'İnsanların defalarca seyretmek istediği işler yapmak hoşumuza gidiyor'
Macera 3 yıl önce başladı, 160 bölüme varan programlarını 250 binden fazla kişi takip ediyor. Günümüzün Hacivat ve Karagöz’ü Zafer Algöz ve Can Yılmaz, Türkiye’nin en uzun soluklu ikili sohbet konseptli YouTube programını yapıyor. Hem YouTuberlıklarını, hem kitaplarını hem de filmciliklerini konuştuk.
ECE ULUSUM
Hanımefendiler beyefendiler ve saygıdeğer konuklar ‘Burda Olan Burda Kalır’ın daimi sunucuları Zafer Algöz ve Can Yılmaz röportajına hoş geldiniz! Macera 3 yıl önce başladı, 160 bölüme varan programlarını 250 binden fazla kişi takip ediyor. Bugünün Hacivat ve Karagöz’ü denebilir. Can Yılmaz daha sakin, mantıklı ve sorgulayan, Zafer Algöz ise fevri, mantığa değil gönlüne göre yanıt veren ve tiratlar çeken bir karakter. Programın diğer daimi üyeleri ise ‘The Sakal of the World’ ve Inamatu Tokyo. Sakal, sesiyle, Tokyo ise genelde ruhen programda. Onları setlerde ziyaret edip, sohbet etmiştim. Ancak bu yıl boyunca kendileriyle vakit geçirme, programlarının backstage’ini izleme ve bolca sohbet etme fırsatı yakaladım. Sinemadaki çalışmaları gibi YouTuber’lığı da bir o kadar ince eleyip sık dokuduklarını gördüm. Hal böyle olunca Can Yılmaz’ın ofisinde buluşup sohbet ettiğimiz bir yaz gününü röportaja dönüştürmek istedim, kırmadılar. Bir itiraf, sohbet öyle uzun sürdü ki sayfaların müsaade ettiği kadar sizlere aktarabildim. Keyifli okumalar…
Sizler YouTube programlarına çok daha önceden beri alışıksınız. Ne oldu da kendini programınızı yapmak istediniz? Düşününce arka planda büyük sorumluluk ve süreklilik gerekiyor.
ZAFER ALGÖZ: Andy Warhol’un çok güzel bir sözü var “Bir gün herkes 15 dakikalığına da olsa meşhur olacak” diye, biz dedik ki “Bir gün herkesin kendine ait kanalı olacak!” Can hocayla ‘Burda Olan Burda Kalır’ adıyla başladık. Hemen söyleyeyim: Programın adı Ozan Güven’e ait. Buradan çok teşekkür ediyoruz.
CAN YILMAZ: Evet, geçenlerde yine telif hakkında küçük bir çatışma yaşadık. Abi bizim paramız ne oldu diye. Konuyu öteledik! (Gülüyorlar)
Z.A.: 55-60 dakikalık iki kişilik bir sohbet olarak başladı. Tam kıvamına oturması pandemide oldu. Televizyon izlemekten sıkılanlar bizi daha çok takip etmeye başladı. Takipçilerimizin de verdiği cesaretle hep devam ettik. Burada pek tevazu gösteremeyeceğim: Bizim yaptığımız gibi bir işi Türkiye’de yapan yok. İkili olarak spor, moda ya da yemek programı yapan var ama bizimki daha geniş kapsamlı. Hem Türkiye’den hem dünyadan konular var. Bir de bunu sahneye daha canlı performansla taşıdık.
C.Y.: Tabii YouTube’un formülleri var ama o bize uymadı. İlk bölümleri yaparken 55 dakika falan yaptığımızda bize “Bu kadar uzun zaman süreli programı kimse seyretmez. 8-12 dakika arasında bir şey yapmanız lazım” dediler. 13 dakikalık yaptık. En az seyredilen bölümümüz oldu. Bir de tepkiyle karşılandı. Hemen kendi formatımıza, 50 küsur dakikalara döndük. Böylece o duvarı yıkmış olduk.
Can Bey siz genelde konuyu açan oluyorsunuz. Konu bulurken Zafer Abi’nin programdaki karakterinin bam teline basma termometresi var mı?
