Doğanın geometrisi bize ilham veriyor
Dünya tasarım arenasının önemli iki ismi Aziz Sarıyer ve Derin Sarıyer…Karaca için bir koleksiyon yarayan tasarımcı baba-oğul “Bağıran, haykıran değil varlığını sakin ve sessizce hissettiren ürünler geliştirdik” diyor.
HELİN KAYA
Kurmuş olduğunuz şirket oğlunuzla aynı ismi taşıyor. Markanın ve oğlunuzun aynı ismi taşıması bir tesadüf mü?
AZİZ SARIYER: Markanın ve oğlumun aynı ismi taşımasına farklı bir açıdan bakarsak tesadüf olarak kabul edebiliriz. 1970 yılında firmamın ismini Derin olarak koyduğumdan iki yıl sonra oğlum dünyaya geldi. Gençlik yıllarımda kendi dünya görüşümü ve felsefemi oluştururken Derin sözcüğünü kendi kılavuzum olarak seçmiştim. Hiçbir zaman, mükemmelin sonuna varılamayan, daima yeniliğe ve gelişmeye yönelik çabalara ihtiyaç duyulan derinlik. Doğacak çocuğumun cinsiyeti ne olursa olsun ismi ‘Derin’ olacaktı.
Tasarımcı olmak hayatınızda ne gibi dönüm noktalarını beraberinde getirdi?
A.S: Henüz 20 yaşımda Atelier Derin firmasını kurmuştum. Oluşturduğum tasarımları küçük ölçekteki atölyemde üreterek mağazalarımda satışa sunuyordum. Tasarımcı kimliğimin olgunlaşması sonrasında yerli ve yabancı önemli firmalara tasarım projeleri yapmaya başladım. Bu alanda birçok ödüle sahip oldum.
Tasarımlarınızda kendi felsefenizi yansıtmaya çalışırken size neler ilham kaynağı oluyor?
A.S: Yetkin bir tasarımcı kendi felsefesini zaten oluşturmuş olmalı. Çözmesi gereken problemi kendinde var olan değerlerle sonuca varabilir. İlham kaynağına ihtiyaç duymaz. Kendi var oluşunu ifade eder.
Babanızın kariyerinizi geliştirmenizde ve tasarıma yönelmenizde önemli bir rolü olmuş olmalı. Peki tasarım dünyasının içine doğmuş olmak sizde hiç farklı bir sektöre yönelme ihtiyacı hissettirdi mi?
DERİN SARIYER: Küçüklüğümden itibaren tasarımın, özellikle de mobilya tasarımının içinde büyüdüm. Babamın yaptıklarından etkilenmemiş olmam söz konusu değil. Devamında iç mimari ve çevre tasarımı eğitimi aldım üniversitede. Sonra da önemli mobilya firması olan Cappellini-Milano’da çalıştım. Küçükken müziğe karşı büyük bir ilgim de vardı. Saint-Joseph’de müzik grubunda gitaristtim. Kendi yazdığımız şarkıları çalıyorduk. İleriki bir dönemde kendi şarkılarımı yayınlama hayalim vardı. 2013 yılında o hayalimi gerçekleştirdim. Şu anda ise yaratıcı olabileceğim birçok farklı alanda çalışmalar yapabilecek ruh halinde ve olgunlukta hissediyorum.
Baba oğul ilişkisi çalışma hayatında nasıl bir yön kazanıyor?
D.S: Babamla birlikte çalışmaya başladığım ilk 5 sene benim daha fazla öğrenmeye odaklandığım bir dönemdi. Birlikte nasıl bir sinerji oluşturabileceğimizi aktif olarak deneyimleyerek öğrendik bu dönemde. İşimizle ilgili ikimizin daha iyi olduğu alanların birbirinden farklı olması iyi bir ikili olmamıza yardımcı oldu. O merkezde sakin, ben çevrede hareketliydim. Tasarım süreçlerinde de araştırma aşamalarında da böyleydi bu. Baba-oğul çalışmanın avantajları ve dezavantajları vardır. Bunların hepsini yaşadık.
Yarattığınız her tasarım bize geometrinin farklı bir açısını ele aldığınızı gösteriyor. Bunun özel bir sebebi var mı?
A.S: Tasarım anlayışımızı şöyle özetleyebilirim, “Ekleyecek Şey Kalmayana Kadar Değil, Çıkartılacak Şey Kalmayana Kadar” ürün geliştirmeye çalışıyoruz. Bu unsur bizim yaşam felsefemizin doğal hali. Geometri bizim çalışmalarımızda sıkça kullandığımız bir metottur. Geometri, matematiğin bir alt dalı olarak problem çözme stratejilerinin en önemli aracıdır. Formülleri vardır. Doğru uygulandığında neticesi tartışılmaz olur. Ortaya çıkan biçim hatasız üretilebilir. Altın oranlara ulaşılabilir olmasından dolayı da estetik olgunluğa kavuşulur.
Bir tasarımı oluştururken hangi unsurların yaratıcılığı beslediğini düşünüyorsunuz?
D.S: Tasarım benim için hayatımın her yeni döneminde yeni bir şey ifade etti. İlk dönemler beğendiğiniz, olgun yaşlarındaki tasarımcıları idolleştirmek çok doğal oluyor. Aslında bu durum sadece tasarım değil hayatın çoğu alanında böyledir. Zaman geçtikçe insan kendini nispeten daha iyi tanıyor. Hayatla ilgili görüşleri anonimden kişisele, öznele doğru evriliyor. En azından bende böyle oldu.
Karaca ile sofralara yeni bir soluk getirecek koleksiyona imza attınız. Bu iş birliğinin nasıl gerçekleştiğinden bahseder misiniz?
A.S: Aslında yıllar önce, aşağı yukarı 2018’de başladı Karacayla iş birliğimiz. Bütün dünyayı etkileyen, büyük bir kırılma yaşatan pandemi döneminde yavaş bir tempoda ilerleyebildik. Akabinde çalışmalarımızı yoğunlaştırıp sonuca doğru yaklaştık. Tasarım aşamasından mühendislik aşamalarına geçiş ve prototiplerin oluşturulması ayrıntılı ve hassas geçen süreçlerdi.
Marka içerisinde sizin özel olarak oluştuğunuz koleksiyonlar bulunuyor mu?
D.S: Karaca için üç ürün grubu tasarladık. Aslında iki ürün grubu ve bir ikonik ürün. Vortex ürün grubu sofranın temel donanımını sağlayan yemek ve çatal-kaşık-bıçak takımı. Ark ürün grubu bardaklara odaklanıyor. Sphere ise beş parçadan oluşan, sürprizli bir birleşime sahip çoklu bir çerezlik.
Koleksiyonu hazırlarken doğanın hangi özellikleri size ilham verdi?
D.S: Geometri matematiğin çok önemli bir kolu. İnsanın doğayı nasıl algıladığıyla yakından ilişkilidir geometri. Algılama biçimleri değiştikçe, daha ileri geometrik yaklaşımlar ortaya konmuştur. Doğanın geometrisi denildiğinde de ilk akla gelen matematiksel kavram Altın Oran’dır. Matematik, mimari ve sanatta bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, uyum açısından en gerekli boyutları veren geometrik ve sayısal oran bağıntısı kulağa çok fazla teknik gelse de tasarımda şiirsel bir bütünlük sağlamada bizim peşinden gittiğimiz şeydir. Özetle doğanın geometrisi bize ilham veriyor.