Kaostan ve hareketten beslenirim, cansızların sakinliği sıkıcı

Pinacothèque Müzesi tarafından düzenlenen Lüksemburg Sanat Ödülü organizasyonunda ikinciliğe layık görülen Sema Maşkılı’nın 8 Temmuza kadar devam edecek ‘Güç Canavarlara Neden Olur’ sergisi İstanbul Concept Gallery’de. Sanatçı ile insandan doğaya, resimden fotoğrafa farklı disiplinler üzerine konuştuk…

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Kaostan ve hareketten beslenirim, cansızların sakinliği sıkıcı

MURAT KASPAR

“Eski ustaların güzellik anlayışını çarpıtarak kendi sanatının en derin noktalarına erişen Sema Maşkılı’nın eserleri karşı konulamaz bir güce sahiptir.” Amerikalı sanatçı Debra Lapatina, böyle anlatıyor Maşkılı’yı... O'na göre ise kompozisyonları ‘bitmek bilmeyen bir güç savaşının’ tasviri... Bu savaşın tuvale yansımasını Maşkılı ile konuştuk.

Öncelikle serginin isimden başlayalım güç sizin için nedir?

Diğerine üstünlük kurma isteği. Nietzsche’nin de dediği gibi sadece insana ait bir güdü. İnsan diğer canlılardan farklı olarak kendi yaşamını sürdürmek için yeterli olanın ötesinde bir güce sahip olmak istiyor. İlkel ve vahşi bir güçten bahsediyorum. Dünyada, insan temelli sürekli bir üstünlük savaşı ve bundan duyulan haz söz konusu. Bu sergideki işler aslında bu güç savaşının bir tasviri. Bu yüzden kompozisyonlarda insan bedenlerini birbirileri ile bir boğuşurken resmettim. Resimlerinizde cinsiyet bağımsız eril bir şiddet görüyoruz… Bu çeşit gövde gösterilerine genelde erkeklerde rastlıyoruz. Dolayısıyla izleyicide bir eril algı oluşuyor. Bu algının niye oluştuğunu konusunda da erkekler kendini sorgulamalı tabii ki. Aslında mesele genelde kadın-erkek üzerine değil de insanın kusurlu oluşu üzerine kurulu. Ben bu resimlerde sadece fiziksel şiddetten bahsetmiyorum. Bir erkek nasıl kontrolden çıkıyorsa bir kadın da kontrolden çıkabilir. Hatta sergide ‘Kontrolden Çıkmış Kadın Figürü’ adlı bir resim var.

Kişisel olarak portre fotoğrafçılığı da beni etkiler. Bazıları öldü dese de sizin resimlerinizde de figür bizi çekiyor.

Figüratif resim yapmak illa insan resmi yapmak demek değil elbette. Resimde figuratif dili en kestirme tarif edersek soyutun karşıtıdır diyebiliriz. Ama insan benim ana konum. Sanatta zaman zaman bir konunun yahut bir yaklaşım biçiminin bittiği, modasının geçtiği söylenir, ta ki o konu hakkında biri çok farklı bir başka şey üretene dek. Ben o yüzden bu tür söylentilere kulak asmıyorum. Modern sanatla birlikte sanatı insansızlaştırmaya doğru bir yönelim olduğu doğrudur. Duygulardan arındırılmış mesafeli ve soğuk bir sanat ortaya çıktı. Kendi içime bakarım ve oradan gelenle üretirim. Bende iyi ve yeni bir şey varsa o zaten ortaya çıkar. Günceli takip etmek tabii ki önemli. Ama yaratıcılığın geldiği nokta sanatçının bizzat kendisidir. O, sanat yapan kişide ya vardır ya da yoktur.

Cansız objelerin hareketsizliğinin size cazip gelmediğini başka bir röportajınızda okumuştuk. Peki, insanoğlunun diğer canlı ve cansızlara tavrına bakışınız tuval ya da heykellerinize geçer mi?

