Çalışma masamla ortak hikâyemiz çizmek üzerine

Çizgileriyle uzun yıllardır güldürürken düşündüren, karakterlerine bazen tek bir cümle, kimi zaman bir iki kelime söyleten, hatta bazen onu da yapmayarak ‘konuşturan’ Kamil Masaracı ile çalışma masasında buluştuk.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Çalışma masamla ortak hikâyemiz çizmek üzerine

FARUK ŞÜYÜN

“1950 yılında Antakya’da dünya nüfusuna katkı olsun diye doğdu. Bi süre matematik ve fizik okuduktan sonra İ.Ü. Orman Fakültesi’ni bitirdi. Ani sayılabilecek bi kararla karikatüre başladı. Birçok dergi ve gazetede çizdi. Almanya’ya gitti. Die Tageszeitung ve Der Kassenarzt’da çizdi” diye başlıyor Kamil Masaracı’nın bir zamanlar kaleme aldığı özgeçmişi. Bir solukta tamamını okuyorum. Özgeçmiş keyifli bir metin olabilir mi? Masaracı bunu yapmış. Çalışma masasının başındayız. Tabii ki masayla başlıyoruz:

“Masayla ortak hikâyemiz çizmek üzerine… Arada günaydın, yine görüşürüz falan demek de var! Böyle kısa diyaloglarımız oluyor. Aslında uyumlu bir masadır, tanısan sen de seversin! Çizerken beni rahatsız eden bir masa değildir, sorun çıkarmaz, tabii ben de ona! Böyle böyle kaç yıldır beraberiz.”

Konuyu bulursa daha emin adımlarla masaya geliyor ve önünde asla bilgisayar, tablet olmuyor. “Az çizgi ve az yazı kullandığım için karikatür çizmenin keyfi bana kalsın istiyorum, bilgisayarda yaparsam bana bir getirisi olmayacak!”

Masanın üzerinde çeşitli kutularda kalemler var. “Çok eskiden tarama ucu kullanıyorduk bütün çizerler” diye anlatmaya başlıyor:

“Ancak, gittiğimiz yerlere mürekkep de taşımak gerekiyordu. Mürekkep riskli, dökülebilir. Tarama ucunu bıraktık; ben, kesik uçlu pompalı dolmakalem kullanıyorum.”

Lacivert, fermuarlı küçük çanta içinde ise beyaz kapatıcı bulunuyor. Yanlış yaptığında kullanıyor. Karikatür bitince telefonla fotoğrafını çekip 1985’ten beri çizdiği Cumhuriyet’e gönderiyor. Haftada bir gün dışında her gün karikatürleri yayımlanıyor.

Aydın Boysan onun için “Kamil Masaracı yalnız ve yalnız iki çizgiyle, bazen de iki sözcük de ekleyerek bizi engin düşünce ufuklarında dolaştırmasını biliyor. Aklın sanatı olan çizgili mizahı ile bize mutluluk veriyor” demişti. Masanın arkasındaki raflarda onunla birlikte fotoğrafı duruyor. Diğer tarafta da kızı psikolog Oya ile oğlu mimar Kerem’in çocukluk resimleri… “Zaten onlarla birlikte çalışıyoruz masada, onlar hep yanımda, yüz yüze görüşme var ya işte onu yapıyoruz!” diyor ve devam ediyor:

“Aydın Boysan çok özel bir insandı. Özlüyoruz. Periyodik buluşmalarımız vardı, Tarık Minkari de mutlaka olurdu. Artık öyle insanlar yok!”

Karikatürlerin çerçevelerini çizdiği cetvel de masanın üstünde. Tıpkı kurşun kalemi gibi; onunla eskiz çiziyor, sonra üstünden mürekkeple geçiyor. Beğenmediği çizimleri ise acımadan yırtıyor.

