İstanbul-İzmir arası aşk
Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç,’ı buluşturan Prime Video’nun yerli orijinal filmi ‘39 Derecede Aşk’ izleyiciye eğlenceli ve samimi bir aşk hikayesi vaad ediyor. Tunç Şahin’in yönetmen koltuğunda oturduğu, Uygar Şirin’in kaleminden çıkan bu romantik komedinin detaylarını ikiliden dinledik.
Canan Demiray
Kumru ve Fatih... İstanbul’un hızına ayak uydurmuş hırslı bir avukat ile İzmir’in sakinliğinde huzur bulmuş bir müzisyen. Hayatın apayrı köşelerinden gelen bu iki karakter, bir dava, bir tesadüf ve bir asansör arızası ile kesişiyor. Prime Video’nun yerli orijinal filmi 39 Derecede Aşk, Ayça Ayşin Turan ve Furkan Andıç, bir kez daha birlikte kamera karşısında bu samimi hikayenin kahramanları olarak izleyici karşısına çıkıyor. Tunç Şahin’in yönetmen koltuğunda oturduğu,Uygar Şirin’in kaleminden çıkan bu romantik komedi, izleyenlere hem İstanbul’un karmaşasını hem de İzmir’in dinginliğini yansıtırken, eğlenceli ve samimi bir aşk hikayesi sunuyor. Kendileriyle hem hikayeden hem de yapım sürecinden konuşma fırsatı bulduk, bilinmeyen detayları öğrendik.
“Bu hikayede karakterler ne doğru, ne yanlış yolda”
Senarist-Uygar Şirin
Müzik ve aşk üzerine bir hikaye sizin için yeni değil, Karışık Kaset adlı kitabınızı da senaryolaştırmıştınız. 39 Derecede Aşk’ın ilham kaynağı neydi?
"39 Derecede Aşk"ın Kumru ve Fatih'inin seyirciye tanıdık gelebileceğini umuyorum fakat birebir hayatımdan, çevremden ilham aldığım karakterler değiller. Aslında yazdıklarımın küçük bir kısmı gerçek olaylar veya kişilerden esinleniyor, sanırım pek çok yazar için geçerli bu. Senaryo ve romanlarım arasında Karışık Kaset romanı otobiyografik unsurlar taşıyan nadir metinlerdendi.
İzmir hikayenin geçtiği yer ama biraz daha fazlası, o da bir karakter aslında. İzmir'de geçen bir hikaye olarak yazmak sizin için nasıldı?
Hikayeyi kurma aşamasında bir yandan Kumru ile Fatih'i birbirine zıt iki karakter olarak şekillendiriyor, bir yandan da "Keşke bu film İstanbul dışında bir yerde geçse" diye düşünüyordum. Bu iki meseleyle uğraşırken son yıllarda sosyal medya sayesinde iyice görünür olan İzmir-İstanbul çekişmesinin karakterlerime çok denk düştüğünü fark ettim. Aklımdaki Fatih İzmir'le özdeşleştirilen, Kumru ise İstanbul'la özdeşleştirilen niteliklere sahipti. Bir kez bu fikri bulduktan sonra filmin teması, temel çatışması ve olay örgüsü hızla belirginleşti.
Kumru’nun travmalarına tanık oluyoruz ama Fatih’in güvensiz hissetmesini çok işlememişsiniz. Tüm odak Kumru’da mı olsun istediniz?
Bazı romantik komedilerde baştan itibaren iki ana karakterden biri doğru yolda, diğeri yanlış yoldadır. Ben bu hikayede iki karakterin de ne doğru ne yanlış, hem doğru hem yanlış yolda olmasını istedim. İkisinin de birbirinden öğrenecekleri var. Bu anlamda denkler, biri öbüründen daha iyi ya da kötü değil. Ancak iki karakterin de travmalarını ve hayatlarındaki kırılmaları eşit miktarda işlediğimde filmi boğacağımı, bir romantik komedinin bu kadarını kaldırnayacağını hissettim. Bu nedenle Kumru'nun geçmişini daha ağırlıklı işlemeye, Fatih'in derdinin ise bugüne yansımalarını sergilemeye karar verdim. Bu Fatih'in sütten çıkmış ak kaşık olduğu anlamına gelmiyor. Nitekim yeri geldiğinde Fatih'in Kumru'ya söyleyecekleri olduğu kadar, Kumru'nun da Fatih'e edecek ağız dolusu ve hak verilebilecek lafı olduğunu görüyoruz.
