Göbeklitepe’nin yeni hikayesi
Dünyanın en iyi 10 çağdaş fotografçısı arasında gösterilen Isabel Muñoz’un sergisi Pera Müzesi’nde… Çeşitli uygarlıkların peşinde iz süren insanı odağına alan bir masal anlatıcısı Muñoz. Sergisi de hiç kuşku yok ki Göbeklitepe’nin bambaşka bir hikâyesini anlatıyor…
NASIL BİR SANAT? - GİLA BENMAYOR
S on yıllarda hem yurt içinde, hem yurt dışında ilgi odağı haline gelen Göbeklitepe, Taner Ceylan, Murat Germen gibi isimlere ilham olmuş bir yer. Göbeklitepe’den işleriyle yeni bir hikâye çıkartan son sanatçılardan biri de İspanyol fotoğrafçı Isabel Muñoz. Pera Müzesi’nde geçenlerde açılan ‘Yeni Bir Hikâye’ Sergisi’nin fotoğraflarını çeken Isabel Muñoz Prado Müzesi tarafından en iyi 10 çağdaş fotografçı arasında gösterilen bir sanatçı. Venedik Bienali, New York Uluslararası Fotoğraf Merkezi sergilerinde yer almış, uluslararası prestijli ödüllerin sahibi.
Türkiye ile ilk tanışması 1972 yılında balayı seyahati nedeniyle. 1992 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’nde açtığı sergide ‘yağlı güreşler’, ‘semazenler’, ‘zeytinyağı işçileriyle’, ‘Sulukule Romanları’ gibi temaları işlemiş. Daha sonra Nemrut Dağı’nda UNICEF ile bir çalışma yapmış.
Pera Müzesi’nin sergi için çıkarttığı kitapta Merve Akar Akgün ile söyleşisinde “Türkiye’nin özellikle mimarisi ve mistisizmi beni cezbediyor” diyor.
Mimari derken antik çağ, Osmanlı mimarisi ve bozulmamış kırsal mimariden söz ettiğini varsayıyorum. Göbeklitepe’yi birkaç kez ziyaret etmiş biri olarak Muñoz’un sergisini haliyle merak ettim. Sergiyi birlikte gezdiğimiz Pera Müzesi Genel Müdürü Özalp Birol “Daha önce Göbeklitepe’de çalışmış olan Muñoz’dan müze için özel bir proje geliştirmesini istedik.
Göbeklitepe ile birlikte Karahantepe ve Sayburç’a ve Neval Çori’ye gitmesini önerdik” diye anlatıyor.
Mimarinin yanı sıra arkeolojiye de tutkusu olan Isabel Muñoz, Göbeklitepe, Karahantepe ve Sayburç’u kazı başkanlarıyla gezmiş. İki ay bölgede çadırda uyumuş. Gece dahil günün her saatinde çekimler yapmış.
KADİM BİR UYGARLIĞA IŞINLANMIŞ
Özalp Birol sohbetimizde “Biz bir arkeoloji sergisi değil, bir fotoğraf sergisi açtık. Zira Isabel Muñoz arkeolojik buluntulara bir fotoğraf sanatçısında uyandırdığı duygu, düşüncelerle yaklaştı” diyor. Gerçekten sergiyi gezdiğimde Göbeklitepe’de, Şanlıurfa Müzesi’nde birkaç kez gördüğüm kalıntı ve heykellerde önceden hiç görmediğim detayları yakaladım. Muñoz sanki kadim bir uygarlık tarihine ışınlanmış, o uygarlıkta yaşamış insanlarla diyalog haline girmiş, hatta nasıl yaşamış olabileceklerini hayal etmiş. Mesela, gece vakti ellerinde meşaleyle çevrelerindeki yapıtlara nasıl baktıklarını yeniden canlandırmış.
Gölge oyunları, su efekti gibi şeylerle gizemli ve mistik kompozisyonlar yaratan sanatçı, serginin küratörü Fransa’da Mougins Fotoğraf Merkezi Direktörü François Cheval’in deyişiyle, “Bize tarihimizi anlatan görsel işaretleri, izleri toplar. Kadim, masalsı, efsanevi zamanların tarihini derler.”
Isabel Muñoz’un kadim zamanların tarihini derlediği yerler arasında Türkiye’nin yanı sıra Küba, Burkina Faso, Mali, Mısır, Kamboçya, Brezilya, İran, Etiyopya, El Salvador, Kamerun, Meksika gibi ülkeler var. Çeşitli uygarlıkların peşinde iz süren, insanı odağına alan bir masal anlatıcısı Muñoz.
Belli ki çalışmalarında dünya üzerindeki benzersiz yaşam biçimlerini belgelemenin yanı sıra kültürel mirası da kayıt altına alıp geleceğe taşımak istiyor.
FOTOGRAF KAĞIDINDA ŞANLIURFA’NIN TOPRAĞI
Pera Müzesi’ndeki sergide Isabel Muñoz’un ilk kez denediği teknikle basılmış fotoğraflar da var. Bu yeni tekniklerden biri sanatçının gezdiği tepelerden ilham alarak ‘Tepetype’ adını verdiği bir teknik. Şanlıurfa toprağını baskıda kullanması bellek niyetine de olabilir, ziyaret ettiği toprağa saygı da.
