Hayatı yaşarken üretmeyi seviyorum
Yıllarca biriken kısa hikayeler, roman taslakları, fikirler ve başlıklar… Bir kısmı dillere dolanan şarkılara dönüştü bu hikayelerin, bir kısmı ise kitaba… Kalanların ne olacağını zaman gösterecek ama biz, müzisyen Demir Demirkan ile ona yazar kimliği kazandıran ilk kitabı ‘Zamanda Saklı’yı konuştuk bugün: “Kendim için doğru zamanı bekledim.”
GÜLSEREN ÜST POLAT
Zamanda Saklı ile beyaz bir atla ‘özgürleştiren aşk’a doğru yolculuğa çıkmaya hazır olun. Aşk sözcüğü yanıltmasın sizi. İki insanı birbirine çeken o büyülü duyguya tanık olduğumuz bir hikaye okuyoruz okumasına ama bir yandan da hayata ve en çok da kendine kızgın bir gencin benliğini bulma serüvenine ortak ediyor bizleri kitap. En ‘dip’ noktayı da gösteriyor okura, farkındalık ile gelen o en büyük mutluluğu da… Meditasyon, beden ve zihin ilişkisi gibi kavramlarla mistik bir öykü içine dalıp, ardında bir çırpıda kitabın sonunda buluyorsunuz kendinizi…
Karakarga Yayınları etiketiyle raflarda yerini alan kitabın yazarı ise yıllardır hem kendi sesinden hem de başka sanatçılardan şarkılarını dinlediğimiz Demir Demirkan… “Otuz yılı aşkındır sayısız şarkı yazdım ama iş roman yazmaya geldiğinde bu dünyanın getirecekleri konusunda hiçbir fikrim yoktu” diyen Demirkan ile son olmayacağını bildiğimiz ilk kitabını ve çok daha fazlasını konuştuk.
Kelimeleri oldukça iyi kullanan ve daha da önemlisi kelimelerle insana dair tüm duyguları çok iyi anlatan birisiniz. Bunu yıllardır şarkılarınızda görüyoruz. Peki, sizi uzun uzun yazmaya daha doğrusu bir kitap yazmaya iten şey neydi? Ya da kendinizde saklı hikayeleriniz zaten hep var mıydı?
Çok teşekkür ederim, öncelikle! Üniversite yıllarımdan beri hikayelerimi biriktiriyorum. Kısa hikayeler, roman taslakları, fikirler ve başlıklar halinde bir sürü dosya mevcut bilgisayarımda. Her güncellemede bellekten belleğe aktarıyorum ve gittikçe de çoğalıyorlar. Bunların bazıları şarkı olarak çıktı ortaya. Kendi seslendirdiğim, Pentagram ile ürettiğimiz veya çalıştığım başka sanatçıların şarkılarının bazıları bu hikayeler veya fikirler üzerine gelişti. Bir roman dörtlemesi yazma fikri ise çok daha sonra, 2023’te ortaya çıktı. Bunun için çok farklı bir motivasyon ve süreç gerektiğini biliyordum ve dolayısıyla kendim için doğru zamanı bekledim.
Bu kitabı yazma serüveninizden biraz söz eder misiniz? Sonuçta ilk kitabınız; nasıl bir yolculuktu sizin için?
