Kadın üretiyor ama yeterince kazanmıyor; tıpkı Türkiye gibi…
Kadın ve erkek, doğaları gereği iki farklı cinstir ve 24 milyon farklı mal ve hizmet üretilen dünyada, 24 bin mesleği karpuz böler gibi yüzde 50- yüzde 50 fetişizmine saplanmak, boşuna gayrettir. Olaya, emeğin tam karşılığı ve üretimden doğan nimetin eşit bölüşümü noktasından yaklaşmak, bana daha doğru gelmektedir.
AKILFİKİR – ŞEREF OĞUZ
Kadın istihdamı, tanımını ‘erkekten’ alan bir kavram... Anlatmak istediği, kadınların işgücüne katılım süreçleri ve sorunsalı… Kadının işgücüne katılımı da ‘erkeklerden ziyade’ kadınların dert ettiği bir konu gibi algılanabilir. Kimi ‘erkek her ne yapıyorsa, kadın da yapsın’ beklentisinde. Kimi, ‘pozitif ayırımcılık’ diye kadın istihdamını teşvikten söz ediyor. Kadın istihdamını hükümet politikası haline getirmeden bu işi çözemeyeceğimiz iddiasındakiler de cabası…
Aslında işin özü, basit bir ‘Sosyal Anlaşmaya’ dayanıyor. Kadını dışarıda bırakan hiçbir ilişki biçimi ve herhangi bir sürdürülebilir kalkınma modeli yoktur ve olamaz! Hal böyle olunca ya kaba bir feminist refleksle ‘erkek için ne varsa kadına da o’ şeklinde davranacağız ya da bu kavrama ‘doğru sırada doğru sorular’ sorarak cevabı arayacağız. Öncelikli soru, kadını üretime katmak ile kadını istihdam etmek iki farklı şey midir?
Kadın, ‘Kibele’den bu yana üretimin sembolüdür ve 5 bin yıl öncesinin Ana Tanrıça’sı olmayı, doğurabilme becerisi ve üretebilme bereketine borçludur. Avcı ve toplayıcı ulusların çağında şayet ILO veya MESS gibi kurumlar bulunsaydı, belki de aynı refleksle ‘erkek istihdamı’ sorunsalını tartışıyor olacaktık.
Fantastik bir benzetme yaparsak, tarım toplumunda tohumun ne işe yaradığı algısı, erkeğe ‘üretimdeki katkısı’ ilhamıyla cesaret vermiş, ‘ana tanrıçayı’ bulunduğu kaideden indirme sürecini tetiklemiştir. Kadın üzerinden yürüyen sosyal hayatın ‘iktidar değişikliği’ şüphesiz bir gecede olmamıştır.
Ana tanrıçalıktan kutsal rahibeye giden yolda dinlerin de etkisi büyük olmuştur. İyiliksever İskenderiyeli Clement, (3. yüzyıl) “her kadın, kadın olmanın utancını kemiklerinde hissetmeli” diyordu vaazlarında.
Ana tanrıça olarak başlayan serüvenin, 19. yüzyıl Avrupa’sında ya eğitim hakkı olan ‘entelektüel fahişe’ veya mirastan hak alan ‘kutsal eş’ ayırtına gelip dayanması ilginçtir. Nitekim o çağlar, kadın ve istihdam kelimelerinin aynı cümlede bir arada kullanmaya başlandığı yıllardır.
Sanayileşme ile oluşan tarım dışı işler, emek sınıfının serpilip gelişmesi ve savaşlarda kırılan erkeklerin yerine istihdam edilecek emek gücü arayışı… Doğası gereği ‘erkeğin yedeği’ yaklaşımı, bugün ‘kadın istihdamı’ gündeminin varlığının belki de ana sebebini oluşturuyor. Bu yüzden kadın üretimi ile kadın istihdamının farklı şeyler olduğunu sorgulama ihtiyacı doğuyor.
İkinci soru; erkek ile kadının çalışma hayatının her alanında eşitliği, bizi doğru bir cevaba ulaştırır mı? Bana göre bu alanda üretilen söylemler, genelde ‘eşitliği’ bir ‘yaklaşım’ olmaktan çıkarıp ‘eşitlik fetişizm’ine sürüklemektedir.
