İstanbul’da Mudo Bienali

2 bin 400’den fazla eserin olduğu Taviloğlu koleksiyonu İstanbul’un yedi farklı mekânında sergileniyor. Mustafa Taviloğlu “Sergiyi, koleksiyonum dağılmasın, benden sonra satılmasın diye yapıyorum…50 yıllık emeğimin çöpe gitmesini istemiyorum” diyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
İstanbul’da Mudo Bienali

GİLA BENMAYOR

Mudo markasının kurucusu iş insanı Mustafa Taviloğlu’nun 52 yıllık dev koleksiyonu İstanbul’un ayrı yedi mekânında sergileniyor.

903 sanatçının 2412 eserini kapsayan koleksiyonun aynı anda İstanbul Resim Heykel Müzesi, Artİstanbul Feshane, İstanbul Sanat (Haliç Tersanesi) Müze Gazhane, Likör Fabrikası, İş Sanat Kibele Sanat Galerisi, Galeri Eyüpsanat gibi farklı mekânlarda sergilenmesi İstanbullu sanatseverler tarafından ‘Mudo Bienal’” olarak tanımlanıyor.

Taviloğlu’nun koleksiyonu peşinde bir mekândan diğerine koşarken bienal hissine kapıldığınız için tanımlama yanlış sayılmaz. İBB Başkanı İmamoğlu’nun da katıldığı ‘Bir Koleksiyoner Hikayesi’ Sergisi’nin Feshane’deki açılışında “Bu koleksiyonun eksiksiz bir şekilde sergilenmesi en büyük arzumdu. Bu sergi, tıpkı iskambil kağıtlarından yapılmış kule gibi tek kart dahi eksik olsa ayakta duramaz, yıkılır” diyen Mustafa Taviloğlu ile İRHM’nde buluştuk. Tabii ki söyleşi saati sarktıkça, sarktı. Dolayısıyla Taviloğlu Koleksiyonu’nun en değerli parçalarının olduğu sergiyi İRHM Müdürü Hasan Karakaya eşliğinde gezme fırsatını buldum.

Şimdiye kadar varlığından haberdar olmadığım Ömer Uluç, Mehmet Güleryüz, Osman Hamdi’nin ‘Türbe Ziyareti’nde 2 genç kız’, Semiha Berksoy, şahane bir Adnan Varınca aklımda kalan tabloların bazıları İRHM duvarlarında… Bu arada Mustafa Taviloğlu ile sohbet hiç kolay olmadı çünkü ‘Mudo Bienali’nin başlaması nedeniyle muhatabımın telefonu hiç susmadı, sohbetimiz sürekli bölündü ve kendimi kaç kez  “lütfen cebinizi açmayın artık” derken yakaladım.

Sizi ilk tanıdığımda Fitaş Pasajı’nda gençlerin uğrak yeri olan minicik bir dükkanınız vardı. Koleksiyonerlik serüveniniz o tarihte başlamış mıydı?

Evet tam o tarihte başladı. 1971-1972 yılları. Müstakbel kayınvalidem İngiltere’de okuyan kızını Berlin’e götürdüm diye hesap sormak için evine çağırmıştı. Tablolarla dolu şık, sanatsever bir burjuva ailenin evi. İlk kez gördüğüm Şevket Dağ beni çarptı resmen. Müthiş bir tablo. Dağ olduğunu bilmiyordum tabii ki. İstanbul peyzajları filan. Büfenin üzerinde “Büfe” imzalı bir tablo. Meğer Fransız ressam Bernard Buffet’nin eserinin karşısındayım. Ben güzellikten etkilenen ve anlayan biriyim. Gördüklerimden çok etkilendim. Karadenizliyim. Ailem açık fikirliydi ama büyüdüğüm evde tablo filan yoktu. Eşimin ailesine ait evi gördükten sonra sanat eserleriyle ilgilenmeye başladım.

Aldığınız ilk sanat eserini hatırlıyor musunuz?

