Kendime gerçek bir dünya yaratmaya gayret ediyorum
Ekranların en sevilen komedyenlerinden Aslı İnandık, sinema salonlarını kahkahalara boğacak yeni filmi Oregon ile karşımızda. Vizyona giren filmin heyecanını paylaşmak üzere ünlü oyuncuyla bir araya geldik: “Kurduğum hayallerin gerçekleşme yolculuğunu izlemek beni gururlandırıyor.’’
Helin Kaya
Yeni bir heyecanınız var, Oregon… Filmin hikayesini, hayat verdiğiniz karakteri bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Film 1985 yazında İstanbul’da geçiyor. Hikâye bir günde geçiyor. Şehir dışından İstanbul’a, arkadaşlarından ödünç aldıkları bir müzik kasetini teslim etmek üzere gelen Hakan ve Gaye, beklenmedik birtakım olayların içinde buluyorlar kendilerini. Oregon, dönem filmi olmasına karşın, günümüze de göz kırpıyor. Gaye, dik başlı, ama ilişkilerinde son derece anaç, dobra ve dominant bir karakter. Hakan’ı çok seviyor.
Senaryo size ilk geldiğinde neler hissettiniz? ‘Bu işte olmalıyım’ dediğinizi duyar gibiyiz…
Ümit Ünal senaryolarında bir büyü var; ne zaman başladı ne zaman bitti anlamadan su gibi akıp gidiyor sözcükler. Tam da böyle oldu okuduğumda. Yüzümde bir tebessümle başladım okumaya, bittiğinde tebessüm yüzüme yapışmıştı. İşte böyle bir film Oregon. ‘Feel Good Movie’ dedikleri. İyi hissettirdi bana senaryo. Bir an olsun yaşadığımız gerçeklikten uzaklaştırdı ve daha naif bir dünyaya götürdü. Umuyorum ki izleyen herkese de iyi hissettirecek.
Güçlü bir oyuncu kadrosu karşımıza çıkıyor filmde. Ekip olarak çekim sürecinde neler yaşadınız?
Biz önce arkadaş olduk, Serkan’la... Kısa sürede beraber eğlenebilen, gülebilen ve konuşabilen iki arkadaş… Bu da sete yansıdı diye düşünüyorum. Aynı şekilhade diğer oyuncu arkadaşlarımızla da güzel enerji yakaladık. Bir de tabii Nevra Abla ve Zihni Ağabeyimiz gibi, ustalarımızla oynamak başka bir duyguydu benim için. Belki de içinde bulunduğum en mutlu setlerden biriydi diyebilirim gönül rahatlığıyla. Burada Kerem’in etkisi çok büyük. Kerem’in set yönetimi inanılmazdı, negatife yer yoktu gerçekten. Bu her oyuncunun aradığı bir konfor, şanslıyım.
Filmin yönetmenliğini Kerem Ayan’ın üstlendiğini görüyoruz. Tiyatro sahnesinden sonra ilk deneyimini Oregon ile yaşıyor. Uyumunuz nasıl oldu?
Kerem ile Oregon vesilesiyle tanıştık, bir gün bana mesaj attı ve telefonumu istedi. Sonra aradı Oregon’u anlattı, senaryoyu gönderdi. Ve olaylar gelişti. Kerem’i uzaktan tabii tanıyordum, onunla oyun yapmayı istiyordum ama bana filmle gelince ve o bir Ümit Ünal filmi olunca tabii ki uçarak kabul ettim. Bu iki sene önceye tekabül ediyor, o gün bugündür sosyal hayatımızda da sık görüşüyoruz. Sete, hali hazırda yakaladığımız bu uyumla çıkınca onun için de benim için de daha konforlu oldu set süreci.
Film 80’li yıllarda geçiyor. Adeta o zamana geri dönmüş olmalısınız. Kostümler, dekorlar… Bununla beraber zamanın oyunculuğu ve mizah anlayışını nasıl şekillendirdiğini düşünüyorsunuz?
