Bu kitabı yazmak 10 yılımı aldı

Mona’nın Gözleri, Paris’in önemli müzelerinde, Leonardo da Vinci’den Frida Kahlo’ya, Picasso’dan Vincent Van Gogh’a, 52 sanat eserini 10 yaşındaki bir kız çocuğunun gözünden keşfe çıkarıyor. Bunu yaparken de acı, tatlı hayatın renklerine dair dersler veren romanı, yazarı Thomas Schlesser anlattı.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Bu kitabı yazmak 10 yılımı aldı

GÜLSEREN ÜST POLAT

Görme yetisini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olan 10 yaşındaki Mona ve onun kör olması halinde elinde kalacak tek şeyin çocukluğun laylaylomluğu olacağından endişe duyarak, torununun güzel anılar biriktirmesini isteyen bir büyükbaba. İşte, sanat tarihçisi Thomas Schlesser’ın tamı tamına 10 yılda tamamladığı ve yakın zaman önce Timaş Yayınları tarafından Türkçeye çevrilerek okurla buluşturduğu kitap ‘Mona’nın Gözleri’nde hikaye böyle başlıyor. Sonrası mı? Dede ve torunun Paris’in önemli müzelerinde geçirdiği 52 hafta ve derinlemesine analiz edilen 52 farklı sanat eseri…   

Tarihe iz bırakmış pek çok sanat eserini dede-torunun müze ziyaretlerinde çözümleyen kitap, bir yandan da hayal kırıklığı, yas, özgürlük, birey olmak, aşk gibi hayata dair tüm meseleleri sanatın perspektifinden okura sunuyor.

Sanat ve edebiyatı harmanlandığı bir kitap Mona’nın Gözleri… Bu fikir nasıl doğdu? 

Mona’nın büyükbabasıyla birlikte müzeleri ziyaret ederken aldığı dersler, sembolü gerçeklikten, temsili hakikatten ayırmakla ilgili. Ne yazık ki, görsel bombardımanı yaşayan toplumlarımızda bu çok kritik bir konu haline geldi. Bu kitabı da sanat tarihi derslerini hayat derslerine dönüştürmek üzere kurguladım.

Romanın merkezinde bir dede-torun ve hayatta olmasa da varlığını çok yoğun hissettiren bir anneanne var. Ana kahramanlar olarak Mona ve dedesinin karakterini nasıl inşa ettiniz?

Her şeyden önce, bunun otobiyografik bir roman olmadığını açıkça belirtmeliyim: İçindeki bölümler tamamen kurgusal ve Mona’nın büyükanne ve büyükbabası gibi akrabalarım yoktu. Öte yandan, o kuşağı ve özellikle de yetiştirilmemde büyük rol oynayan büyükannemi çok sevdim. Onların kaybı benim çocukluk ve gençlik dönemimde yaşadığım ilk yas süreçlerimdi. Bu kitap, torunlar ve büyükanne ve büyükbabalar arasındaki o özel ilişkiye bir övgü diyebilirim.

Roman boyunca 52 farklı sanat eserine değiniyorsunuz. Romana dâhil ettiğiniz sanatçı ve sanat eserlerini neye göre seçtiniz?

Öncelikle hepsini yazıya döktüm. Tarih öncesi eserlerden film sekanslarına, Ming dönemi vazolarından düzinelerce tabloya kadar, dünyanın dört bir yanındaki müzelerden seçtiğim yaklaşık yüz tane sanat eserini not ettim. Merak uyandırmak ve aynı zamanda sanat tarihi anlatılarının sürekli evrildiğini göstermek için kitabın hem önemli dönüm noktalarını hem de özgün çalışmalarını barındırması gerektiğini düşündüm. #MeToo hareketinden önce yazmış olsaydım kadınlar kitapta kesinlikle daha az yer alacaktı.

Sonra romanın trajedi duygusunu korumak için zaman (bir yıl) ve mekân (Paris) bütünlüğüne ihtiyacım olduğunu düşündüm, böylece olay örgüsünü bir seyahatnamenin içerisinde anlatarak sulandırmaktan kaçınabilecektim. Bu nedenle daha küçük bir kronolojik ve coğrafi ölçekle üç müzeye odaklandım. Daha sonra, karakterin tutarlılığının doğal sonucu olarak, seçimleri benden ziyade Henry yaptı.

Zihninizde beliren o ilk kurgu, kitap bittiğinde aynı mıydı? Kafanızdaki başlangıç ve bitiş, süreçte ne kadar değişti ya da değişti mi?

Bu eseri yazmak 10 yılımı aldı, bu yüzden başlangıçtaki hali ve nihai hali arasında çok fazla farklılık oldu hatta bazı yabancı çevirmenler metnin son halini ve yorumları oluşturmaya bile yardımcı oldular. Dürüst olmak gerekirse, ilk taslak yaklaşık 1.000 sayfa uzunluğundaydı! En başta, Anna-Eva Bergman’ın biraz kurgu içeren bir biyografisini yazmak istiyordum ama zaten bir tane yazmıştım. Ve yavaş yavaş, hikaye ve eserler üzerinde seçimler yaparak bu son versiyona ulaştık.

