Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Özdemir: Kötü günde sanat lazım
Baraj şantiyeleri, köprü inşaatları, santraller arasında mekik dokuyan bir iş insanı Ebru Özdemir. Aynı zamanda anne, eş, dost… “Başımdan kaynar sular döküldüğü çok olur” diyen Özdemir’in kaçış noktası ise sanat.
Sizi en son Limak Filarmoni Orkestrası’nın yeni yıl konserinde gördüm. Sanatla umut vermekten bahsediyordunuz. Büyük ilgi gördü konser. Nasıl bir hikayesi var bu organizasyonun?
Kolay bir dönemden geçmiyoruz. Ben sanatın iyileştirici gücüne inanıyorum. Limak Filarmoni Orkestrası ve Murat Karahan ile 10 ayda 12 konser düzenledik.
Zeki Müren konserleri ile 12 kente gittik. Daha da devam edecektik ama pandemi oldu. Biz de dijitale döndük. Sanatseverleri orkestranın genç üyeleriyle bir araya getirdik. Sonra kapanma kalkınca da konserlere devam edelim dedik.
Yılbaşı konserini planlarken Murat Karahan’ın yine harika bir fikri vardı. Zaten hep öyle oluyor; “Harika bir fikrim var” deyip geliyor ve gerçekten çok iyi işler çıkıyor. Bu kez de İtalya’nın en iyi sopranolarından olan Anna Pirozzi ve ünlü şeflerinden Francesco Ivan Ciampa ile bir konser fikri vardı.
Çok büyük sanatçılar ve çok yoğunlar. İlk kez Türkiye’ye geldiler. Burada harika günler geçirdiler, Türkiye’ye bayıldılar. Konser de müthiş geçti.
Peki, size “Ülkede dolar uçmuş. Enflasyon, varyantlar varken nereden çıktı bu konser?” diye soranlar oldu mu?
Evet, bazı sesler geldi bu şekilde. Davetiyeleri gönderirken, “Bu zamanda bu konser nereden çıktı” diyenler oldu. Ne zaman yapacağız peki? İyi zamanda herkes bu tür işler yapıyor. Şimdi umut aşılamazsak, ümitli olmazsak ne zaman olacağız? Her sabah bir umutla, fark yaratma hevesiyle uyanıyoruz. Her sabah bu heyecanla işimize gidiyoruz. En başında orkestranın misyonunu da böyle belirledik. Gençlerde umut yaratmak istedik. Amacımıza da ulaştık. Bakın Lütfi Kırdar’da Viyana, Berlin, Münih standartlarında bir konser verdik. Diğer yandan pandemide en çok sanat sektörü, sanatçılar zarar gördü.
Sanata destek vereceksek tam da bu dönemde vermeliyiz. Burada Ulu Önder Atatürk’ün sözünü kendimize şiar alıyoruz: Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.
Konser sonrasında nasıl dönüşler oldu?
Konserin ardından herkesten çok güzel yorumlar aldım. “Umudumuz arttı, moralimiz düzeldi” yorumları çok geldi. Bunlar bizi daha da cesaretlendirdi. Bu nedenle 2022’de yeni projelerle bu tür etkinliklere devam edeceğiz. Murat Karahan yeni projelerle dolu. Kendisi zaten TED Ankara’dan arkadaşım. Biz bu projeye başladığımızda yine çok önemli işler yapıyordu. Limak Filarmoni’nin fikir babası diyebilirim. Onunla birlikte kurduk. Çok yoğun bir programı var ama orkestrayla da gönül bağı var.
Burada genç sanatçılara vizyon kazandırma amacından bahsettiniz…
Kesinlikle. Asıl amacımız bu. Orkestradaki genç arkadaşlarımızı sanat dünyasının deneyimli isimleriyle buluşturmak. Dünyanın en ünlü şefiyle çalışmak, en ünlü operacılarıyla sahne almak onlar için müthiş deneyim.
