanların, dizilerin, filmlerin yeterli olduğunu düşünmüyorum.  Amerika’nın böyle bir işgal yaşadığını ve istiklal savaşını kazandığını düşünün. Sanırım Hollywood filmlerinin yüzde 95’inin konusu bu olurdu. Verdiğimiz mücadeleyi çocuklarımıza daha etkili bir biçimde anlatmalıyız. 20 Ekim 1918 Mondros ile 3 Ekim 1922 Mudanya Mütarekeleri arasındaki 4 yılı anlamak ve anlatmak zorundayız. Bu dönemde yaşanmış ancak yeterince bilinmeyen olayların, kahramanların mutlaka gün yüzüne çıkarılması gerektiğine inanıyorum. Bu benim yeni romanlar yazma motivasyonumun kaynağı oluyor.

Aslında baskı öncesi kitabı okuyan şanslı insanlardan biriyim ama okurlara da bilgi vermek adına sizden dinlemek isteriz. Kurtuluş Savaşı, Anadolu’nun her bölgesinden, her ilinden, hatta her köyünden bambaşka hikâyelerin çıktığı bir dönem… Rüsumat ile hangi coğrafyada, dönemin hangi kesitini aktarıyorsunuz okura?

Mustafa Kemal, vatanı kurtarma mücadelesine başladığında 37 yaşında bir tümgeneral… Hiçbir cephede kaybetmemiş bir subay. Sadece başarılı bir asker değil. O dönemin dünyasını iyi okuyan bir strateji uzmanı. 1917 yılına kadar savaştığımız Rusları 3 yıl sonra bize silah yardımı yapmaya ikna eden bir uluslararası ilişkiler uzmanı… Batı Cephesi’nde Yunan’la savaşırken tek mermi bile çok önemli. Kısıtlı bir cephaneyle savaşıyoruz. Dönemin süper güçleri İngiltere, Fransa, İtalya Anadolu’yu paylaşma sevdasında. Sadece Sovyetler bize yardıma ikna olmuş ama bu yardımlar o yıllarda işgalci donanmalarının kol gezdiği Karadeniz’i aşıp Anadolu’ya nasıl getirilecek? İşte, tam bu noktada yaşlı bir gümrük teknesi adeta efsane bir gemiye dönüşüyor. Birkaç Kuvvacı bahriyeli, civanmert Karadenizli, inanılmaz işler başarıyor. Sovyet limanları ile Anadolu limanları arasında defalarca sefer yaparak mühimmat taşıyan Rüsumat adlı bir gemi düşmandan sakınmak için kâh batırılıyor kâh yeniden yüzdürülüyor. Dünya bahriye tarihinde görülmemiş kahramanlıklar yaşanıyor. Kurtuluş Savaşı’mızı tüm detaylarının hâlâ tam olarak yazılı ya da görsel olarak kayıtlara geçirilmediğini düşündüğüm gibi özellikle deniz cephesine dair yeterli eser bırakılmadığını da düşünüyorum. Rüsumat, Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler adlı muhteşem eserinde kısaca işlenmiş. Bunu okuduğumda Rüsumat’ın Kurtuluş Savaşımızdaki rolünün mutlaka detaylandırılması gerektiğini düşündüm. O günleri, o olayları yaşayan bir gazeteci gibi yazdım. Rüsumat, okuyanların da benim gibi gerilimi, hüznü, gururu yaşayacağını tahmin ediyorum.

Rüsumat bir dönem kitabı. Bu özelliğiyle de ciddi araştırma gerektiren bir süreç. Hatta kitabın sonunda da kişiler ve farklı görsellerle desteklenmiş kitap. Biraz bu süreçten söz eder misiniz? Nasıl bir deneyimdi, bu süreç ne kadar zamanınızı aldı?

Yazdığım tüm tarihi romanlarda cerrah, kuyumcu, hâkim hassasiyetiyle çalışmaya, araştırmaya gayret gösteriyorum. Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere bilinen tüm kaynakların yanı sıra o dönemin Osmanlıca yerel gazeteleri de dâhil birçok eserden yararlanmaya özen gösteriyorum. Romanlarımda ağırlık gerçek kişilerden, gerçek mekânlardan ve gerçek olaylardan oluşuyor. Çok az oranda kurguyu geliştirmek için gerçek olmayan kahramanlardan yararlanıyorum. Rüsumat’la ilgili araştırmalarıma bir önceki romanım Kayıp Sancak’ın yayımlanmasından hemen sonra başladım. Bir yıl belgeleri temin etme, okuma, araştırma süreci ve yaklaşık bir yıl da yazım süreci var.