Tüketim çağındayız, artık her şey daha hızlı, daha ‘kullan-at.’ Seyirci daha sabırsız, dikkatini 5 dakikadan fazla aynı yerde tutmakta bile zorlanıyor kimi zaman. Çok fazla uyaran var. Elbette bu hem kamera önündeki oyunculuklara hem de mizah anlayışımıza etki ediyor. Mizah anlayışımız sürekli değişiyor mesela, öyle ki insana sürekli geride kalmış, bir şeyleri kaçırmış gibi hissettiriyor bazen. Değişimi doğal buluyorum ben açıkçası. Hiçbir zaman “eski kayıtsız şartsız iyidir”, “yeni de tü kakadır” diyen biri olmadım. Dünya değişiyor, biz beğenelim ya da beğenmeyelim. Kendisine uyumlanmayanı dışarda bırakan bir düzen var, bu yüzden kendi adıma değişime olabildiğince direnmemeyi tercih ediyorum.
Hayaller kurmaya devam ediyorum
Oyunculuk maceranız kısa sürede ekrandan beyaz perdeye uzandı. Neler yaşadınız bu dönemde?
Oyunculuk maceram Ankara’da, okuduğum konservatuarda başladı. Ama bunun seyirciye ilk yansıması küçük telefon ekranlarından oldu. Üniversitede oyunculuk bölümüne devam ederken kendi kendime videolar çekmeye başladım ve onlar kısa sürede benim de beklemediğim kadar fazla kişiye ulaştı. Şimdi hem sahnedeyken hem de o videoları çekerken kurduğum hayallerin gerçekleşme yolculuğunu izlemek beni gururlandırıyor ve heyecanlandırıyor. Tabii ki bu yolculukta zor zamanlarım olmadı değil. Tam da o zor zamanlar sayesinde yolculuğumdaki bu durağın tadını daha iyi çıkarabiliyorum. Henüz yolculuğum bitmiş değil, bitecek gibi de durmuyor, hayaller kurmaya devam ediyorum.
Popülerliğinizi perçinlediğiniz sanal dünyanın resmini nasıl çizersiniz?
Acımasız bir dünya olduğu doğru ancak ifade özgürlüğünü savunan biri olarak oradaki yorumları yargılamamaya, yapıcı eleştirileri cebime koyup, işime yaramayanlarıysa dışarıda bırakmaya çalışıyorum. Aksi takdirde sosyal medyada aktif olduğum bu 10 senelik sürede hem ruh hem de akıl sağlığımı koruyamayabilirdim. Eğer kendi gerçekliğinden uzak, sadece insanların gözünden kendini gördüğün bir dünyada yaşıyorsan -ki sanal dünya bunu tetikliyor- her şeyden önce ruh sağlığını korumak epey zorlaşıyor. Kendime oradan ayrı, gerçek bir dünya, gerçek dostların ve gerçek uğraşların olduğu bir dünya yaratmaya ve bu dünyayı çeşitlendirmeye gayret ediyorum.
Sosyal medyada yaratıp canlandırdığınız karakterleri ekrana taşıma hayalinizi ‘Aslı Gibidir’ filmi ile gerçekleştirdiğinizi görüyoruz. Bu filmde ise sekiz ayrı karakteri canlandırıyorsunuz. ‘Aslı Gibidir’ filminin sizde ayrı bir yeri olduğunu düşünüyorum, öyle mi?
‘Aslı Gibidir’ benim ilk sinema filmim, bu sebeple bende çok özel bir yeri var. Özgün bir hikâye her şeyden önce ve naif bir film olduğunu düşünüyorum. O dönemde mevcut şartlarla yapabileceğimizin en iyisini yaptık bence, ama şimdiden o zamanlara baktığımda “şunu şöyle yapardım ah!” diye hayıflandığım da olmuyor değil. O benim genel huysuzluğumdan belki de.
Gülse Birsel ile tanışmanızı anlatır mısınız?