Hatırlamam mı? Necdet Kalay’dı. Yahşi Baraz’dan almıştım. Galerisi filan yoktu o zaman. Hilton’da bir kiosku vardı.1973’ten beri alıyorum. Cebimde ne varsa tabloya yatırırdım. İçki içmem, kumar oynamam. Aşırı masrafım yok. Parayı sevmem. Bunun güzel bir şey olduğunu hissettim. Gittikçe gitti.

Yaptığım en büyük yanlış yurt dışına geç açılmam

 Nerelerden aldınız? Müzayedelerden mi?

Her yerden aldım. Müzayedelerden, fuarlardan, galerilerden, sanatçı atölyelerinden. Yaptığım en yanlış şey yurt dışına geç açılmam oldu. Oysa eşimin eniştesinin Paris’te müthiş bir galerisi vardı. Galeri Mona Lisa. Sık sık ziyaret ederdim ama almazdım.  Yabancı sanatçıların eserlerini satın almaya korktum. Bilmediğim denizde ne yaparım diye. Yanlıştı. Ancak 25 yıl önce yurt dışından alımlara başladım. Gezdiğim fuarlardan aldım. Ama öyle Matisse’lerin, Picasso’ların olduğu ana fuarlardan değil yan fuarlardan. Fuar ziyaretleriyle piyasayı tanıdım. Göz zevkim gelişti. Babamın bir lafı vardır “her teknenin denizi aynıdır” diye. Benim teknem ufaktır ama gezdiğim galerileri bulundukları yerlerden nasıl eserler sattıklarını anlıyordum. Esas en büyük hatayı Çin’de yaptım. 30 yıl önce iş için ilk Çin’e gittiğimde eğer resme baksaydım çok büyük iş yapmış olurdum. Galeriler yeni başlamıştı ve sanat piyasası gelişmemiş olsa da ben gözüme güvenerek alabilirdim.

Satın alırken hep gözünüze mi güvenirsiniz?

Evet baktığım zaman güzeli görürüm. Notre Dame de Sion’nun en güzel kızıyla evlendim. Öte yandan koku alan bir adamım. Teknenin altındaki balığı görürüm, bilirim.

Bende en fazla işi olan Komet’tir

Peki bu koleksiyonerlik serüveninizde size akıl verenler oldu mu? İlk tablonuzu aldığınız Yahşi Baraz örneğin…

Tabii. Beni satın almam için tahrik ediyordu. Satmak için her şeyi yapıyordu.  Ömer Uluç’ları filan ondan aldım. Sonra Burhan Uygur’u tanıdım, dost oldum. Vizyonum değişti, koleksiyonerliğimde bir dönem noktasıdır. Sanatçıların arasına girdim başka bir dünya orası. Cihat Burak, Avni Arbaş ile dost oldum. Bedri Rahmi’ye yetişemedim. Sergide olan Bedri Rahmi’ye ait şahane bir nü resmini Ferit Edgü’nün Narmanlı Han’daki galerisinden almıştım. Edgü daima yol göstericilerimden biri oldu. Birlikte Fransa’dan Fikret Mualla’nın işlerini alırdık. İyi bir eksperdi.

Sonra Maçka Sanat Galerisi’nin kurucusu Rabia Çapa sayesinde Komet’i tanıdım. Bende en fazla işi olan ressam Komet’tir.  1976 yılında mimar Mehmet Konuralp tarafından tasarlanan Maçka Sanat Galerisi her konuda öncüydü. Işıkçı kullandıklarını bilirim. Öldüğü güne kadar dostluğumuzun devam ettiği Komet’in galerideki sergisi olay olmuştu. Paris’e her gittiğimde Komet ile buluşurduk, yemek yerdik.

50 yıl önce sanat almaya başladığınızda dönemde örnek aldığımız koleksiyoner var mıydı?

Aslında o yıllarda yanlış söylemeyeyim, fazla koleksiyoner yoktu.  TÜSİAD eski başkanlarından Ali Koçman, zengin bir koleksiyona sahip Kemal Erhan aklıma ilk gelen isimler. Eczacıbaşı ailesi, Koç ailesi de vardı mutlaka ama koleksiyonlarını bilemiyorum. 80’lı yıllarda Erol Aksoy, Halil Bezmen. Yani örnek alabileceğim fazla koleksiyoner yoktu. Müze de yoktu zaten.