Her şeyin çok çabuk tüketildiği ve ısrarla ‘hız’ın bir anlamda ‘her şey’ olduğunun empoze edildiği bir dönemdeyiz. Mona’nın Gözleri’nde ise 10 yaşında bir çocuğun adım adım bilgeliğe ulaşma hikayesini okuyoruz. Bugünkü sanat tüketimini ve sanata bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sanatın demokratikleştiği bir dönemdeyiz. Dahası, kitabımla okuyuculara eserleri analiz etmeleri ve kendilerini eserlere kaptırmaları için ihtiyaç duydukları araçları vermeye çalışıyorum. Müzeler konusunda doygunluğa ulaşmış olabiliriz. Herkes sanatla kendi ilişkisini kurar. Gerçek şu ki, dünya üzerinde insan sayısı artmaya devam ediyor, dolayısıyla bir müzenin boş olması artık çok büyük bir olasılık değil ama asıl soru şu: Sanatın amacı sadece bir avuç insanın onu görmesi mi? Ben öyle düşünmüyorum.

Kitap, birey olmak, endişe, hayal kırıklığı gibi temaları da eserler ve sanatçılar üzerinden masaya yatırıyor. Hikayedeki kahramanlar da çok güçlü. Tüm bunlar bence bir sanat tarihçisinin ‘yazar’ kimliğini ortaya koyduğu yer. Zorlayıcı bir süreç miydi sizin için?

Bu romana 2013 yılında, başına hem en kötü şey (yani hastalık ve tehdit) hem de en iyi şey (büyüleyici bir büyük büyükbabayla sanata dair bir başlangıç deneyimi) gelen olağanüstü küçük bir kız yaratma ihtiyacını hissettiğim, kişisel olarak geçirdiğim zor bir dönemden sonra başladım. Şaşırtıcı bir şekilde, 2003 yılında yayımlanan ilk romanımdan sonra bu romana başlamak için on yıl bekledim. Sonra tam olarak on yaşında bir çocuğun hikayesini bitirmek için on yıl geçmesi gerekti. Zaman zaman yazmayı severim ama bu hikâyeye, besleyip büyütmek ve serpilip gelişmesi için zaman vermem gerektiğini hissettim.

Genel olarak kitap için gelen tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gördüğüm kadarıyla evrensel bir yankı uyandırdı. Kitabın tanıtımı için İtalya’dan İspanya’ya, Polonya’dan Romanya’ya, benzer ama aynı zamanda çok farklı kültürlere, özellikle de sanat kültürlerine, sahip birçok ülkeye seyahat ettim. Elbette insanların dikkatini çeken şeylerden biri de dünya çapında ünlü Paris müzeleri. Ama bence asıl etkileyici olan Mona’nın hikayesi ve büyükbabasıyla arasındaki bu özel bağ. Bence hepimiz Mona’nın hayatının çocukluktan genç kızlığa uzanan bu dönemiyle özdeşlik kurabiliriz ve dünyayı 10 yaşındaki bir çocuk gibi görmek isteyebiliriz.

Sizce kitapta insanları en çok etkileyen şey ne?

Bu kitabı elbette okunacağını umarak ama çok fazla beklentim olmadan yazdım. Sonuçta sanırım başkalarından çok kendim için yazdım. Aslında bir kumar oynamışım ve bu kumar oldukça iyi sonuç verdi, üstelik sadece Fransız halkı için değil! Ayrıca kitabın mümkün olduğunca erişilebilir olmasını istedim, özellikle de bu alanda uzman olmayan kişiler için. Sanırım kitaba başladıklarında insanları en çok cezbeden şey de bu: Çok sayıda eser tasviri olmasına rağmen, bunlar bir olay örgüsünü takip ediyor ve zaten bildiğimizi sandığımız eserleri yeniden keşfetmemize yardımcı oluyor!

Bundan sonra bir yazar olarak sizden neler göreceğiz? Var mı üzerinde çalıştığınız yeni bir kitap? Yine sanat ve edebiyat üzerine mi olacak kurgularınız?   

Dediğim gibi, bu kitabı yazmak zaten 10 yılımı aldı. Artık daha rahatım; bir yazar olarak çok satanlar listelerine girmeye devam etmek gibi bir zorunluluk hissetmiyorum. Ancak, şimdilik gizli tutacağım başka bir sanat türü hakkında bir metne başlıyorum. Umarım bunu yazmam 10 yıl ya da daha fazla sürmez! 

Duyduğumuz kadarıyla programınız oldukça yoğunmuş. Türkiye’deki okurlarınızın sizinle buluşmak için ne kadar beklemesi gerekiyor?

Hartung Bergman Vakfı’nda çalışıyorum ve şimdi de Mona’nın tanıtımını yapmaya devam ediyorum. Bu nedenle programımın gerçekten oldukça yoğun. Ancak, Türk okurlarımla buluşmayı çok isterim. Her zaman çalışmalarımla ilgili yeni yaklaşımlar arıyorum, ilerlemenin tek yolu bu. Umarım yakında görüşürüz!

HAFTA