Değer üretmeyenleri sırtımızda taşımasak?
Bugün ülkede 210 üniversite vardır ve iki elin parmakları kadarını hariç tutarsak, toplamı bir Tahran Üniversitesi etmez… Ortalık unvandan geçilmiyor. Bu kadar cehalet ancak tahsille olur kabilinden hocalar, okullara tünemiş ve bilime, öğrenciye hiçbir katkı sunmadan emekli olabiliyor.
Şeref OĞUZ
40 yaşında profesör olmuş ve 27 yıl bilime hiç bir katkısı olmayan birini devlet niçin sırtında taşısın? Bu sözler, bir üniversite mensubuna ait. Bir özeleştiri… Bir itiraf…
Örneğin her biri, öğrenci yetiştirme yanı sıra bilim üretmek için kurulu üniversitelerimiz... Biliyoruz ki bilimsel literatüre katkı açısından Türkiye, dünya ölçeğinde olması gereken yerlerde değil. Öğretim üyelerinin çoğu, bunu, devletin kendilerine sağladığı imkânların kıtlığına bağlıyor. Bağlıyor ama… Araştırma geliştirme yönünde ne yazık ki eylemci öğretim üyelerimizin hiç te parlak bir sicilleri yok.
Araştırma geliştirme niçin bu kadar önemli? Araştırma - geliştirme (Ar-Ge) ve patent. Biri sebep, diğeri sonuç. Araştırıyor, geliştiriyorsun… Ve elde ettiğin başarıyı, patent sayesinde, ticari ölçeğe taşıyorsun. Ar-Ge ve patent istatistikleri, ülkelerin dünya ekonomisindeki yerlerinin iyi bir göstergesi.
TEKNOLOJİNİN ÜRETİCİSİ DEĞİL TÜKETİCİSİYİZ
Hayatımızı kolaylaştıran, yaşam tarzımızı şekillendiren hiç bir üründe imzamız yok. 40 milyon baş hayvan yetiştiren Türkiye'nin hiç değilse 3 - 5 adet 'genetik kodu’ bize ait ırk örneği olmalıydı.
Pamuk, buğday, tütün, fındık, çay... Tarım toplumu hüviyetini üzerinden atamayan Türkiye'de teknoloji, ne yazık ki bu alanlara giremedi.
Kafası çalışan insan, bilim adamı, mucit eksikliğinden mi? Hayır! Önce, Ar-Ge'nin bir akademik uğraş değil, ekonomik ihtiyaç haline gelmesi gerek. Genelde sanayici, yeni buluşların, bir kara büyü, bir sihir işi olduğunu düşünür. Hâlbuki buluş ve patent, bir yatırım, bir süreç sorunudur. Üniversite sisteminin bilimsel etkinlik sorunudur.
HAYATIMIZDAKİ HAYATİ İCATLARIN TÜMÜ BAŞKALARININ…
Ar-Ge'ye harcadıkları emek, ABD ve Japonya üniversitelerini bugün, buluş fabrikası haline getirmiştir. Günlük hayatımıza giren pek çok ürün, bu ülkelerden dünyaya yayılıyor. Örneğin TV, çamaşır makinesi, uydu kanalları, ilaçlar, konserve, asansör, kredi kartı ve binlercesi…
Ve Ar-Ge sürecinde, sıfırın biraz üstünde seyreden Türkiye’nin çizgisi, teknolojide, ithalattan üretime geçemeyişimizin açık bir göstergesi. Ve bunda üniversitelerimizin büyük vebali var. Bu çizgi, bir alın yazısı değil ve Allah tarafından çizilmedi. Bu çizgiyi, araştırma ve geliştirmeye önem veren, para harcayan firmalar ile bilim adamları çiziyor.
AR-GE’DE EMEKLEME DÖNEMİ NE ZAMAN BİTER?
Türkiye'de Ar-Ge faaliyetleri henüz, emekleme aşamasında. Ancak durum ümitsiz değil. Özellikle dışa açılma sürecinde dünya ölçeğinde rekabet zorunluluğu, sanayicimizi, Ar-Ge'ye yöneltiyor. Üniversitelerimizde böyle bir kaygı dahi yok.