C.Y.: Hem seyirciyi hem de bir manada Zafer Abi’yi gıdıklamak lazım. Neye tepki vereceğini ezberlediğim için ona uygun konular buluyorum.
Z.A.: Elon Musk, Jeff Bezos, Bill Gates, Tom Cruise’un hakkını yemeyelim hocam. Bunlar bize her hafta malzeme üretiyor.
C.Y.: Bu isimler Zafer Abi için artık mühür gibi oldu! Bir süre onlardan bahsetmiyoruz, izleyici yorumda yazıyor “Abi Elon Musk yine bunu yapmış hiç konuşmuyorsunuz” diye.
Z.A.: Ya Tom Cruise, Kapalıçarşı’daki çekimleri iptal etti ya bana binlerce mesaj geldi. “Abi senin kapris abidesi Tom filmi çekmiyormuş, haklıymışsın” diye. Bir başkası “Senin ilhan mask hem mavi tikimizi kaldırdı. Haftaya şunu ağzının payını ver!” yazmış. Bizi takip edenlerin de olayın içinde olması hoşuma gidiyor. Ama bazen zaruri durumlarda ara vermek durumunda kalıyoruz. Bu sefer takipçiler “Nerede kaldı abi malı gönderin” diyor.
C.Y.: Zafer Abi’nin lafı bu, ‘mal’, yeni bölüm demek oluyor. Eski bölümler izleniyor o zamanlar da. Program zamansız. Şimdi git birinci bölümü seyret güncel, sağ olsun ülkemiz de malzeme çok.
Bölümlerde, sizin tabirinizle ‘filmcilik’ yetenekleriniz ziyadesiyle var. Hikaye oluşturuyorsunuz, rollere giriyorsunuz, tiratlar var. Aslında filmcilik yanınızın da tatmin eden bir tarafı da var. İleride ‘filmcilik gider Youtuber’lık kalır’ gibi bir şey olur mu?
C.Y.: Yok, filmcilik asla bitmez. Şu anda sinemalarda bir şey seyredilmiyor diyorsan tamam sekteye uğradığı doğru ama sinema bitmez. YouTube da bitmez çünkü sonsuz bir devinim var.
Z.A.: Filmcilik daha zor bir iş çünkü insanların film seyretmek için evden çıkmaları gerekiyor. Ama YouTube kanalındaki bir şey için evden çıkmana gerek yok. Mal nasıl olsa hazır, orada duruyor.
Anadolu Efes’le uzun soluklu bir iş birliğinize başladınız. En uzun soluklu iş birliklerinizden biri sanıyorum. Değil mi?
Z.A.: Şu an öyle. Şu kadar söyleyeyim Anadolu Efes Türkiye’nin bence çok büyük bir markası. Yurtdışına gittiğimde Avrupa’nın birçok ülkesinde mamullerini de görüyorum, bu beni mutlu ediyor. Helal olsun diyorum, bir Türk firması global sahada. Onun dışında basketbol takımı muhteşem. Prestijli bir firma olduğu için biz de Can hocayla hiç tereddüt etmedik, tabii ki çalışırız dedik. İyi ki de çalışıyoruz.
Onlar gidici biz kalıcıyız
Uzun zamandır influencer’larla da çalışıyorum. Çoğu markaları benimsemek ve öğrenmek konusunda zorlanırlar. Ama siz kısa sürede içselleştiriyorsunuz, onları merak edip öğreniyorsunuz. Hep böyle mi yaklaşıyorsunuz?
C.Y.: Öyle olması gerekmez mi? Onlar gidici biz kalıcıyız, buna mecburuz. Bu arkadaşlar büyük ihtimalle çok insanla çalıştığı için odaklanamıyor olabilirler. Adam bugün ruj tanıtıyor, ertesi gün araba lastiği, ona odaklanması mümkün değil. Allah kolaylık versin.
Z.A.: Bu şuna benzer sana araba hediye edilmiş arabanın markasını ya da özelliklerini bilmiyorsun. Biz de onun için hakikatten Can’la beraber herhangi biriyle çalıştığımız zaman onlarla ilgili araştırma yapıyoruz. Bizle çalışan insanlar, “ya iyi ki bu adamlarla çalışmışız” desin isteriz.