Bildiğim kadarıyla bu projelerin bire bir içinde yer alıyorsunuz. Yoğun iş akışında nasıl zaman ayırıyorsunuz?
Beni müthiş heyecanlandırıyor. Öncesinde her şey işi olsun diye çok üzerine düşüyorum. Konser başlayınca hepsi geçiyor sonra. Bana da müthiş iyi geliyor bu süreç. Bence sanatla temas etmek, sanatla uğraşmak herkese iyi geliyor. Özellikle böyle zamanlarda. Çünkü endişe ve korku ruh sağlığını olumsuz etkileyen duygular. Müzik ise bunun ilacı. Biz de müzikle ilaç olalım dedik. Örneğin daha önce de Yusufeli Baraj inşaatında çalışanlara konser verdik.
Sanatla iyileşiyorum diyorsunuz?
Ben hep buna inandım. Sanatı yaşamın içine bir şekilde dahil etmeniz gerekiyor. Klasik müziği, “hiç sevmem” diyen insanların hayatına sokmak heyecan verici. Fark yaratan bir durum ve karşılığı da var.
Koronavirüsün şirketlere yeni sorumluluklar da yüklediği bir dönemdeyiz. İş modellerinde de bir dönüşüm söz konusu. Sizi nasıl etkiledi bu dönüşüm?
Koronavirüs çok şey öğretti. Her şeyden önce dijital hayatı deneyimledik. Ben kendi adıma çok seyahat eden biriyken online toplantıları öğrendim. Artık şirketler sadece finansal sonuçlara göre değil yaptıklarıyla, bıraktıkları etkiyle de değerlendiriliyor. Biz de sürdürülebilirlik anlamında taahhütlerde bulunduk. İmzalar attık. Her bir şirketimizin sürdürülebilirlik çalışması olmalı dedik. İlk yıl sürdürülebilirlik raporu hazırlarken Türkiye’de işin uzmanı yoktu, Hindistan’dan getirdik. Bize, “Elektrik direklerinde kuşların dinlenebilmesi için yuva yaptınız mı” gibi sorular sordu. Bilmediğimiz konulara odaklandık. Bunları oturttuktan sonra çalışan sayısını artırmaya yöneldik. İskenderun Limanı için sürdürülebilirlik planı ortaya koyduk. Sürdürülebilir kalkınma anlayışımızı tüm şirketlere aktardık. 15 ülkede, yedi sektörde, 50 bin çalışanı olan bir grubuz. Pandemide bu felsefe bize yardım etti. Her şirkette bir sürdürülebilirlik temsilcisi var. Şunu gördük ki; eğer siz gerçekten anlamlı hedefler belirlerseniz, çalışanlarınızın değerleriyle bu hedefler örtüşürse onlar sizinle o bayrağı taşıyorlar. Ben bunu başardığımızı düşünüyorum.
Nasıl insanlarla çalışmayı tercih ediyorsunuz?
Mutlu insanlarla çalışmak istiyorum. Mutsuz insandan zaten verim alamıyorsunuz. Takım liderlerimize de bunu söylüyorum. Eğer mutlaka sahada olması gerekmiyorsa ekip buraya gelmek zorunda değil. Ekibin mutluluğu için 360 derece geri bildirime inanıyorum. Hani isteyince oldurmak deyimi vardır ya; isteyince olduranlar mutlu insanlarla çalışanlardır.
Endişe ve korkulardan bahsettiniz, pandemide tüm dünyada zirveye çıktı. Sizin korkularınız neler?