Türkiye'de GSMH'nin ancak % 0.2 veya 0.4 kadar bir parayı (Ar-Ge) için ayrılabiliyor. Türkiye yıllardan beri halk dalkavukluğundan, popülist politikalar izlemekten, bilime gerekli parayı ayırmaya imkân bulamadı. Üniversitelerimizdeki bilim adamları, birer okutman olmaktan öteye adım atamadı.
Hâlbuki bilime yatırım kalkınma ve büyümeyi son derece hızlandırdığını herkes biliyor. Bugün gelişmiş ülkeler dev GSMH'lerinden asgari yüzde 2'yi bilime boşuna ayırmıyor.
MERAK ETMEZSEN, OKUMAZSAN BİLEMEZSİN
Ar-Ge'nin en basit adımı, bilimsel kitap için yapılan harcamalardır. Türkiye'de üniversite kitaplıklarına yılda ortalama 20 bin kitap ve dergi girerken, Japonya'da bu rakam 7 milyon 282 bindir. Bin kişiye düşen profesör sayısı bakımından G - 7 ülkelerini yakaladık ama bilimsel literatüre katkıda, İran gibi ülkelerle dahi yarışamıyoruz.
Daha iyiyi, daha ucuza üretemeyenin ayakta kalamayacağı dünya ticaretinde Ar-Ge, keyfiyet değil, zorunluluk… Globalleşen dünyada, teknolojik üretimle kendine yeni bir kader çizmek isteyen Avrupa'da, ürün kalitesini yükseltmek ve fiyatı düşürebilmek, satacak yeni mal keşfetmek için Ar-Ge, tek seçenek olmaktadır.
AR-GE BİZDE ENDÜSTRİYEL HOBİ Mİ?
Burada hepimize farklı görevler düşüyor. Üniversitelerimiz birer Ar-Ge fabrikası haline gelmeli. Firmalarımız, Ar-Ge departmanları kurmalı, bu işe daha çok kaynak aktarmalı… Eğer sen okul öncesinden başlayarak çocuğuna ‘icat çıkarma’ dersen, onun merakını elinden alırsan, ezberleriyle var olmaya zorlarsan, varacağın güçlü bir yarın yoktur.
Türkiye, kürenin efendileri arasında olmak ya da marabalarından olmak arasında tercihe zorlanmış ve nüfusun ancak küçük bir kesimi, efendi olmayı seçmiştir. Bilen insan ile bizden insan ayırtında tercihin ‘bizden’ yana olunca, liyakat yerine sadakati seçmiş olursun.
EĞİTİM ŞART KLİŞESİ ARDINA SIĞINMAK…
Bunu eğitim sistemine bağlayanlara bir diyeceğim var. Lütfen ‘eğitim şart’ klişesinin ardına sığınmak yerine eğitimin süresini, sayısını, diplomasını öncelemek yerine kalitesine bakın… Şu anda nüfusun %5’i Cambridge düzeyinde iken %85’i de Bangladeş seviyesindedir.
Oysa aşikârdır ki liyakatsiz sadakat ihanet iklimidir. Sadakatsiz liyakat ise yetenek ziyanıdır. Bugün gençlerimiz başka ülkelerin yolunu tutuyorsa, bunun sebebi liyakati önemsemeyişimizdir. Yine aynı tercih sebebiyle bize gelenler de Orta-Doğu’nun nitelik açığı olan insanlarıdır.
Değer üretmeyen ile üreten bir olur mu? Bilenle bilmeyen bir olur mu? Bunu düşünün biraz…
Aşikârdır ki liyakatsiz sadakat ihanet iklimidir. Sadakatsiz liyakat ise yetenek ziyanıdır. Bugün gençlerimiz başka ülkelerin yolunu tutuyorsa, bunun sebebi liyakati önemsemeyişimizdir. Yine aynı tercih sebebiyle bize gelenler de Orta-Doğu’nun nitelik açığı olan insanlarıdır.