Peki siz bugün kendinizi Türkiye’nin en önemli koleksiyonerleri arasında görüyor musunuz?

Hayır. Benim öyle bir iddiam yok. Ben kendimi biliyorum. Bu işe verdiğim emeği biliyorum, nasıl gayret sarfettiğimi biliyorum. Öncü olduğum durumları da biliyorum. Şimdi bu 7 mekândaki ‘Bir Koleksiyonerin Hikayesi’ sergisiyle diğer koleksiyonerler için bir yol gösterici olduğuma inanıyorum. Yani koleksiyonerliğin olmazsa olmazlarından biri paylaşmak. Bu işin en önemli yanı ne biliyor musun? Vardığınız noktadan çok yolculuğunuz önemli. Ben bu yolculuğu çok sevdim.

En çok para ödediğiniz iş hangisi?

İRHM’de sergilenen Osman Hamdi’nin “Türbe Ziyareti’nde 2 genç kız” tablosu en pahalı aldığım resim. Sanırım 75 bin dolar ödedim o yıllarda. İsviçre’de bir galeriden aldım. Galeri Fransa’da oryantalist resimden modern resme geçen bir müzeden satın almış. Tesadüf tam ben orada iken Fransa’dan gelen paketi açıyorlar. Beş dakika sonra galeriye uğrasam belki kaçıracağım Osman Hamdi’yi. 

Koleksiyonu yatırım olarak görmedim

Bu muazzam sergi nasıl ortaya çıktı?

Bu sergi fikri yıllar öncesinden vardı. 1994 yılında yapacaktım. Yer dahil her şey ayarlanmıştı. Ne iki sergiye 2 gün kala gözüm korktu vazgeçtim. Ferit Edgü, Haldun Dostoğlu, Bülent Erkmen bir araya gelip 1995 yılında Taviloğlu Koleksiyonu-Türk Resmi kitabını yaptık. Editör Ferit Edgü idi. Kitap 1996 yılında basıldı. Bülent Erkmen sanatta en büyük destekçilerimden biri.

Bugün İstanbul’da 7 mekânda sergilenen sergiyi neden çok istedim biliyor musun? 2 bin 400’den fazla eser gün ışığına çıksın, görülsün, sahip çıkılsın ve dağılmasın diye. Devamlılığı olsun koleksiyonun.

İnanmayacaksın eşim, çocuklarım Ömer ve Aslı bile bin kadar eseri görmedi, tanımıyor.

Aldığım eserlerin çoğu “sanat depomda”. Ben bile bazen eserleri unutuyorum. Geçen gün Feshane’de gözerken bazı eserleri ilk kez görmüş gibi oldum. “Almamış olsaydım yine bunları alırdım” dedim kendi kendime. Bana koleksiyonun değerini soruyorlar. “Değeri yok çünkü satılık değil” diyorum. Yatırım olarak görmedim koleksiyonu.

Peki bir Mudo Sanat Müzesi güzel olmaz mıydı?

Olmaz mı? İsterim tabii ki. Sergi bu yüzden mühim. Kapsamı, nasıl bir koleksiyon olduğu ortaya çıksın o zaman sahip çıkılacağına inanıyorum. Sahip çıkmak ihtimam, bakım, süreklilik  ister. Müze olur, vakıf olur bilmem. Elli yıllık bir emeğin çöpe gitmesini dağılmasını istemiyorum. Birinci tercihim tabii ki olum Ömer’in sahip çıkması.

Düşünün ki koleksiyona Türkiye’nin ilk sanat kurumu İRHM kapılarını açtı. Bu benim için çok değerli bir şey. Müze Müdürü Hasan Karakaya’nın da dediği gibi koleksiyonun burada sergilenmesi bir devlet kurumunun dönüşümün müjdeliyor. Buna vesile olduğum için mutluyum.

 

 

 

 

 

HAFTA