Bir yandan da turneleriniz var, Yeni bir yaz turnesinden çıktınız. Nasıl geçti?
C.Y.: Bizde bir söz vardır: Kapı baca kırıldı deriz. Gerçekten de kapı baca kırıldı. Bu ekonomik şartlarda bizi yalnız bırakmadılar. Bizi 40 derece sıcakta çok iyi karşıladılar. Nazar değmesin, kötü geçen bir etkinliğimiz yok şu ana kadar. Zaten bu olmadı dediğimizde de büyük ihtimalle bırakırız. Ağustos ortası itibarıyla Erşan Kuneri’ye başlayacağımız için kısa mola vereceğiz. Bir karakter oynuyorum biliyorsun Eryetiş diye. Aynı zamanda 9 karakter daha oynuyorum ama Zafer Abi gibi yoğun değilim. O yüzden bu işleri ekim sonuna kadar askıya aldık.
Sette berabersiniz, programda berabersiniz, turnede berabersiniz. Bu kadar yan yana olmanın dezavantajı var mı?
Z.A.: Zaman zaman sıkılıyoruz birbirimizden galiba hocam. (Gülüyor.)
C.Y.: İlginç bir konuya temas ettin ama aslında çok görüşmüyoruz. Ama o 12 gün çok gördüm. Ailemizden çok birbirimizi gördüğümüz muhakkak. “Yeter artık bu adam, o kır saçlı adam bitmedi mi” diye takılıyorum.
Gördüğüm kadarıyla WhatsApp’ta sürekli konuşuyorsunuz
C.Y.: 7/24... Erşan Kuneri grubumuz var, oyuncular grubumuz var, bir de ayrıca bizim eski oyuncular grubumuz var ve evet devamlı birbirimizle paslaşırız. Temasımızın sadece kesildiği anlar var o da Zafer Abinin metroya bindiği anlar. Bir de gece Zafer Abi Wi-Fi zararlı olduğu için geceleri telefonunu kapatıyor ki gece telefonunu salona bırakıp yatağa yatabilir. Turnelerdeki en büyük problemimiz de ona ulaşamamak. Çünkü sabah ‘abi kahvaltı, araba hazır’ falan diyeceğiz yok yani.
Bir yandan da kitap yazıyorsunuz. İkiniz de İnkılap Kitabevi ile çalışıyorsunuz. Bir gönül bağınız da var sanıyorum.
C.Y.: Böyle bir şey yapmamızı söyleyen İnkılap. Bizim önerilerimizi dikkate alıyorlar, güvenilirler. Yayıncılık camiası biraz ilginç bir camia. Yayıncılıkta dürüstlük çok önemli. Şimdi bir çalışmanı emanet ediyorsun, kaç tane basılıyor bilmiyorsun. Bandrol tamamen onların kontrolünde. Mesela Ayşecik bandrolü alıp senin kitabını basabilirler, bilmiyoruz. Bunu yapmayacak dürüstlükte insanlar olduğu için İnkılabı tercih ettik.
Z.A.: Bizim bir de yazarlık meselemiz işi yazarlık olan Ahmet Ümit gibi, Zülfi Livaneli gibi bir milyon satsın öyle bir derdimiz de yok. İşin manevi tarafı bizi mutlu ediyor.
C.Y.: Yani ben 3 sene bir şey yazmasam bir şey diyen olmaz. (Gülüyor.) Ama şu ara çıkardım bir tane, neydi abi ismi?
Z.A.: Can Yılmaz’ı almasak begonvil kaça olur.
C.Y.: Hayır abi, Amcamı Almasak Begonvil Kaça Olur? Onu okuyacağım bugün, niye böyle bir isim koymuşum.
Madem kendiniz sordunuz, neden?
C.Y.: Hikayeye bakmak lazım, o hikayelerden birinde geçen bir laf hatırlamıyorum şu anda.
Z.A.: Pişman mısın böyle isim koyduğuna?
