Mutluluk peşinde koşarken tükenmek

Bir sonraki makam, bir sonraki kazanç, bir sonraki beğeni… Hepsi bizi sonsuz bir kısır döngüye hapsediyor. Peki, bu arada ‘hayatı nasıl daha anlamlı yaşarım’ diye soruyor musunuz?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Mutluluk peşinde koşarken tükenmek

TUNÇ DİPTAŞ 

Zenginliğin, paranın, başarı ve gücün yüceltildiği bir dünyada, bunları elde etmek uğruna neleri feda edersiniz?

İnandığınız değerlerden vazgeçer misiniz? Hırsınıza yenik düşüp, durmanız gereken yerde daha fazlasını arar mısınız?

Kendi hedeflerinize ulaşmak için, başkalarının haklarını hiçe sayar mısınız? Daha fazlasını kazanmak için hile yapar, yalan söyler misiniz?

Daha fazla güç uğruna verdiğiniz sözleri unutur musunuz? Kendi kurtuluşunuz uğruna bir başkasını feda eder misiniz?

Bu soruların yanıtlarını sorgulatan ve günümüz dünyasını eleştiren bir hikâye, Netflix’in milyonlarca insanı etkileyen Squid Game dizisinde karşımıza çıkıyor. Dizinin geçen günlerde yayınlanan ikinci sezonu, bir kez daha milyonların dikkatini çekmeyi başardı.

Squid Game, tıpkı ilk sezonunda olduğu gibi, hırslarına yenik düşmüş, kumar ve at yarışı alışkanlıkları nedeniyle her şeyini kaybetmiş, işinde başarısız olup iflas etmiş ve borç batağında yaşayan insanların, büyük ikramiyeyi kazanmak için katıldığı ölümcül bir oyunu anlatıyor. Her bir oyunda, kazanmak için yalan söyleyenler, hile yapanlar, en yakın arkadaşını para uğruna gözden çıkaranlar, stres altında kaldıklarında takım arkadaşlarını gözlerini bile kırpmadan ölüme gönderenler…

Ve tüm bunların ardından, vicdanlarını rahatlatmak için “Ailem için yaptım” ya da “Başka çarem kalmamıştı” mazeretlerini üretenler…

Squid Game, günlük hazların peşinde koşarken kendimizi nasıl baskı altına aldığımızı, bu süreçte kendi değerlerimizden nasıl vazgeçebileceğimizi ve ahlak kavramının nasıl yozlaşabileceğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Hırsın, adaletin ve vicdanın önüne geçişi, izleyiciyi hem düşündürüyor hem de sorgulamaya itiyor. 

SONSUZ BİR DÖNGÜYE HAPSOLUYORUZ

Dizide anlatılan hikayeler bir kurgu olabilir, ancak gerçek hayatta da bu ahlaki çöküşün farklı versiyonlarına tanık oluyoruz. Örneğin, Amerika’nın son on yılına baktığımızda kurumların satış baskısı altında alınan kararlar neticesinde büyük zorluklar yaşadığını ve skandallarla dolu bir tablo ortaya çıktığını görürsünüz. Geçen ay yaşanan trajik bir olay, bu yozlaşmayı bir kez daha gündeme getirdi. Büyük bir sigorta şirketinin CEO’su, kâr amacı güdüldüğü için sağlık hizmetinden mahrum bırakıldığını düşünen bir kişi tarafından acımasızca öldürüldü. Elbette, böyle bir eylem hiçbir şekilde mazur görülemez. Ancak bu ve benzeri olaylar, çağımızda insani değerleri önceleyen liderlere ve şirketlere olan ihtiyacı bir kez daha gözler önüne seriyor. Rakamlar üzerinden değil, insan ihtiyaçları ve memnuniyeti üzerinden oyun kuran; müşterilere satış yapmayı değil, değer katmayı amaçlayan ahlaklı şirketlere ve liderlere her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuluyor.

Bugünün tüketim kültürü, haz ve hız üzerine inşa edilmiştir. Sürekli olarak bizi geçici hazlara doğru iter ve “Bunu elde edersen, dünyanın en mutlu insanı olacaksın” düşüncesini bilinçaltımıza işler.

Bu yüzden, “Şu arabayı alırsam”, “Şu giysiyi giyersem”, “Şu makama gelirsem”, “Şu kadar para kazanırsam” diyerek mutluluğun peşinden koşuyoruz. Ancak elde ettiğimiz anda, tıpkı Squid Game’deki oyuncuların bir sonraki oyunu ölümleri pahasına istemeleri gibi, henüz elde ettiğimiz mutluluğun tadını bile çıkarmadan bir sonrakine yöneliyoruz. Bu hız ve doyumsuzluk, bizi sürekli tüketmeye ve sonunda derin bir tatminsizlik ve huzursuzluk yaşamaya itiyor.

Farkında olmadığımız gerçek şu: Bir sonraki makam, bir sonraki kazanç, bir sonraki bildirim, bir sonraki beğeni… Hepsi bizi sonsuz bir kısır döngüye hapsediyor. Bir oraya, bir buraya savrularak ömrümüzü geçiriyoruz.

Peki, geçici olana tutunmayı bırakıp anlamlı olana yönelmenin, “Ben hayatımı nasıl daha anlamlı yaşarım?” diye sormanın vakti gelmedi mi?

 

 

 

 

 

 

HAFTA