Bu kitap hayatımdaki tüm ‘diğerleri’ için

Ressam Ayşe Betil, daha önce kişisel sergisi ‘Senden Sonra’ ile buluşmuştu sanatseverlerle. Bu sefer, aynı ismi taşıyan kitabı ile resimlerden sözcüklere de geçiş yapıyor. Yazmak hayatında hep olsa da okur için yeni olan bu serüveni Betil’den dinledik: “Bu kitap çok uzun yılların birikimi.”

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Bu kitap hayatımdaki tüm ‘diğerleri’ için

GÜLSEREN ÜST POLAT

Biz onu ressam kimliğiyle tanıyoruz. Meğer çizerek olduğu kadar sözcüklerle de kağıtlara hayallerini döken biriymiş Ayşe Betil. Anlayacağınız bizler için yeni olsa da ‘yazma” serüveni çocukluğuna kadar iniyor Betil’in...

İnkılâp Kitabevi’nin bir markası Gutenberg etiketiyle okurların beğenisine sunulan ‘Senden Sonra’, ağırlıklı olarak psikolojik tahlillerin, ikili ilişkilerin odakta olduğu bir çalışma. Bu da Betil’in, “Empati yeteneğim sonucunda ortaya çıktı bu kitap” sözünü açıklıyor sanırım. Bakalım başka neler söylüyor?

İlk kitabınız ‘Senden Sonra’ ile bir anlamda resimlerden sözcüklere de geçiş yaptınız. Yazmak yeni bir tutku mu sizin için yoksa bir yerlerde hep var mıydı?

Ben hayalperest bir çocuktum ve hayal ettiğim şeyleri kâğıda dökmeyi severdim. Kimi zaman hikâye ya da oyun yazar kimi zaman da resim yapardım. Kendimi bildim bileli bunları yapmama rağmen ikisi de benim için tutku değil. Belki alışkanlıktır veya bir var olma biçimidir, bilemiyorum. Benim bu hayatta iki tutkum var; biri öğrenmek, diğeri ise gelişmek.

Kitabın içindeki şiirler, yazılar ne kadarlık bir birikim?

Çok uzun yılların birikimi… Çocukluğumdan beri yaptığım gözlemler, okuduğum binlerce kitap, eğitimler, farklı insanlarla kurduğum ilişkiler ve doğuştan getirdiğim, iyi mi yoksa kötü mü yanıtını hala veremediğim, empati yeteneğim sonucunda ortaya çıktı bu kitap.

Bu kitabı yazma amacınız neydi peki? Ya da basılması adına doğru zamanın şimdi olduğuna nasıl karar verdiniz?

Bu kitabı, hayatımızdaki tüm diğerleri için yazdım. Hayatta sadece bizim gibi düşünen, hisseden ve davranan insanların olmadığını bir kez daha hatırlayalım, bizden farklı yapıda olan insanlarla olan benzerliklerimizi görelim ve yargılarken bir kez daha düşünelim istedim. Zaman meselesine gelince, ikinci kişisel sergim olan ‘Senden Sonra’da, daha önce yazdığım öykülerden kesitler paylaşmayı düşündüm ve bunu hayata geçirdik. Ziyaretçilerimizin ilgisi ve yorumları beni çok etkiledi. Sergideki anı defterine o kadar duygu yüklü o kadar içten yazılar yazmışlardı ki… O yazıları okuduğumdaki duygularımı tarif etmem imkânsız. Farklı bir mutluluktu benim için. O defterde yazanlar ve o deftere yazanlar, bu kararı almama vesile oldu.

Hem şiir hem de düz yazı var kitapta. Neden böyle bir yol izlediniz? Sadece şiir ya da metinler değil…

Ben onlara öykü-şiir demeyi tercih ediyorum çünkü bana göre onlar şiir değil. Sadece biçim olarak şiire benziyor ama hepsi diğer yazılarımda olduğu gibi bir ânı, bir süreci ya da insanın hayatındaki bir dönemi anlatıyor. Neden böyle bir yol izlediğimi bilmiyorum. Sanatın ve edebiyatın özgürlük alanı olduğunu düşünüyorum ve kalıplara hapsolmamaya çalışarak, kendimi akışa bırakmayı tercih ediyorum.