Ürettiğim eserlerde kaostan ve hareketten beslenirim. Cansız olanların sakinliğini sıkıcı buluyorum. Yaşam gücünü ve heyecanını canlılar üzerinde hissettirir. İnsanı niye konu ediyorum çünkü insanın yapısı karmaşıktır. İnsan düzeni hem kuran, hem bozandır, insan hem şefkatlidir hem zorba. Kendi kusurlarıyla başedemeyip kanunlar yapmıştır. Durağanlık benim ilgimi çekmiyor. İnsanın kaotik ve hareketli yapısı sanatsal estetiğimi biçimlendirmem için bana iyi bir zemin oluşturdu.

Bazı yönetmenlerin filmlerinde kendini göstermesi gibi sizin de otoportreleriniz dikkat çekici… Otoportre yaptıysam genellikle hayatımda bir şey olmuştur. Bugün bir otoportre yapayım diye tuvalin başına oturduğumu hiç hatırlamam. 15 yaşımdan beri neredeyse her yıl birkaç tane otoportre yapmışım. Bunların çoğu özel koleksiyonlara girdi. Otoportre çok önemlidir, sanatçının kendisine bakışını görürsünüz. Sanatçı hakkında size çok bilgi verir. Sözünü ettiğiniz, filmlerinde kendisini gösteren yönetmenlerden birisi Alfred Hitchcock. Onun sinemasındaki korku öğesi beni çok etkilemiştir.

Sizden Metin Erksan’ın ‘Sevmek Zamanı’ üzerine de bir kaç kelam almak isterim…

Sinema söz konusu olduğunda kolay beğenen biri olduğumu söyleyemem. Metin Erksan’ın bu filmi benim çok sevdiğim bir başka yönetmen olan Tarkovsky’nin kadrajlarını da andıran sahnelere sahip. İlk bu yönüyle ilgimi çektiği için izledim. Çok uzun zaman oldu izleyeli. Ressam Süleyman Saim Tekcan da filmin başrol oyuncularından. Bir gün kendisini ziyaret ettiğimde bana sette çekilen fotoğraf karelerini göstermişti. Bu film aslında benim için imaj ve gerçeğin arasındaki çelişki hakkında kafamdaki sorulara aldığım bir yanıt niteliğindeydi. Gerçek sadece gözlerimizin önüne sunulan bir nesne yahut onun görseli olamaz kuşkusuz; her görsel bizim bilincimize yansıyan ve bizim varlığımızda yeniden şekillenen bir şey olmalı.

Son olarak fotoğraf vermeyi sevmediğinizi biliyorum. Neden?

Milisaniyelik andaki bir görüntüm, beni nasıl yansıtabilir ki? Zamana ve daha geniş anlara yayılan bir varlık olarak kalmak istiyorum. Fotoğraf benim bir anlık halimi kodluyor ve beni o anın içine adeta hapsediyor. Sergi açılışlarımda ve bazı röportajlarım için fotoğraf çekilmeye mecbur oluyorum. Neye benzediğim merak ediliyorsa, mesela otoportrelerime bakabilirler, beni daha iyi görmüş olurlar. (gülüyor) Fotoğrafın ortaya koyduğu görsel yanıltıcı. Beni çok iyi temsil ettiğini düşündüğüm sadece 2 fotoğrafım var. İkisini de zaten ben kendim çekmişim. Çünkü kendimi en iyi ben bilirim. Cep telefonlarıyla her saniye fotoğraf çekilen bu dönemde, insanlara bu tavrım biraz garip geliyor tabii. Fotoğraf çekilmeyi istemememin bir diğer nedeni de genel olarak ortada gözükmeyi ve kayıt altına alınmayı pek sevmeyen biri olmam. Aslında içimden geçen, sadece resimlerim sergilensin, beni kimse bilmesin…

 

HAFTA