İş’te Türkler ve Amerikalılar
Basit, bireyleri verimli olmaya itecek insan odaklı sistemler kurulmadan, Türkiye’deki iş hayatının daha adaletli ve daha iyi bir noktaya gelmesi mümkün değildir…
TUNÇ DİPTAŞ
Elon Musk, geçen günlerde Amerikan hükümetinin etnik gruplar arasındaki gelir dağılımını gösteren bir araştırmayı ‘ilginç’ notuyla X hesabından paylaştı. Araştırmaya göre, Amerika’da yaşayan Türkler, yüksek gelir düzeyine sahip etnik gruplardan biri olarak, beyaz Amerikalılardan yıllık 20 bin dolar daha fazla kazanıyor. Verilere göre, Amerika’daki Türk kadınları, en çok kazanan etnik gruplar arasında ilk üçte yer alırken, beyaz Amerikalı kadınlardan yıllık 10 bin dolar daha fazla gelir elde ediyor.
ABD’de geçirdiğim 20 yıl boyunca, toplumları ve iş dünyasındaki dinamikleri gözlemleme ve liderlerle çalışma fırsatı buldum. Bu süreçte Türkiye ve ABD iş kültürünü karşılaştırarak, iki ülkenin güçlü ve zayıf yönlerini daha yakından anladım.
Amerika ve Türkiye’den, büyük bir şirkette çalışan 50 kişiyi rastgele seçin. Her iki ulustan insanların çalışma alışkanlıklarını, iş hayatına ve yaşama bakış açılarını, başarı kriterlerini karşılaştırdığınızda, kurumsal hayatta bizim insanımızın Amerikalılara göre belirgin artılara sahip olduğunu görürsünüz.
Sistemi değiştiren cesur liderler
Türkler, insan ilişkileri kurma, ikna kabiliyeti, çalışma dayanıklılığı, yaratıcılık ve yeni fikirler geliştirme konularında son derece başarılıdır. Elon Musk’in paylaştığı veriler de bu söylediklerimi doğruluyor.
Türk insanının aileyle birlikte yaşama kültüründen gelen güçlü bağ kurma yeteneği, sosyal ilişkilerde doğal bir avantaja dönüşüyor. Karşısındaki kişiyi hızla etkileyebiliyor, satış yeteneği kuvvetli ve pratik çözümler üretebiliyor.
Hayatın getirdiği zorluklara karşı Türk insanının dayanıklılığı da öne çıkıyor. İşler yolunda gitmediğinde, bir proje beklenildiği gibi sonuçlanmadığında veya pandemi gibi insanları zorlayan dış etkenlerle karşılaşıldığında, Türkler bu durumları daha az etkilenerek atlatıyor ve hızlıca toparlanmayı başarıyor.
Bir Amerikalı için durum daha farklıdır. Belirsizliğin hâkim olduğu, Pandemi gibi kriz durumlarında ne yapacağını bilemez, adeta paralize olur. Bunun temel nedeni Amerikalıların devletin ya da çalıştıkları kurumların kurallar koymasına ve sistemler oluşturmasına alışkın olmasıdır. Yerleşik sistemlere olan bu bağımlılık, pratik zekayı devreye sokmalarının önüne geçer; çünkü her şey onlar için düşünülmüş ve planlanmıştır.
Benzer bir karşılaştırmayı, iki ülkenin büyük şirketlerini yöneten 50 lider ve yönetici arasında yaptığımızda ise farklı bir tabloyla karşılaşırız. Bu kez, Türklerin daha geride olduğunu görürüz.
Amerika’da bir yönetici, astlarından itaat beklemek yerine, şirketin kârlılığını artırmak için herkesin etkin bir şekilde çalışabileceği sistemler kurmaya odaklanır. Bulundukları mevkiyi bir güç gösterisi alanı olarak düşünmezler. Yetki vermeyi bir güç kaybı olarak algılamazlar. Gelişmeye açık ve iyi yetişmiş astlarını kendilerine rakip olarak görmezler. Aksine, onların terfi almalarına yardımcı olurlar.
Amerika’da tüm sistem, kâr maksimizasyonu, performans ve verimlilik üzerine kuruludur. İnsanların, mevkilerini kendi güçlerini göstermek için kullanmalarına yer yoktur. Öne çıkanlar, çok çalışan, değer üreten ve şirketin kârlılığına katkıda bulunan kişilerdir.
Türk insanının müthiş bir potansiyeli var. Ancak bu potansiyelin Türkiye’de ortaya çıkmasını engelleyen en büyük faktör, liderlerin ve yöneticilerin verimliliği artıracak sistemler kuramamasıdır. Çoğu zaman, egoların verimli çalışmanın önüne geçmesi, takım ruhunu gölgede bırakması problem olarak karşımıza çıkar.
Vurgulamak istediğim nokta şudur ki basit, bireyleri verimli olmaya itecek insan odaklı sistemler kurulmadan, Türkiye’deki iş hayatının daha adaletli ve daha iyi bir noktaya gelmesi mümkün değildir.
Liderlik, cesur kararlar alabilmek demektir. Mevcut sistemi değiştirmenin yolu, sistemin içinden çıkacak cesur liderlerden geçiyor.