Daha okulum devam ederken videolar çekmeye başlamıştım, bir gün telefonum çaldı, meğer Gülse Birsel beni keşfetmiş ve izleyip gülüyormuş. Çok şaşırdım. Yalan Dünya’ya çağırdılar, aslında uzun uzun çalışma fırsatımız şekilolamadı kendisiyle, çünkü konuk olduğum bölümden birkaç bölüm sonra dizi bitti. Ancak Gülse’nin bu teklifi bana cesaret vermiş oldu ve bu vesileyle bir ayağımı İstanbul’a atmış oldum. Türkiye’de kadın komedyen deyince akla gelen ilk isimlerden biri Gülse. Yıllarca hayranlıkla izlediğim bir kadın komedyen tarafından keşfedilmek; sonraları zorlandığım, hatta pes etme noktasına geldiğim her zor anımda dönüp dönüp kendime hatırlatacağım bir başlangıç noktası olacaktı benim için. O yüzden onun bendeki yeri çok ayrı.
Kendime karşı acımasız olma halim var
Bir komedyen olarak pozitif ruh haliniz ve esprilerinizle izleyenlerinizin karşısına çıkıyorsunuz. Bu durum özel hayatınızda yaşadığınız zorluklara nasıl bir bakış açısı geliştirmenizi sağlıyor? Hayata komedi perdesinden bakmanın, zor zamanlarımda hayatla arama mesafe koymama yaradığını düşünmüşümdür hep. Bir mücadele yöntemi gibi benim için komedi. Ama bu yöntem her zaman çalışmıyor tabii. Tanıdığım komedyenlerin hepsinde dikkatimi çeken bir “kendime karşı acımasız olma” hali var, bende de var bu tabii ki. Ama tam da buradan hareketle, kendimle uğraştıkça kendimle dalga geçmeye başlıyorum, sonra bir bakıyorum hayatımda olup biten her şeyle dalga geçmeye başlamışım. Çocukluğumdan beri de böyleydim maalesef…
Hem tiyatro sahnesinde hem de beyaz perdede izleyicilerin karşısına çıkıyorsunuz. Sinema ve tiyatro oyunculuğu arasında nasıl bir çizginin olduğunu söyleyebilirsiniz?
Aslında ben oyunculuğu tiyatro/ sinema oyunculuğu diye ayırmak istemiyorum. Ama teknik olarak farklılıklar var tabii. Tiyatroda seyirciyle aranızda bir aracı yok, izleyenle göz gözesiniz, aynı anda aynı yerde ve hatta aynı histesiniz. Tek enstrümanınız bedeniniz, okulda hocalarımdan çok kereler duyduğum ‘en arkadaki seyirciyi bile oyuna dahil etme’ zorunluluğu ve gayreti, oyunun başından sonuna kadar sürüyor oyuncuda. Bu da oyuncuyu hep o anda tutuyor. Sinema ise bir oyuncu için kapsamlı bir çözümlemeyi gerektiriyor bana kalırsa. Bir önceki sahneyi, bir sonrakini, karakterin dönüşümünü, duygusunu, hissini, bazen kameranın açısını, yönetmenin kafasındakini, bir bütünün parçası olma meselesini vs. tüm bu majör bileşenleri minimalize edip gözlerinize, bakışlarınıza ve bedeninize kondurmak… Ay ne kadar zormuş böyle tarif edince de!
Türkiye İşçi Partisine katıldığınız, milletvekili adayı olduğunuz yönünde haberler görüyoruz. Siyaset hayatınızda nasıl bir yer kaplıyor? Daha önce açıklama yapmıştım ancak elbette tekrar söylemekte fayda var. TİP’te farklı meslek gruplarından on binlerce üye var. Onlardan biriyim yalnızca. Milletvekili adaylığı gibi bir şey söz konusu değil yani. Siyaset hayatımda öyle kocaman bir yer kaplamıyor. Ama mevcut konjonktürde ne yazık ki yaşanan her şeyin politik olduğunu düşünüyor ve kayıtsız kalamıyorum diyelim. Her vatandaş gibi.