Yanılmıyorsam kitabın geçtiği coğrafya olan Ordu Büyükşehir Belediyesi de katkısını esirgememiş. Nasıl bir motivasyon oldu sizin için?

İki yıl önce Ekonomi Gazetecileri Derneği’nin bir organizasyonu çerçevesinde Ordu’ya gitmiştim. Ordu Büyükşehir Belediyesi Başkanı Dr. Hilmi Güler’le sohbet ederken Kurtuluş Savaşı’nda Ordu’yu konuştuk. Rüsumat’ın seferlerinden birinde düşman donanmasından kaçınırken Ordu iskelesine sığınmak zorunda kaldığını, mühimmat dolu yükünü kahraman Orduluların boşaltıp gizlediğini, geminin batırıldıktan sonra tekrar yüzdürüldüğünü detaylarıyla anlattı. Hatta Rüsumat’ın gerçek ölçülerindeki maketini yaptırıp sergileyeceklerini anlattı. Nitekim geçtiğimiz yıl Rüsumat’ın aynı ölçülerdeki maketi yapılarak belediyenin önünde yer alan sahile yerleştirildi. Roman yazımını tamamladığımda yayınevine göndermeden önce Ordu’ya bir kez daha gittim. Ordu Büyükşehir Belediyesi organizasyonunda Rüsumat’la ilgilenen yerel tarihçiler, kahramanların torunlarıyla bir araya getirildim. Rüsumat’ın batırılıp tekrar yüzdürüldüğü yeri, silahların taşındığı ve gizlendiği Saray Hamamı’nı yerinde görme imkânı buldum. Bir diğer önemli şansım da İnkılap Kitabevi’nin bana atadığı editör Gökçe Şenoğlu’nun anne tarafından Ordulu olmasıydı. O bölgeyi ve kültürünü tanıyor olması da romanıma önemli katkı sağladı.

Bir dönem kitabı ama okuru bir tarih kitabı da beklemiyor aslında. O dönemi Vonalı Celâl’in, Hamdi’nin, Dursun Kaptan’ın ya da Paskal Mahmut’un gözünden görüyor, onların dilinden anlatıyorsunuz bu bağımsızlık mücadelesini. Bu hikâye dili okuru da daha dinamik tutuyor sanırım…

Vonalı Celâl, romanımın tek kurgu kahramanı. Diğer kahramanlar gerçek isimleri ve yaptıklarıyla romanın içerisindeler. Olayları yazmanın ötesinde kahramanlara anlattırarak okuru konunun içerisine çekmeyi yeğledim. Muhabirlik yaptığım yıllarda da yazdığım haberlerde insan unsurunu ön plana almayı tercih ediyordum. Sanırım bunun bir yansıması oldu. İki Osmanlı delikanlısı, deniz zabitleri, Ordu’nun yöneticileri ölüm kalım sürecini birlikte yaşıyorlardı ama her birinin tepkisi, yaptıkları farklılıklar içeriyordu. Bunun romana zenginlik kattığını düşünüyorum.

Kitaba da ismini veren Rüsumat gemisinden söz edelim. Sizin gözünüzde Rüsümat’ı hikâyeleştirmeye değer kılan tam olarak neydi?

Rüsumat aslında bir balıkçı teknesi. 1891 yılında İngiltere’de yapılmış. 1913 yılında Osmanlı satın almış. Cihan Harbi’nde mayın tarama görevi yapmış. Hepi topu 30 metrelik, yakıtı kömür olan bir gemi. Kurtuluş Savaşı yıllarında hayli yaşlı. Çatlayan sacı çimentoyla onarılarak yüzdürülüyor. Böylesi bir gemiyle Rus limanlarından defalarca gerçekleştirilen seferlerle Anadolu’ya mühimmat taşınıyor. Bu seferlerin birinde düşman zırhlılarınca fark edilen cephane yüklü Rüsumat, Ordu’ya sığınmak zorunda kalıyor. Geminin komutanı Yüzbaşı Mahmut, mürettebatı ve kahraman Ordulular, Rüsumat’ın silahtan oluşan yükünü kısa sürede boşaltıyor. Düşman gemileri Ordu iskelesinden görülmeye başlandığında valfler sökülüyor, geminin su alması sağlanıyor. Hatta gemide yangın çıkarılıyor. Rüsumat’ın battığını gören düşman zırhlıları olay yerinden ayrılır ayrılmaz gemi bir gencin denize dalarak valfi kapatması ve suyun boşaltılmasıyla yeniden yüzdürülüyor. Deniz tarihinde ilk ve son kez yaşanan bu olay başta olmak üzere Rüsumat ve etrafında yaşananların yazılması gerekiyordu.