Son dönemde gezegende yaşananlar beni endişelendiriyor. Kuraklık beni çok endişelendiriyor. Kuraklık demek susuzluk, yangınlar demek. Dünya değişiyor. Gelir adaletsizliği beni çok endişelendiriyor. Tüm bu yaşananlar zengini daha zengin, fakiri daha fakirleştirdi. Bizim hızla bir orta sınıf yaratmamız lazım. Ciddi göç alan bir ülkeyiz. Risk artıyor. Öte yandan dünyadaki fazla para basımından kaynaklanan enflasyon ve nereye gideceğini bilmeyen bir para var. Bu konulardaki belirsizlik de beni endişelendiriyor. Bunların hepsi aslında birbiriyle bağlantılı.
Ama bir kaçış yeriniz, sizin de zihin sağlığınız için sığındığınız bazı şeyler vardır. Bu yerler ya da bu şeyler neler yada nereler?
Müzik ve spor diyebilirim. Hani şu insanların “Başımdan kaynar sular döküldü” dediği durumlar bende çok hızlı olur. Bir anda “eyvah” derim. İşim elbette çok stresli. Yürüyen projelerden birinde bir anda sorun çıkabiliyor. Öyle zamanlarda beni kendime getiren müzik oluyor. Klasik müzik genellikle. Müziğin beni dinlendirdiğini, sakinleştirdiğini biliyorum. Sporu da seviyorum. Bunu da birileriyle yapmayı seviyorum. Pandemide engelli sporcularla triatlon takımı kurduk. Birkaç arkadaş daha var. Harika çalışmalar yaptık. Bizler kötü sporcularız, inanın onlar bize yardımcı oldu. İstanbul Maratonu’na, Bodrum Dalaman Triatlonu’na, Kapadokya’da Ultra Trail’e katıldık. Hep birlikte bir ekibin içinde bir şeyler yapmak, ortaya bir çaba koymak zihnime iyi geliyor. 2019’da Everest Base Camp’e gittiğimde müthiş bir deneyim yaşadım. Bir hafta sürdü, yorucuydu ama müthiş rahatlatıcıydı. Bir de Ankara’da dört kişilik bir enis grubumuz var. Düzenli tenis oynuyorum.
Bir daha dünyaya gelirsem…” dediğinizde nasıl tamamlıyorsunuz?
Bir daha dünyaya gelirsem yeme içme işinde olmak ve şarkı söyleyebilmek isterim. Yemek yapmakla çok aram yok ama yapabilmek isterdim. Aynı şekilde iyi şarkı söyleyebilen insanlara da gıpta ile bakıyorum. Öyle bir yeteneğim olmasını isterdim. En azından müzik eğitimi almak da olabilirdi. Bir de sinema var. Bir ara dedim ki; “Allah’ım bu iş çok kötü. Ne yapmam lazım?” Aksilikler çıkıyor. Hiç istemediğimiz şeyler olabiliyor. Bir şeylere sığınıyorsunuz. Sonra düşündüm; kötü şeyler hep var, olacak. Kötüyü nasıl tolere edebiliriz? Bu işlerin içinde iyilikler yaparak olabilir ancak. İyi şeylere imza atarak. Çanakkale Köprüsü’nde bir koşu planlıyoruz. Gelibolu Triatlonu’nun parçası olacak. Bunlar beni heyecanlandırıyor.
Peki, şu anda sizi heyecanlandıran yeni proje var mı?
Evet, bir belgesel çektik. Onun prömiyerine hazırlanıyoruz. Amerikan Atlantik Konseyi yapımcılığını üstlendi. Suriyeli kadın mültecilerin hikayesi. Hepsi çok başarılı olmuş kadınlar. Ülkelerinden gelmişler ve Türkiye’de biri mutfak kurmuş, biri moda tasarımcısı olmuş. Harika kadınlar. Şimdi bunun galasını yapacağız. Ben bu projede çok heyecanlandım çünkü Türk insanının Suriye konusunda gösterdiği fedakarlık dünyada yeterince anlaşılmış değil. Fikir yıllar önce doğdu kafamda. Kanada başbakanına ödül verilen bir etkinlikteydim. Ödülün gerekçesi, ülkenin Suriyeli mültecilere ev sahipliği yapmasıydı. Bir avuç Suriyeliye ev sahipliği yaptıkları için ödül veriliyordu ama Türkiye, 4 milyondan fazla kişiyi aldı. Uluslararası alanda kimsenin dikkat etmediği bir konu bu. Benim zamanımın yüzde 10-15’ini ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarındaki çalışmalarım alıyor. Bunu kafaya taktım. Nasıl anlatabiliriz diye düşündüm ve arkadaşlarla en iyi yolun sinema olacağına verdik. Belgesel çekmek fikri böyle oluştu. Türkiye’ye gelip burada insanlarla sıcak ilişkiler kuran, sıfırdan hayatlarını tasarlayan kadınların hikayeleri odağında bunu anlatmak istedik. Çok etkileyici bir film oldu.