C.Y.: Hayır. Okur, ‘Ne diyor’ burada deyip kitabı eline alabilir.
Z.A.: Kitabı talep ederken Can Yılmaz’ın bir türlü ismini hatırlayamadığım son kitabı diyebilir.
C.Y.: Evet. Daha kolayı var Can Yılmaz’ın son kitabı diyebilir. Önemli olan istek.
Z.A.: Ama hocam benim eserlerime talep var. Nerede kaldı dördüncüsü diyorlar.
C.Y.: Elbette. Çünkü Zafer abinin 45 yıllık kariyeri var. Ben şurada 2 senedir Can Yılmaz’ken Zafer abi 45 yıldır Zafer Algöz. Müsaade ederseniz ama onun bir itici gücü var.
Peki dördüncü kitap…
C.Y.: Geliyor, geliyor. Şu anda anı kiralıyor.
Z.A.: Yani diyor ki etraftakilere ‘Anı kalmadı Zafer abi Ankara’ya anı satın almaya gitti.’
Sizi kapak tasarımlarında sürekli kareli gömlek ve aynı pozla görüyoruz. Böyle mi devam edecek?
C.Y.: Kafa’da öyle bir kareli gömlekli görsel yaptık. Öyle ilginç geldi, kaldı. Mesela ismim kocaman yazıyor, onu ben istemedim. Yayınevinin öyle takdiri olmuş. Çoğu eleştiriyi de buna yapmışlar. Sonra okudukça azalmaya başladı bu yorum. Ama ön yargı her zaman var. Ben Cem Yılmaz’ın abiliğinden otomatikman 1-0 yenik başlıyorum. Şimdi ‘haa bu adam da boş değilmiş’e geldik. 25 yılımı aldı ama olsun.
Program, kitap, sahne sıra filme geldi. Zafer Abi yeni bir setten çıktınız. ‘Her Şey Aşk İçin’ filminin hikayesi nasıl?
Z.A.: ‘Her Şey Aşk’ filmindeki senaryoda bana biçtikleri rol, emekli bir albay. Benim zaten rahmetli büyük dayım emekli albaydı. Ben o emekli albayla 6 sene her yaz Karşıyaka’da 3 buçuk ayımı geçirdiğim için hikaye bana çok sıcak geldi, çok sevdim hikayeyi. Emekli albayla damat adayı arasında geçen güzel sevimli bir aşk hikayesi olduğu için kabul ettim. Çektik, bitirdik o da zannediyorum ekim ya da kasım öyle bir tarihte vizyona sokacaklar. Kurgudan sonra nasıl bir film ortaya çıkacak ben de merak ediyorum valla. Fazla ipucu da vermek istemiyorum.
Can hocamın metodu kefir metodu
Can Bey sizi birçok filmde görüyoruz, Erşan’da da varsınız...
C.Y.: Varsınız demen hoş değil yalnız. Beni çıkarırsan film çöker. (Gülüyor.)
Doğru. Karakter tiplemeleriniz eğlenceli, çoğu zamanda tek replik ama nokta atışı replikler oluyor. Kısa ve öz rollerinize nasıl hazırlanıyorsunuz?
Z.A.: Bir de bize sor!
C.Y.: Şimdi sinema benim için bir tutku. Maalesef 2 repliğe geçemedik. Rüştümü ispat ettiğimde zannediyorum filmlerde rol almaya başlarız. (Gülüyor.) Ya bu benim için bir anı. Tarihe bir hatıra olsun. Yarın öbür gün torunum “Aaa dedem” desin, gerçi çabuk demesi lazım sahne hemen geçiyor. Bazıları çok ciddiye alıyor. “Can Yılmaz’ın oyunculuğu yok bilmiyor” falan diyordu. Allahtan bunu da kırdık. Sanki ben profesyonel anlamda asılıyorum, ünlü olmak istiyorum 55 yaşımdan sonra gibi saçma bir önyargı var. Ben sadece ne film yapalım diye düşünürken orda olduğum için ufak tefek rollere teşne olurum. Ama sende bir şey yoksa sana onu babanın oğlu da olsa vermezler. Cem Yılmaz, zaten vermez. Z.A.: Doğru, olmuyorsa oldurulamaz.
