Çalışma dünyam, yazı masamın ötesine taşar

40 küsur yıldır tanıyorum Tuğrul Tanyol’u. Şiirleri ve şiir üzerine yazdıklarıyla edebiyatımızda iz bırakan bir kuşağın temsilcilerinden… 1980’li yıllardan günümüze yazılan Türk şiirinin öncülerinden.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Çalışma dünyam, yazı masamın ötesine taşar

FARUK ŞÜYÜN

Tuğrul Tanyol şairler ve şiirlerle büyüdü. Üniversiteden sosyolog olarak mezun oldu, aynı alanda doktora yaptı, ama kendini hep şair olarak hissetti. Yazı masasının başında buluştuğumuzda söze “benim çalışma dünyam, yazı masamın ötesine taşar” diye başladı:

Eğer yazı yazacaksam genelde çalışma odamda, bilgisayarın başındayımdır. Ama şiiri, her an evin her tarafında, hatta dışarlarda yazabilirim. Bazen cep telefonuma dizeleri tuşlar, daha sonra onları şiire dönüştürürüm. Yani çalışma odam, benim yazı yazma odamdır. Bir de internete bakıp oyun falan oynadığım yer.”

Elektronik merakını, bilgisayar oyunlarına ilgisini, müzik tutkusunu yıllardır biliyor ve izliyorum. Şöyle anlatıyor:

Bende oyuncak merakı var. Yani sürekli oynayacağım bir şeylerin olması gerekiyor. Bunlar da genellikle bilgisayarla, müzik sistemleriyle ilgili teknolojik ürünler. İki yılda bir amfimi, teybimi değiştirirdim. Bir ara dijital audio teypler ön plana çıkmıştı hemen aldım. Sonra 90’larda mini disk dönemi başladı. Evde hâlâ ambalajı açılmamış mini diskler var, kayıt ortamı olarak. Artı elimden hem kaydedici hem sadece oynatıcı 10-15 çeşit taşınabilir mini disk geçti, bir kısmının ambalajını bile açmadım. Üç beş model deck, yani müzik sistemime bağlı mini diskler de oldu. Şu anda biri hâlâ duruyor. Kullanıyor muyum? Hayır! Aslında oyuncağın kendisi, benim için oyuncak. Oynamak fazla önemli değil.”

Teknoloji merakı bende de olduğu için çok iyi anlıyorum, ama onunki benimkinden de öte:

Her an bir şeye merak sarıyorum. Bir ara eski oyunlar ilgimi çekti, hâlâ da merakım sürüyor; Commodore, Amiga... Zaman zaman onları ekranlarıma bağlayıp eski oyunları oynuyorum.”

Herhalde değişmeyen tek tutkusu müzik:

Son zamanlarda high-resolution audio (yüksek çözünürlüklü ses) merakımı çekiyor. Evde üç bini aşkın CD olmasına rağmen internet üzerinde high-res audio ürünler satın alıyor, müzik sistemime bağlı özel bir oynatıcıdan dinliyorum. CD’deki gibi 44,1 veya 48 kHz değil, 11 MHz kayıtlar bunlar.”

Ve klasik müzik tabii:

Genellikle. Geç Barok’tan Schubert’e kadar olan dönem. Philip Glass dışında pek modern dinlemiyorum. Ona özel bir merakım var.”

Plak, kaset, CD derken günümüzde internet... Neler oluyor?

350-400’e yakın plağım vardı geçmiş dönemde, plak çalmıyorum artık, elimde alet de yok. CD’ler başladığından itibaren onlara merak sardım. Ama şu anda CD de dinlenmiyor, internet ortamı tercih ediliyor. Daha düşük kaliteli, ama yetiyor insanlara. Mobilite çağındayız. İnsanlar yolda, takside, otobüste müzik dinlemeyi seviyor. Dünyanın her tarafında bu böyle. Daha düşük kalitede olsa da yetiyor. Ben de paylaşıyorum bu duyguyu. High-resolution çalan taşınabilir walkman’im de var, o da duruyor.”

Yarım asrı aşkın bir süredir şiir yazıyorsun. Bu teknoloji merakın niye dizelere yansımıyor?

Metin Celâl 30 yıl kadar önce ‘doğadan beslenir, ama bir su kenarında oturmuşluğu yoktur; kentte yaşar, kentli bir şairdir’ diye yazmıştı. Doğrudur. Büyük ölçüde doğayla ilişkilidir imge yapım. Sözcükler doğrudan bir şey işaret etmez şaire. O yüzden şairler nominalisttir, derim. Sözcüklerin kendisi arkalarında yansıttıkları kavram ya da nesneden ön plandadır. Bir Ortaçağ felsefesidir bu. Ama gerçekten de öyle; şairin ülkesinde gül yoktur, ama şiirinde gül geçer veya deniz yoktur denizi yazar. Bizim için önemli olan sözcüklerin kendi iç sesi, kendi iç yapısal düzenidir. Kuşkusuz esinlenme alanları var, ama bendeki bu teknoloji merakı şiirlerimde yoktur, telefon sözcüğü bile geçmemiştir.”

Yeni şiirler var mı?

Son iki yıldır fazla şiir yazamıyorum. Şiiri bırak, içimden hiçbir şey yazmak gelmiyor. Bir bıkkınlık var içimde. Onun için oyuncaklara biraz fazla döndüm bugünlerde.”

Masada yok, ama raflarda kalem kutuları duruyor:

“Şiir yazdığım zaman kullanıyorum. Eskiden senin de benim de dolmakalemlere çok merakımız vardı. Doğan Hızlan’dan özeniyorduk. Onun çok güzel kalemleri ve mürekkepleri olurdu. Hatta hatırlar mısın mürekkepleri karıştırıp farklı renkler elde etmeye çalışırdık. Uzun yıllardır dolmakalem kullanmıyorum, tükenmez kalemler ve jel kalemlerim var. Şiirlerimi bulduğum kâğıtlara yazıyorum. Defterlerim de var, belki anılarımı yazarım diye aldığım, ama ambalajlarını bile açmamışım.”

Bu kadar teknoloji merakı olunca insan merak ediyor fiziki kitaplarla aran nasıl?

“Uzun yıllar editörlük yaptığım için o günlerde kâğıttan okuma zevkim vardı. Ama artık giderek ekrandan okumaya döndü. Uzun zamandır elime fiziki kitap alıp okumuşluğum yok. Genelde e-kitap tercih ediyorum. Ancak, anı deneme gibi türler olursa onları kitaptan okumaya devam ediyorum tabii şiirleri de.”

Teknoloji dışında odada tek gördüğüm küçük bina maketleri:

90 başlarında Prag’da yerel binaları toplamaya başladım; evler, katedraller, kuleler gibi… İtalya, İspanya, Fransa, Kolombiya dünyanın neresine gitmişsem bu tür objeleri almaya devam ettim. Bir süredir almıyorum, bir dönem çok ilgimi çekmişti.”

Masanın sağ tarafında mektup zarfları var, sohbetimizi onların öyküleriyle bitirelim:

“Feyyaz Kayacan’ın bana yazdıkları. Bir dönem mektuplaşırdık. Gerçi ben çok tembel bir adam olduğum için yazar, zarfa koyup adresi de ekler, sonra iki ay çantamda gezdirirdim o mektubu. Postaneye gidip atamazdım!”

 

HAFTA