Bir kitap yazmaya tam olarak karar verdikten sonra ilk sözcüğü yazana kadar geçen süre oldukça gergindi. Üniversitede İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum, otuz yılı aşkındır sayısız şarkı yazdım ama iş roman yazmaya geldiğinde bu dünyanın getirecekleri konusunda hiçbir fikrim yoktu açıkçası. Konuyla ilgili bir sürü insan ile konuştum, kitaplar, makaleler okudum, podcast’ler dinledim. Sonunda da cesaretimi toplayıp başlamaya karar verdim. Bir şeye başlayıp sonunu getirememek çok yıkıcıdır. Bunun olmaması için kendime altı ay gibi bir zaman ayırıp bunun dışında başka hiçbir şey üretmemeye karar vermiştim. Başladıktan sonra hiç tahmin etmediğim bir şey oldu! O kadar hızlı aktı ki her şey… Ne beklediğim stresi yaşadım ne de bir tıkanma oldu. Açıkçası öncesindeki gerginlik çok gereksizmiş, onu anladım. Planladığımdan daha kısa bir sürede bitirdim romanı. Her bölüm bittikten sonra editörüm Ayşe Marika Sağlam’a gönderiyordum bölümü ve onun yorumu ve varsa düzeltmeleri ile bir kez daha motive olup bir sonraki bölüme başlıyordum. Kronolojik ilerledim. Son bölümü bitirdiğimde de içimde bir burukluk hissettim. Aylardır birlikte olduğun insanlarla vedalaşıp o diyardan göçüyormuşum gibi bir his yaşadım. Tuhaf gerçekten, sanki roman kendi kendini yazmıştı.
Kitabın başkahramanı Berk ile ortak noktalarınız neler ya da var mı ortak noktalarınız?
Berk karakterini kendim dahil birkaç karakterin karışımdan oluşturdum. Ortak noktalarımız tabii ki var ama bunları açık etmek büyüyü bozar, okuyucuya bırakalım.
Berk’in hikayesi bu kadardı
“Tesadüfler de tercihtir.” Kitabı okurken üzerinde çok düşündüğüm bir cümle oldu bu açıkçası. Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz? Çok derin bir anlamı mı var sizin için yoksa kitapta da söz edildiği gibi bir klişe mi sadece?
Kitapta karakterler bu sözle biraz da dalga geçerek, klişe olup olmadığını tartışıyorlar zaten. Bence iki türlü de bakılabilir. Sözün derinliğinin idrakine vardığın zaman klişe olmaktan çıkıyor ama klişe deyip geçersen de öyle kalıyor ki bence bu iki yönlülüğü de ayrı bir derinlik.
Hayata ve kendine karşı öfkeli bir gencin aydınlanmaya giden yolculuğunu okuyoruz bir anlamda. Çok önemli dönüm noktalarına tanık olarak tabii. Peki, sizin hayatınızda farkındalığınızı artıran ve hayata bakışınızı değiştiren dönüm noktaları nelerdi?
Lise yıllarımdan beri içsel çalışmalar ile ilgileniyorum. Karşılaştığım bazı eğitmenler, ustalar ve çalışmaları birlikte yaptığım arkadaşlarım ile zaman zaman çok derin deneyimler yaşadım. Bunlar anlık olmasa da belirli dönemlerdi. Bunları yaşarken fark etmemiş olmasam da sonrasında dönüp baktığımda beni nasıl değiştirdiklerini görebiliyorum. Bunun dışında da hayatı yaşarken, yaşam kat kat açıldıkça deneyimlediğin her an, öğrendiklerini uygulama fırsatı buluyorsun. Bence asıl dönüm noktaları bunlar, yoksa birçok şey bilip bunları hiç uygulamayacaksan o bildiklerinin pek bir değeri olmuyor, herhangi bir değişim ya da gelişim de sağlamıyor.
Beyaz bir at, bir kaplumbağa, zümrüt rengi bir yılan ve beyaz bir baykuş… Aslında hikâyede oldukça önemli rolü olan objeler. Beyaz at değil de bir kaplumbağa seçseydi Berk’in hikayesi değişecek miydi? Yani bu objelerin sizin için bir anlamı var mı?
Seçimlerimizin sonuçlarını ilerleyen zamanda diğer kitaplarda öğreneceğiz. Berk’in hikayesi buraya kadardı, belki başka kitaplara kısaca misafir olabilir ama her kitapta yeni karakterler ve onların hayatlarına tanık olacağız. Soruda bahsettiğiniz büyülü hayvan figürlerinin temsil ettiği farklı kavramlar var tabii, ama şimdilik sadece beyaz atın ‘Özğürleştirici Aşk’ı temsil ettiğini söylemekle yetineyim.
Meditasyon, beden ve zihin ilişkisi, bağlantı kurmak… Kitapta çok sık okuduğumuz kavramlar. Siz ilgili misin normalde de bu konulara, inanır mısınız?
