Çaysız ve kedisiz kitap yazamıyorum

Bu hafta, Yıldız Alatan Maceralarının yer aldığı kitaplarıyla polisiye edebiyatımıza özgün bir kadın detektif karakteri kazandıran, polisiye roman yazarı ve şair Yaprak Öz’ün yazı masasına konuk oluyoruz.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Çaysız ve kedisiz kitap yazamıyorum

YAZAR MASALARI - FARUK ŞÜYÜN

Bu masa, aslında dikiş makinesi, antikacıdan almıştım” diye anlatmaya başlıyor Yaprak Öz. Kahramanı Yıldız Alatan da terzi. “Farahnaz Çiçeği” isimli romanı için terzilikle ilgili çok araştırma yapmış, dikiş jargonuna çalışmış. Acaba bir bağlantısı var mıdır? diye sormayı düşünürken o, masum bir tonla anlatmaya devam ediyor:

Eski evim çok küçüktü, şimdiki ise çok büyük. Ancak burada bir çalışma odam olabildi. Ve çalışma masası olarak da görür görmez âşık olduğum dikiş makinesinden bozma bu masayı satın aldım.”

Sormaktan vazgeçip sözünü kesmiyorum:

Romanlarımın taslağını hazırlarken, notlar alırken, karakterlerin profilini çıkarırken oturuyorum masaya, lambamı yakıyor defterlerime yazmaya başlıyorum. Her roman için ayrı bir defterim var. Yani ilk aşamalar hep burada oluşuyor.”

Şiirleri birçok dile çevrilmiş ödüllü bir şair Yaprak Öz. Dizeler nasıl kâğıda dökülüyor?

Şiir, birden gelen bir şey, onları da burada yine elle yazıyorum. Aslında her şeyin ilk aşaması bu masa. Burasını, ilkler için kullanılıyorum.”

Yeri gelmişken yayıncısı Oğlak Yayınları tarafından basılan yeni şiir kitabı “Kendime Leyla”dan da söz etmesini istiyorum:

2016 ile 2022 arası yazdığım şiirlerden oluşuyor. Epey bekledim bu sefer, çünkü romanlara odaklanmıştım. Şiirler de birikiyordu. Bunlar, 40’lı yaşlarımın şiirleri.”

Bu parantezden sonra yeniden yazma serüvenine odaklanıyorum. Romanın iskeleti yazı masasında oluşuyormuş, peki inşaat ne zaman başlayacak?

Sonra kendime bir tarih belirliyorum. O tarihte bilgisayarımın başına geçiyorum, ama önümde defterim hep açık oluyor. Tek bir şeye odaklanmalıyım. Roman yazarken şiir bile yazamıyorum. Genel hatlar defterde var ya onları konu konu bilgisayara geçirirken bölümleri aklıma estiği gibi doğaçlama yazıyorum, ki bu hoşuma gidiyor, çünkü hiç beklemediğim şeyler çıkıyor. Bir sonraki bölümde ne olacağını ancak çalıştığım bölüm bitince bilebiliyorum.”

Ama artık yazı masanızda değilsiniz?

Salondaki kanepeye gömülmüşüm. Kedim Lokum yanımda. Çayım sehpanın üzerinde laptopun yanında. Çaysız ve kedisiz yazamıyorum. Bazen müzik açıyor öyle çalışıyorum. Romandaki sahnenin ruh haline uygun müzikler dinliyorum. Romanlarımda hep şarkılar geçer, onları çalıyorum. Sabah erken kalkıp bu şekilde öğleden sonraya kadar çalışıyorum.”

Yani bir memur gibi her gün mesai yapıyorsunuz, hafta sonları tatil mi?

“Evet, kendime ayırıyorum.”

Kullandığınız kalemlerde seçici misiniz?

Yazarken hep siyah tükenmez kalem kullanırım. Bunu, ilk kez siz sorunca fark ettim. Kırmızı, mavi renkli kalemlerim de var onlarla satırları çizer veya üzerlerine ekstra notlar alırım.”

Kitapların ağırlığına dayanamayıp çöken kütüphanedekilerin bir kısmı yere düzenli bir şekilde istif edilmiş, bazıları da masadalar. Bir de üzeri resimli bir kutu var?

“Bir arkadaşım hediye etmişti. Çünkü, eski şeyleri seviyorum. Ona anneannesinden kalmış. İçine notlarımı koyuyorum, defterlerim de orada. Çok titiz, aşırı düzenli biri olduğum için ortada bırakmam, onları bu kutunun içinde derli toplu saklıyorum.”

Odanın bir köşesi oyuncak bebeklere ayrılmış:

“Oyuncak koleksiyonum var, daha çok bebek. Bir kısmı çocukluğumdan kalma, bir kısmı hediye, bir kısmı eskicilerden topladıklarım. Şimdi yeğenim oynuyor onlarla.”

Hasır çerçeve içinde üzerine H harfi işlenmiş elişi örtü parçası?

O, anneannemin işlediği bir örtü. İsmi Hayriye’ydi. Ailede eskileri toplayan benim ya bana verirler böyle şeyleri. Çok yıpranmış bir örtüydü, kesip çerçeveye koydum hatırası yaşasın diye. Her şeyi değerlendiririm.”

Boya fırçaları?

“Resim yapıyorum. Tamamen hobi. Bazen birkaç yıl fırçayı elime almam. Dinlenmek için yaparım, kafam dağılsın diye.”

Ve bu objelerin üzerinde durduğu sandık?

“Çeyiz sandığım. Annem, evlenmeyeceğime karar verince hayal kırıklığı içinde bana teslim etti ‘al içindekileri kullan bari’ dedi. Ben de aldım tabii eski bir şey olduğu için.”

Bir duvar resimler, fotoğraflarla dolu:

“Benim yaptığım resimler var. Sevdiğim şairler Emily Dickinson ve Sylvia Plath’in fotoğrafları asılı. Hoşuma giden, oradan buradan topladığım şeyler de bu duvardalar. Yeğenimin, annemle babamın fotoğrafları da. Alice filminden sahneler de. Yani değişik değişik şeyler toplamayı seviyorum.”

Çalışma masasının yaslandığı duvarda da yaptığı kolajlar, eski Ayşegül kitaplarından kesikler var “biraz çocuk ruhlu olduğum için çocuksu şeyleri de toplamayı seviyorum” diyor.

Odada, kargaşa içinde bir düzen hissediliyor. Salona geçiyoruz. Çalıştığı kanepenin arkasındaki duvara plaklar asmış:

Onlar, hasarlı plaklardı bu nedenle astım. Bir pikabım var, her pazar plak günümdür.”

Sıra, kilit soruya geliyor. Bir şairin, cinayetlere, korku dolu ortamlara yönelmesinin sebebi ne?

Ben dokuz, on yaşlarında gizemli hikâyelere ilgi duyuyordum. Enid Blyton çok okudum.

Babam nevi şahsına münhasır bir insandır. Tuttuğu bir defter vardı. Üçüncü sayfa haberlerini, cinayetleri, doğal afetleri, dünyada olan savaşlarla ilgili yayınlananları kesip o deftere yapıştırırdı. Daha çok küçüktük kardeşim Gürgen’le beni alıp onları gösterir, ‘bakın dünyada çok kötü şeyler oluyor, kendinizi koruyun’ derdi. Ben, o haberleri görerek büyüdüğüm ve gizeme de ilgim olduğu için 11-12 yaşlarında korkunç, cinayet olan öyküler yazmaya başladım. Biraz da içten gelen bir şeydir belki bilmiyorum; genetik dizinde yaşanmış bir şeyler mi var acaba?!”

 

HAFTA