Kadın ve erkek, doğaları gereği iki farklı cinstir ve 24 milyon farklı mal ve hizmet üretilen dünyada, 24 bin mesleği karpuz böler gibi yüzde 50- yüzde 50 fetişizmine saplanmak, boşuna gayrettir. Olaya, emeğin tam karşılığı ve üretimden doğan nimetin eşit bölüşümü noktasından yaklaşmak, bana daha doğru gelmektedir.
Emeğe katma değer üretme açısında baktığımızda, erkeğin ve kadının katkılarında farklılıklar görüyoruz. Ancak olaya klasik İnsan Kaynakları bakışıyla yaklaşırsanız, neticede her iki cinsi ‘mesai süresi’ ile eşitlersiniz.
Hal böyle olunca da kariyer basamaklarında erkeğin askerlik molasına karşılık, kadının çocuk-lar doğurma, onları emzirme, onlara bakma gibi süreçleri de hesaba katınca, ‘pozitif ayırımcılık’tan medet duyar hale gelirsiniz.
Erkek nüfusunun savaşlarda kırılması sebebiyle kadınları işgücüne katan Batı, daha düne kadar ona eksik ücret ödemek hatta maaşını kocasına vermek ayıplarından modernleşme süreciyle sıyrılmış ve bugün işgücünde kadının yerini zevahirde eşit kılmıştır.
Zevahirde diyoruz zira kadın, oyun kurucusu erkek olan çalışma hayatında hala ‘yardımcı’ niteliğini üzerinden atamamıştır. Amerikan halkını kapsayan çok geniş bir anketi hatırlıyorum. Soru, çok basitti; “Acaba kaç yıl sonra bir kadını başkan olarak göreceğiz?”
2000 yılında yapılan bu ankete verilen cevapların ağırlığı; “30 yıl sonra” olarak şekilleniyordu. Oysa aynı ankette “acaba kaç yıl sonra bir zenciyi başkan olarak göreceğiz” sorusuna, 15 yıl cevabı veriliyordu. İşin ilginci aynı soru “eşcinsel bir başkan” için 25 yıl diye cevaplandırılmıştı.
Kadın hakkındaki söylemleri bol ulusların teflonunu kazıdığınızda çoğu kez paslı olgulara ulaşıyorsunuz. İstihdamda cinsiyet ayırımı, sanıldığından daha derin dinamiklere dayandığından, görünüşteki eşitliğe aldırmamak gerekiyor.
Üretim oyununu tarlanın ve evin dışına taşırdığınızda kadının denkleme hangi derinlikte katılacağının kararı, mücbir sebep olmadıkça, şimdikinden dramatik farklı olmayacaktır. Zaman içinde kadın istihdamı tabii ki gelişecek ancak ister kota konulsun ister hükümet politikası haline gelsin, ihtiyaçlar üzerinden gitmedikçe, bu eşitlik kulağa hoş gelen temenniden ibaret kalacaktır.
Kadın istihdamını kadın hakları ile özdeşleştirmek, kolay ve akla yakın gelse de işe yaradığını söylemek, gerçeği yansıtmaz. Eğitimde fırsat eşitliğinden başlayan bu derin uçurum, ancak ve ancak anlayışların değiştiği ve neticesi yılların gerisinden alınabilecek gayretler ile kapanacaktır.
Türkiye; kadın istihdamı konusunda sanılanın aksine, çok geride bir ülke değildir. Hele ki komşularımızı referans aldığımızda, kendimizi bu konu üzerinden suçlamaya hakkımız yoktur. Şimdiki halde Türkiye kadın istihdamında, ekonomik performansı ve potansiyeline yakışmayan bir durumdadır. Fakat bu süreç, hızla iyileşiyor.
Kadına yatırım, ne Ankara’nın ne de yerel yönetimlerin inhisarındadır. Şirketler, sivil toplum örgütleri ve kurumlarımızın da kadına yatırım yapabilecek binlerce fırsat alanı mevcuttur. Yeter ki kadını ekonomiye katma niyetimiz olsun. Ve de içimizde biraz dürüstlük bulunsun…