Masamızdan başkalarına ilham verebiliyorsak ne güzel
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Seval Şahin’in masasında başta edebiyat tarihimiz, güncel edebiyat üzerine öyle çok şey var ki… Tabii sevdiği objeler de…
FARUK ŞÜYÜN
“Masalar bizi biz yapan eşyalar. Edip Cansever’in ‘Masa da masaymış ha’ şiirindeki gibi… Bunu sağlayan biraz da bizim o masayla ne yaptığımız” diye söze başlıyor Seval Şahin. “Masa da masaymış ha / Bana mısın demedi bu kadar yüke / Bir iki sallandı durdu / Adam ha babam koyuyordu” dizeleriyle anlatıyordu masanın hikâyesini şair. Devam ediyor Seval Hoca:
“Ben, büyük masalar seviyorum, çünkü hem okuyabileceğim hem çalışabileceğim hem de ara sıra bakmam gereken şeylerin durduğu bir masa gerekiyor. Öğrenciyken her yerde her masada çalışabilen biriydim ama yıllar ilerledikçe daha sessizlik ve kendime ait yerler, kendi masamı arayan biri oldum. Şu anda ofisimdeki masanın başındayız; okulda ve evde de kendime ait birer masam var, ama ben yazılarımı burada yazıyorum. Hoca olarak da yararlandığım eserleri koyabileceğim bir masa gerekiyor. Ayrıca bir radyo programı yapıyorum orada kullanacağım kitapları da koymalıyım… Gerçi bu masada yok, ama okuldaki ofisimde var; aileyi de görmek ister oldum masanın üzerine yerleştirdiğim fotoğraflarda. Yani masa dolu olmalı, boş sevmiyorum. Kendi içinde dağınıklığına rağmen masama kimsenin dokunmasını da istemiyorum çünkü, o dağınıklık içinde aradığım her şeyi bulabiliyorum.”
Hemen masanın üzerindekilere geçiyoruz. Bilgisayarın yanında iki kalem duruyor:
“Yurtdışına gittiğimde özellikle edebiyatçılarla ilgili müzeleri gezmeyi çok seviyor, oralardan defterler, resimler ve özellikle kalemler alıyorum. Masadaki Sherlock Holmes Müzesi’nden bir dolmakalem... Onun yanındaki turuncu olan Shakespeare Müzesi’nden; üzerinde Macbeth’ten bir alıntı bulunuyor.”
Siyah defterle devam ediyoruz:
“O defter, Yunanistan’da çok eski bir geleneğin devamı; farklı renklerde, dillerde yapıyorlar. Bizde İstos Yayınları bu geleneği yaşatıyor. Bendeki İstos’un üzerinde Arapça ‘daftar’ yazan bir ürünü. Masalarımda diğerlerinden de örnekler var.”
Üzerinde Empresyonist bir resmin bulunduğu çanta?
“Müzelerden kalem çantaları almayı da seviyorum. O, Tate Modern’den. Empresyonistler, insana ilham veriyorlar.”
Biblolar, küçük mermer heykelcikler?
“Fil ve kedi biblolarını seviyorum, aslında evde çok var onlardan. Bir dönem baykuş da biriktirmiştim. Filler biliyorsunuz hafızaları çok güçlü hayvanlar. Bana bir tarihçi gibi geliyorlar çünkü hiçbir şeyi unutmuyorlar. Onlara baktığımda hatırlamam gerektiğini düşünüyorum. Kediler zaten olağanüstü yaratıklar. Kediyle yaşamak bize bir lütuf gibi geliyor bana. Küçük mermer heykelcikler ise Yunanistan müzelerinden. Mermere dokunmak bende enerji alıyormuşum hissi veriyor.”
Seval Şahin, masasındaki objelerin çalışmalarının bir parçası olduğunu söylüyor ve “motive olmak, konsantre olmak, hatırlatmak gibi hisler uyandırıyorlar” diyor. Bir koleksiyoncu değil, ama sevdiklerini alıp biriktiriyor. Bu tutkusu da ilanihaye sürmüyor: “Dönemsel olarak biriktirdiklerim değişiyor, onları bana çağrıştırdıkları nedeniyle alıyorum” diye anlatıyor.
Özel baskılı, özel ambalajlı kitaplar da biriktiriyor:
“Bazı yayınevleri yurtdışında olduğu gibi bazı kitaplara özel baskılar yapıyor, özel kaplar, ciltler, torbalar hazırlıyorlar. Onları da saklıyorum. O tarz şeyler de masamda olsun istiyorum yani kitabın yalnızca yazılı bir şey olmasının dışında bir sanat eseri gibi nesne olarak sunulması da önemli benim için…”
Hâlâ çıktı alıp onun üzerinden okuyarak çalışıyor, o kâğıtları kaybetmemek için de büyük ataçlar kullanıyor. Onların ikisi arkadaşı Didem Ardalı Büyükerman’ın hediyesi olan etrafında nazar boncuklu tabağın içinde. Ve öndeki kartpostallar:
“Ofisimin olduğu yerde, Avrupa Pasajı’nda Sanat Kritik’te iki edebiyat sergisi yaptık Suat Derviş ve Bilge Karasu için. Yayınevleri sadece sergileri ziyaret edeceklere hediye etmek üzere özel şeyler ürettiler. Bunlar onlardan; arkalarında çok güzel alıntılar var…”
Teneke kutuları da çok seviyor Seval Hoca, bitpazarlarından bulup aldığı çok sayıda kutusu var. Bir merakı da her dilde Orhan Pamuk kitapları; eşi, dünyanın neresine giderse gitsin o ülkenin dilinde basılmış Orhan Pamuk kitapları ve tabii ki baykuşlar da getiriyor.
Üzerinde çalıştığı alanlardan birisi polisiye. ‘1884-1928’de Türkiye’de yayımlanmış telif polisiye eserlerin tarihi’ üzerine TÜBİTAK destekli bir araştırma projesi yürütmüş. Yani bir arkeolog gibi ilgi duyduğu alanlarda kazı yapmayı seviyor:
“Aslında yazmak istediğim başka şeyler var, onlarla da uğraşmak istiyorum. Şimdi çok eksik olduğu için birtakım şeyleri görev duygusuyla yapıyorum. Türkiye’deki arşivciliğin biraz daha gelişmiş ve eleştirel düşüncenin daha iyi olması lazım, ki herhalde o da zamanla olacaktır. Eserleri ortaya çıkarmanın yanısıra doğru şekilde yayımlanması da çok önemli. Bu işin birden çok katmanı var, onlarla uğraşmaya başladığınızda da içinde kendinizi bulup, sürükleniyorsunuz. Artık bunları daha genç olanlar yapmalı ve sürekliliği olmalı diye düşünüyorum.”
Polisiye öyküler yazmak istiyor, radyoyu da çok seviyor: “10 yıl olacak ‘Günün ve Güncelin Edebiyatı’ isimli haftalık bir program yapıyorum. 500’e yaklaştık. Ömrüm oldukça ve radyo yaşadıkça devam etmek istiyor ve çok çok seviyorum” diyor. Sohbetimizi onun cümleleriyle bitiriyoruz:
“Sizinle konuşurken edebiyat tarihinin arkeolojik kazısı dedik, yeni edebiyat dedik. Bütün bunları bulabildiğimiz bir masada oturup başkalarına da ilham verebiliyorsak ne güzel.”