Bunlar insan doğasının gerçekleri ve gerçek olmaları için de inanmaya gerek yok aslında, sadece tanık olmaya gerek var. Bunlara tanık olduğunuzda da kendinize tanık olursunuz ki bundan daha güzeli yoktur çünkü kendine tanık olup tanıdıktan sonra insanı tanımanız daha kolaylaşır. İnsan tanımadığından korkar ya, tanıdıkça bu korku da kabullenmeye, o da sevgiye dönüşür. Evet, biraz fazla saptım konudan ama sorunuza cevap olarak, evet inanırım. (Gülüyor)
Korkunun olduğu her yer çorak!
Bir söz yazarına bunu sormak belki biraz garip olacak ama “Ruhun gerçeğine zamanın onayı mı lazım?” diyorsunuz kitapta. Böyle mi yaşarsınız siz peki? Hisleriniz mantığınızın önünde midir mesela? Duygular mı yola koyar sizi yoksa yola çıkmadan ayakkabılarımın tabanları sağlam mı diye bir bakar mısınız önce?
İnsan kendini ikiye böldüğü zaman hayat çok zorlaşıyor gerçekten. Kendimi duygularım ve mantığım diye ikiye bölmeyi çok uzun zaman önce bıraktım. Bu bölünme bize öğretilen bir şey ve hiç de işimize yaramıyor. Duygular, mantık, iç güdüler, fiziksel beden, ruh, genetik, idealler, öğretiler, ırk, cinsiyet… Böl de böl!.. İnsan ruhu bir bütündür ve farklı zamanlarda farklı şekilde tezahür eder. Bazen duygu, bazen his, bazen mantık gibi. Bütün bu parçalardan tüme varım yapıp kendimizi ya da hayatı çözmeye kalkarsak sonumuz iyi olmaz, tecrübeyle sabit! Duygunun asıl olduğu yerde mantığı, mantığın gerekli olduğu yerde duyguyu, hissin doğruyu bildiği yerde bilgiyi, bilginin doğruyu gösterdiği yerde de kör inançlarımızı kullanıyorsak kendimizi yönetebilmek için bir kullanım kılavuzuna ihtiyacımız var demektir. “Ruhun gerçeğine zamanın onayı mı lazım?” sözünde “zamanın onayı” aslında gerçeği bildiğin halde korkularının yersizliğini kanıtlaması için olayları zamana bırakmayı anlatıyor. Korkunun olduğu her yer çoraktır çünkü korku bölünmeyi, ayrıştırmayı, kaygıyı ve en kötüsü de hatayı gerektirir. Başta bahsettiğim bölünme de bunun eseridir.
Yazarken inzivaya çekilenlerden misiniz yoksa ben sokak sokak gezerken kalabalıklardan ilham alıp yazarım diyenlerden mi?
Eskiden birkaç kez inzivaya çekilip yazmayı denediğim zamanlar oldu ama pek verim alamadım bundan. Hayatı yaşarken üretmeyi daha yakın buluyorum kendime. Zamanda Saklı’yı evimin salonunda, İzmir’de, Virginia’da, İstanbul’da, Alaçatı’da, Paris’te, otel odalarında, bahçede, uçaklarda ve şimdi aklıma gelmeyen bir sürü yerde yazdım. Hatta elimi sakatlamıştım ve sağ elim 20 gün alçıdayken de yazmaya devam ettim.
Kitapla ilgili bir de single çıkaracağınızı duydum. Biraz söz eder misiniz?
Evet, ilk single Şubat 2025’te yayınlanacak. Onu takiben de belirli aralıklarla şarkılar yayınlanmaya devam edecek. Zamanda Saklı’daki karakterlerin iç dünyalarından ve duygusal durumlarından esinlenen şarkılar bunlar.
Bundan sonrası için planlarınız ne peki? Müzisyen ve yeni bir yazar olarak…
Şimdilik sadece roman ve şarkı yazmaya devam edeceğim. Konserler tekrar başlıyor 2025’te. Bu arada Pentagram da devam tabii.