Film hem duygusal hem de mizahi bir tona sahip. Dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
Romantik komedilerdeki mizah dozu genelde "ne çok az ne çok fazla" oluyor. Kimse romantik komedilerden bir komedi filmi kadar kahkaha beklemiyor. Diğer yandan, mizah gereğinden az olursa filmin kendini fazlasıyla ciddiye alma ve "hafif"liğini kaybetme riski doğuyor. Böylesi izlemeyi de, yazmayı da sevdiğim bir doz açıkçası. "39 Derecede Aşk"ı yazarken bu kıvamı tutturmaya çalıştım.
“İzmir oyunbaz, renkli ve dolanbaçlı”
Yönetmen-Tunç Şahin
Bu Uygar Şirin ile 10 yıl aradan sonra ikinci iş birliğiniz. Bu süreç nasıl gelişti?
Uygar’la yirmi yılı aşkın bir arkadaşlığımız var. Uygar’ı senarist kimliğinin haricinde, roman yazarı ve sinema eleştirmeni olarak da takdir eden ve takip eden birisi olarak, hikaye kurma biçimi ve sinema diline karşı kendimi hep yakın hissetmişimdir. Benim için anlattığımız hikaye kadar, o hikayenin altında karakterlerin sahip olduğu değerler ve filmin mesajı da bir o kadar önemli olmuştur. Uygar’la bu bağlamda dünyaya yakın bir yerden baktığımız için onun hikayelerini içselleştirmek benim için keyifli ve kolay bir deneyim oluyor.
İzmir ve İstanbul gibi farklı şehirlerin atmosferini yansıtmak için nasıl bir görsel dil kullandınız? Bu şehirlerin hikayedeki rolünü nasıl tanımlıyorsunuz?
Filmin, başlangıçtaki bir iç mekanı hariç neredeyse tamamı İzmir’de geçiyor. Bu yüzden görsel anlamda iki şehir arasında kontrast kurmaktansa İzmir’i, ritmi ve hissi farklı ve büyülü bir yer olarak portre etmeye çalıştık. Uygar senaryoyu neredeyse İzmir’e bir aşk mektubu şeklinde yazdığı için filmi görsel anlamda kodlamak hiç zor olmadı. Hayatla ancak mücadele ederek başa çıkılabilen İstanbul’a karşın filmde İzmir oyunbaz, renkli ve dolambaçlı bir şehir olarak yer alıyor.
Oyuncularla çalışırken hangi dinamikler ön plana çıktı?
Ayça ve Furkan’la bir aya yakın süren bir hazırlık dönemi geçirdik. Her ikisi de karakterlerini çok iyi etüt ettiler. Daha önce de birlikte çalışmış olmalarının, deneyimlerinin çok büyük faydasını gördük. Mizansenler üzerinde yaptığımız her değişikliğe hızla adapte olup, birbirleriyle sadece göz teması kurarak bile hızla uyumlanabiliyordu. Senaryoda yazan her bir replik her bir aksiyonu masaya taşıyıp, karakterlerin motivasyonunu analiz ettik. Kumru’nun İzmir’de yaşadığı gerginliği antipatik bir yerden almak yerine onun içinde bulunduğu sıkışmışlık duygusuna odaklandık.
İzleyicilerinin filmi izlediklerinden sonra hangi mesajların kalmasını istersiniz?
Filmlerin mesajlarını bir yönetmen olarak özetlemeyi doğru bulmuyorum. Hikaye ile ilgili söylemeye çalıştığımız sözün, filmin sonunda kendiliğinden seyirciye geçtiğini umuyorum. Ancak belki ben kendimin bu filmden neyi öğrendiğimi söyleyebilirim. 39 Derecede Aşk çekiminden, hikayesine bana da Kumru gibi kendi kalıplarımdan ve ön yargılarımdan kurtulup, süreci sevmeyi, andan keyif almayı öğretti. Bu bağlamda seyirci ile ortak bir noktada buluşabiliyorsak, yönetmen olarak beni en çok tatmin eden şey bu olur.