C.Y.: Yapabiliyorum ki bir şeylerde oynuyorum. Bir anda görünüp gitmem falan benim hoşuma gidiyor. Çekeceğimiz Erşan Kuneri’de de az ve özüm mesela. Geçen Erşan Kuneri’de Zafer abi 8 rol oynadı, ben 12 rol oynadım. Aynı bölümde 2-3 tane farklı garsondum. Mesela bu kimsenin dikkatini çekmiyor. Bu bize, kendimize bir şaka.
Z.A.: Akıllı adam anlar. Bir de Can hocamın oyunculuk metodu kefir metodu. Biliyorsun kefir küçücük atakla ürer ya Can Hoca da böyle küçük rolden ürüyor. (Gülüyorlar.)
Nasıl yani?
C.Y.: Erşan Kuneri’deki Faqbâdi bölümünde benim bir işim yok. Bir kalabalık heyet şehre girecek. Seyrettim sahneyi, “Bu kalabalığın içinde ben de olmalıyım” dedim. Gittim kostüm giydim, makyajım yapıldı. Tabii sonradan dahil olduğum için heyet içeri girdiği anda yokum. Sonra çadırda varım, çadırda benim işim ne normalde. Zafer Abi’nin yanında oturuyorum. O da diyor ki “Sen ne dersin peydah efendi?” Çünkü ben bir anda orada peydah oldum. (Gülüyorlar.) Bunu 2 milyon kişi seyretti ise 1 kişi belki anlamıştır. Erşan Kuneri’nin adının Sean Connery’den geldiğini bile 3 sene evvel çözdüler. Arkada da Sean Connery’nin arkada fotoğrafı var.
Z.A.: Bir kere seyredilip unutulacak işlerden ziyade, insanların defalarca seyretmek istediği işler yapmak hoşumuza gidiyor ve her seyredişte detay bulması güzel.
Özkan Abi dünya vatandaşıydı
Charlie Rose bir röportajda “Onlarca unvanınız var, ölünce nasıl anılmak istersiniz” diye sorunca George Lucas, “Mezarımda iyi bir babaydı yazsın isterim” diyor. Siz ne dersiniz?
C.Y.: Çok güzel söylemiş. Onu genişletelim, iyi bir insandı üç nokta, o kadar. Bundan daha önemli bir şey yok. Bu deyişi alabilen çok taze örnek Özkan Abi. Özkan Abinin mezar taşına “İyi bir insandı” yazsan onu anlatır.
Z.A.: Dediği doğru Can Hoca’nın. Bazen insanlar mesela “Çok iyi oyuncuydu ama lanet herifin de tekiydi” der. Böyle örnekler de var…
Özkan Uğur’u yakından tanıdınız. Kendisi size nasıl bir bakış açısı kazandırdı?
C.Y.: Özkan Abi gibi dünyayı seven, insanı seven, dost canlısı, paylaşımcı bir insan olmayı gıpta ettim. “Şöyle bir adam olsam ne güzel olurdu” dediğim birisidir.
Z.A.: Özkan Abi dünya vatandaşıydı. Dünyanın neresine giderse gitsin oraya uyum sağlardı. Kutuplara gitsin Eskimolarla 1 saat sonra müzik yapmaya başlar. Kendime örnek aldığım tarafı enerjisi. Dünyada öyle bir insan olacağını ben zannetmiyorum. Hem bas gitar çalacaksın, hem vokal yapacaksın, hem dans edeceksin, hem şov yapacaksın her şeyiyle konunun içinde olan bir adamdı. Hatta bir anısını anlatmıştı. Klavyecileri bunların genel provaya gelmemiş, Mazhar Abi fırça atmış. Adam da ertesi gün konserde ilk şarkının girişini çalmış, konser sırasında bırakıp gitmiş işi. “Özkan Abi kalan iki buçuk saatte ne oldu?” dedim. ‘N’olacak hem bas gitar çaldım hem de klavyenin çaldıklarını ağzımla söyledim!’ dedi. İnanılmaz bir adamdı Özkan Abi…