BİRLİKTE BAŞARDIĞIMDA MUTLUYUM
Ebru Özdemir mutlu bir insan mı?
Bunu hiç düşünmemiştim. Evet, mutluyum. Her sabah beni buraya getiren şey mutluluk. Ama çok uzun zamandır ekiplerle çalışmaya, başarmaya inanıyorum. Ben birlikte başardığımda mutluyum. Kolektif mutluluktan yanayım. Örneğin Türkiye’nin Mühendis Kızları’nı anlatırken mutlu oluyorum. Müthiş hikaye her biri. Örneğin Sevgi Evleri’nde büyümüş bir mühendis kız var. O nerede olsa başarıyı yakalayacak bir kız ama bizimle birlikte bu yolda yürümesi beni mutlu ediyor. Sanırım en çok böyle şeyleri düşününce, yaşayınca mutlu oluyorum. Elbette sanat da beni çok mutlu ediyor. Sanata yatırımı önemsiyorum ama ben sanatın içinde olduğumda mutluluk duyuyorum. İstanbul’daki ofislerde 200 tablo, heykel vs var. Koridorlarda, arkadaşlarımızın odalarında her yerde. Çevremde sanat olsun istiyorum. Başta yadırganıyordu ama herkes alıştı.
TÜRKİYE'NİN MÜHENDİS KIZLARI YENİ ÜLKELERE TAŞINACAK
Türkiye’nin Mühendis Kızları’nı Kuveyt’e de götürdünüz. Orada çalışmalar nasıl gitti? Yeni ülkeler de var mı sırada?
Türkiye’nin Mühendis Kızları’nda 150 kişiye ulaştık. Mühendislik bölümlerinin bir ve ikinci sınıflarında okuyan öğrencilere, eski mühendis kızlarımızdan mentor atıyoruz artık. Onlar deneyimli oldu. Üç ve dördüncü sınıftaki kızlara ise liderlerden mentor atıyoruz. Bu süreçte çeşitli sivil toplum kuruluşlarından danışmanlık alıyoruz. Kızlar çok başarılı, gittikleri şirketlerde fark edilen kadın mühendisler oldular. Seçtiğimiz kızların ailelerinin aylık gelirleri 3 bin 500 sınırında. Onlara burs veriyoruz. En iyi 20 üniversiteden kızları seçiyoruz. İçlerinde mülteciler de var. Kuveyt’teki iş ise çok daha farklı. Orada mesele burs değil. Zaten zenginler. Orada mesele mühendis kızların iş hayatında kabul edilmeleri. Devletle birlikte yürütüyoruz projeyi. Devlet dedi ki; her şirket bir kız mühendis almak zorunda. Dönüşmek istiyorlar. Proje ilgi çekti. Biz de şimdi işi Dünyanın Mühendis Kızları’na çevirmek istiyoruz. Makedonya, Kore sırada. Kore de çok ilginç. Hiçbir toplantıda karşımda bir kadın oturmayınca sordum; neden? Böyleymiş onlarda. Böyle devam etmesin dedim, bizim mühendis kızları anlattım. Çok sıcak baktılar.