Fahri Pelit’in Rüsumat romanı için yaptığı karakalem çalışmalarından biri. (Mahmut Yüzbaşı, Rüsumat gemisi ve mürettebatı)

Bağımsızlık mücadelesi de olsa bir yandan insan olarak kontrol edemediğimiz, engel olamadığımız duygularımız var, aşk gibi mesela... Bir de aşk hikâyesi var kitapta… Hikâyeyi yumuşatmak için koyulmuş bir kurgu mu?

Hikâyeyi yumuşatmak değil, ama kurgu karakter olan Vonalı Celâl’i düşünürken kavgacı ve cesur kişiliğinin altında mutlaka duygusal bir adam olduğunu düşündüm. Buradan hareketle de âşık olması, mektuplar yazması tam Vonalı’dan beklenecek işler gibi göründü. Bir de burada hayatın olağan akışını görüyoruz aslında. Yani bir varlık, yokluk mücadelesi sürüyor. Anadolu’daki Vonalı da, hatta belki Sündüs de bu mücadeleye ellerinden gelen desteği sunuyor. Ama bir yandan da insana dair duygular da akıp gitmeye devam ediyor. Vonalı’nın âşık olması biraz da bu pencereden görünen bir hikâye sanırım.

Size dönecek olursak üç kitabınızda da aslında bir ulusun bağımsızlık mücadelesinden kesitler var. Bu döneme karşı özel bir ilginiz olduğu aşikâr… Yanılıyor muyum?

Bağımsızlık için verilen mücadeleyi, fedakârlığı öğrendiğinizde bu güzel vatan için ben daha fazla ne yapabilirim diye düşünüyorsunuz. Malını, canını, hatta çocuklarının canını feda edenlerin bize teslim ettiği bu vatanı, bu Cumhuriyet’i korumak, koruyabilmek, geliştirmek için ne yapıyoruz? Ben bunu çok sık sorguluyorum. Daha fazla eser bırakmak istiyorum. Sanayici olsam bu ülke için daha fazla yatırım yapma çabasında olurdum herhalde… Öğretmen olsam bir çocukla daha fazla ilgilenmeye özen gösterirdim sanırım.

Bu kitaptan sonra yeni bir kitap projesi var mı? Varsa yine Kurtuluş Savaşı dönemi özelinde bir kitap mı olacak?

Başladım bile. Hayalimde, Atatürk’ün kabinesinde yer alan bir bakanın hayatını romanlaştırmak var. İnanılmaz bir isim. Şimdilik isim vermesem olur mu?

Kitabın bölümlerinin başında bir iş insanı olan Fahri Pelit’in de karakalem çalışmaları var. Bu nasıl oldu peki?

Yazdığım romanları gerçek kahramanların ve o döneme ait mekânların fotoğraflarıyla zenginleştirmeyi çok seviyorum. Ancak maalesef 1920’li yıllara ait fotoğraflar kısıtlı. Her roman dosyamı tamamladığımda çok farklı kesimlerden seçtiğim birkaç kişiye okumaları için yollarım. Geri dönüşleri benim için çok değerli oluyor. Rüsumat’ta da öyle yaptım. Bir iş insanı olan Fahri Pelit’e de Rüsumat’ı okuması için gönderdim. Dosyayı çok beğendiğini söyledikten sonra “Romanın için karakalem resimler çizebilir miyim?” dedi. Gelen resimler inanılmaz güzeldi. Yayın direktörümüz Mehmet Bozkurt, bu resimleri her bölümün başına koyabileceğimizi söylediğinde inanılmaz mutlu oldum. Rüsumat’ı okuyanlar Pelit’in karakalem resimleriyle adeta sahnelerin içerisine girecek.

 

HAFTA