Özne ben değilim

Kitapta yazı ve şiirlerin kiminde özne ‘ben’ ama çoğunluğunda da ‘sen.’ Karşınızdaki biriyle konuşuyormuşsunuz gibi. Peki, kitabın ne kadarında aslında bir aynada kendinizle konuşuyorsunuz? Yani hikâyelerdeki o özne ne kadar sizsiniz? 

Hiçbir hikâyede özne ben değilim. Hiçbirini kendime bakarak yazmadım, bilakis hep bir başkasıymışım gibi hissetmeye ve düşünmeye gayret ettim. Tasarladığım karakterleri en iyi ve tutarlı biçimde yansıtabilmek için araştırmalar yaptım ve çalıştım. Bu yüzden, öykülerdeki karakterleri yazmak kendime karşı bir meydan okuma, bir sınav gibiydi. İkinci tekil şahısla yazarken de ikinci tekil şahsa hitap ederken de okuru, duygunun, olayın ve durumun içine çekmek istedim. Okuru, öteki gibi düşündürmeye ve hissettirmeye çalıştım.

Peki, çok neşeli ve güzel anlar ya da hatıralar nerede? Çünkü çoğunlukla biraz hüzünlü, biraz öfkeli ya da kırgınlıklar var satırlarda. Yanılıyor muyum?

Bir insanın zaafları ve karanlık yanlarıyla karşılaşmadan gerçekten neşeli olabileceğine, mutlu anları yüreğinde hissedebileceğine inanmıyorum. İnkâr ettiğimiz, görmek istemediğimiz yanlarımız, hiç farkında olmadan, bizi yönetiyor aslında. Ardından da olumlu duygularımızı bu kaygan zemine oturtmaya çalışıyoruz ve maalesef kendimize yabancılaşabiliyoruz. Biz bir bütünüz; hoşumuza giden duygularımız da var, yüzleştiğimizde kendimizden nefret ettiğimiz de… Kendimizi tanımak ve duygularımızı yönetmeyi öğrenmek, bizim ilk ve en büyük sorumluluğumuz bence. Hem kendimiz hem ilişkilerimiz için önce kendimize dürüst olmalıyız. Öte yandan, mutlu ve neşeli hissettiğimizde kendimiz üzerine düşünmeyiz çünkü her şey yolundadır zaten, niye düşünelim ki? Ama olumsuz duygular bizi rahatsız ettiğinde düşünmek zorunda kalırız. Kendimizle dürüstçe karşılaştığımızda bu, zaman içinde kaçınılmaz olarak bir değişim ve hatta dönüşüme sebep olur. Dolayısıyla olumsuz olarak adlandırdığımız duygular bence çok değerli ve önemli. Herkesin bize mutlu olmayı salık verdiği, olamadığımızda da suçlu hissettiğimiz bir dönemde, özellikle bu hikayeleri yazmak istedim.

Aklımda bir roman var

Çizmek ve yazmak… Her ikisi de bir anlamda cümleleriniz, duygularınızı aktarım aracınız… Peki, hangisiyle kendinizi daha rahat ifade ediyorsunuz?

İkisinin de yeri farklı benim için. İkisiyle de kendimi rahatça ifade edebildiğimi düşünüyorum ama hangisi insanları daha çok etkiliyor, onu bilemem.

Şuan üzerinde çalıştığınız bir şey var mı? Yeni bir kitap, yeni bir sergi… Ya da bilmediğimiz başka bir şey? 

Sergi üzerinde çalışıyorum şu an. Onun dışında bir çalışmam yok. 2025’ten sonra her sene sergi yapmayı düşünmüyorum, belki daha önce yaptığım resimlerden oluşan kısa süreli sergiler olabilir ya da bazı karma sergilere katılabilirim. Aklımda bir roman var ve onu tasarlamak ve yazmak istiyorum. O yüzden de bu yıldan sonra zamanımı biraz daha esnek kullanmayı düşünüyorum.

 

HAFTA