Masanın yanı başındaki kütüphanenin yan yüzünde objeler asılı. Sakallı masktaki yüzü tanımıyor, beğenip almış. Bir de üzerinde imza olan bir koza sarkıyor:

“Kapadokya’ya, Avanos’a gitmiştik. Semih Balcıoğlu da vardı. Bu kozayı ona gösterdim, ‘bana imzalar mısın?’ dedim. Önce şaşırdı, ama severdi böyle şeyleri imzaladı. Çok özenle saklıyor ve övünüyorum ‘dünyada imzalı tek koza bende’ diye hem de imza Semih Balcıoğlu’nun. Dolardan ve Euro’dan daha değerli bence. Böylece Semih Abi’yi de anmış olduk.”

“Çamurla oynamaya başladı (Milattan Sonra-1999). Espri’nin yüksek ateşe dayandığını kanıtladı. Seramiklerini (Seramiki) Ankara’da sergiledi (M.S.2000)” diye anlatıyor özgeçmişinde seramik heykeller yaptığı dönemi. Onlardan ikisi önümüzde duruyor. Birinin kafasında kurma anahtarı var, niye diye soruyorum “kurma kafalar var ya aramızda!” diye yanıtlıyor. Yanında ağzı düğmeli olanı duruyor. Seramiğe yeniden başlamayı düşünüyor. ‘Seramiki’ demişti sergisine, çünkü komik unsarlar taşıyordu yaptıkları.

Sevdiği bir başka obje, üç figürlü bir heykel. “Sevgili dost, heykeltraş, akademisyen Ümit Öztürk, bana sürpriz yapmış, bir sergi açılışında benim tiplerin heykelini getirmişti. Çok sevinmiştim, saklıyorum.”

Özgeçmişine baktığımda “Eczacıbaşı Vitra Seramik Sanat Atölyesi’nde karikatür tiplerinin seramik heykelleri yapıldı ve İstanbul’da sergilendi (2003)” diye yazmış. Masada onlardan ikisi duruyor. Anımsıyorum 18 karikatüristin kahramanları İstanbul Resim Heykel Müzesi bahçesindeki sergide yer almış ve İstanbul sokaklarına yerleştirilmişti. Eserler bir müzayede ile satışa çıkarılmış, geliri Türkiye Eğitim Gönüllüleri ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı'na bağışlanmıştı.

Kütüphanenin üstünde yelkenli bir gemi maketi duruyor:

“Binemesek de bir gemimiz var. Deniz karikatürlerini çok severim. Benim de bir ütopya iskelem vardır, o iskelenin ucuna kadar yürürüm.”

Biz masayı konuşuyoruz ya, onun da ‘Masa Üstü Hadiseler’ diye bir serisi var. Bir erkek, bir kadın masada karşılıklı oturuyorlar ve bütün olay o masada geçiyor. Onların diyalogları, hayata dair söyledikleri, karikatür tadında:

“Sevildi o, sergisini de açtım.”

Önümde bir kitabı duruyor, ‘Kültürlü Hadiseler’:

Üç albümüm var. Çok çizdim. Aslında çok albümüm olabilirdi, ama kitap yapmayı ihmal ettim.”

Sergiler ise hız kesmiyor Türkiye, Almanya, Azerbaycan, Bulgaristan, Fransa, Hollanda, İngiltere, İskoçya, Japonya, KKTC ve Polonya’da yüze yakın sergi açıyor. Ulusal ve uluslararası ödüller de peş peşe geliyor. Bunlar arasında Çağdaş Gazeteciler Derneği’nce dokuz kez, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nce üç kez ‘Yılın Karikatürcüsü’, tüm dünya basınında çıkan karikatürler arasında ‘Birincilik Ödülü (Jezz Dergisi-Yugoslavya 1989)’, 3. Youmiuri Karikatür Yarışması ‘The Winner’ (Japonya 1981) ödülleri de bulunuyor.

Duvara yapıştırdığı cetvel üzerindeki kediler kenti simgeliyor, hemen yukarısında o ortamdan kaçan uğur böcekleri yapıştırmış duvara. Ben de yıllardır onun karikatürlerine sığınıyorum.  

 

HAFTA