İlk kez denediği bir teknikle beraberinde İstanbul’a getirdiği Şanlıurfa toprağını ince elekten geçirip serigrafi yöntemiyle kağıda işlemiş.
Özalp Birol fotoğrafları çerçeveletmeden önce, örneğin Göbeklitepe’den çıkan boğa figürünün üzerinde ellerini gezdirdiklerinde toprak zerrelerinin ellerine geldiğini söylüyor. Müzenin Süreli Sergilerinden sorumlu Begüm Akkoyunlu’ya göre, boğa figürünün İspanyol kültürüne özgü olduğunu sanan İsabel Muñoz, Göbeklitepe’de gördüğü boğadan oldukça etkilenmiş.
Hayvan figürlerine özel bir vurgu yapan sanatçının Karahantepe’de çektiği heykel başları cam üzerine UV baskılardan bazıları gümüş varak, bazıları ise 24 ayar altın varak. Topluca sergilendikleri için altın ve gümüş para koleksiyonu etkisi bırakıyor. Karahantepe’den çıkan bir insan başı figürüne EEG yardımıyla kendi beynindeki elektrik dalgaları yansıtması Muñoz’unbir başka yenilikçi çalışması.
Pera Müzesi’ndeki sergi hiç kuşku yok ki Göbeklitepe’nin bambaşka bir hikâyesini anlatıyor. Sergi 17 Eylül tarihine kadar devam edecek.
Genç depremzede müzisyenler unutulmadı
Fransız Enstitüsü ve İKSV, depremden etkilenen 11 ildeki müzik öğrencilerini ve eğitmenlerini desteklemeyi amaçlayan ‘Umut Notaları’ projesinin destekçileri…
Geçenlerde İstanbul’daki Fransız Sarayı’nda, Fransız Büyükelçisi Herve Magro’nun açılış konuşmasını yaptığı duygu yüklü bir toplantıdaydım.
Neden duygu yüklü diyorum? Zira salonda bir yanda Antakya’dan gelen, depremde enstrümanlarını ve eğitim olanaklarını kaybeden depremzede genç müzisyenler, diğer yanda Güher-Süher Pekinel Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler burs programından yararlanan genç piyanist Can Çakmur vardı. Yani aynı salonda, umutları sönen genç müzisyenler ve kariyerinde hızla yükselen genç bir piyanist. Toplantı nedeni Büyükelçi Magro’nun duyurusunu yaptığı, ‘Umut Notaları’ projesi.
‘Umut Notaları’ projesi Fransız Enstitüsü Türkiye’nin depremden etkilenen 11 ildeki müzik öğrencilerini ve eğitmenlerini desteklemeyi amaçlayan bir proje.
Zira Büyükelçi Magro’nun dediği gibi, “sadece yıkılan evleri, duvarları yeniden inşa etmek yetmez, zedelenen ruhları da yeniden inşa etmek gerekir.”
Fransa’nın çeşitli kültür kurumları, iş çevreleri ve Unesco tarafından ‘Müzikte Yaratıcı Şehirler Ağı’na seçilen Metz müzik çevrelerinin desteklediği projenin bir ayağında depremzede genç müzisyenlere ve eğitmenlere Fransa’da eğitim olanağı sağlanacak. Bir diğer ayağında İKSV’nin Enstrüman Destek Fonu’na kaynak aktarılacak.
ENSTRÜMAN DESTEK FONUNA 800 BAŞVURU
Fransız Enstitüsü Türkiye Genel Müdünü Sylvie Lemasson ile İKSV Genel Müdür Yardımcısı Yeşim Gürer Oymak arasında imzalanan anlaşma uyarınca ‘Umut Notaları’ projesi üç yıl sürecek.
Bu arada Oymak’ın verdiği bilgiye göre, İKSV’nin geçtiğimiz mart ayında başlattığı ‘Enstrüman Destek Fonu’na 11 ilden 800 kadar başvuru yapılmış.
Müzik öğrencileri ve eğitmenlerin başvuruları teker teker incelenmiş ve temmuz ayına kadar 180 kişiye enstrümanları teslim edilmiş. ‘Umut Notaları’ sayesinde büyüyen fon ile yıl sonuna kadar 500’ün üzerinde yeni enstrüman hedeflendiğini söylüyor Oymak. Fonun ne kadar önemli olduğunu da şu sözleriyle vurguluyor: “Genç bir müzisyen hayallerini enstrüman üzerinde kurar. Ruhunun sesini enstrümana aktarır”. ‘Umut Notaları’ Projesinin odağındaki bir diğer isim Metz Grand Est Ulusal Orkesrası. Aynı günün gecesi Cemal Reşit Rey Salonu’nda konser veren orkestra ‘Umut Notaları’ projesi çerçevesinde konserler düzenleyecek.
KONSERİ KENDİME HAK GÖRMEDİM
Konserlerin solisti genç piyanist Can Çakmur’un toplantıdaki sözleri o kadar anlamlı ki: “Depreme uyandığımda insanların hayatta kalma mücadelesini düşünürken ne müzik yapmayı, ne konser vermeyi kendime hak görmedim. Bizler güvendeyken, sıcak yataklarımızda uyurken insanların çektiği acılar nedeniyle sanat anlamsız geldi. Sonra müzik empati duymamızı sağlayabilir diye düşündüm ve projenin parçası olmayı sevinçle kabul ettim”