Boks ringinde çağdaş sanat
Gösteri, direniş, göç, cinsiyet politikaları, hafıza… Tüm bu kavramlar gibi can alıcı meseleleri görünür kılmayı hedefliyor “Bedenin Mücadele Alanındır” sergisi. Halil Altındere küratörlüğünde Agah Uğur koleksiyonundan hazırlanan sergiyi koleksiyoner Agah Uğur ile konuştuk.
Merve YEDEKÇİ
Sizi koleksiyonerliğe götüren sanata merakınız nasıl başladı?
Sanatla 1980’li yıllarda yaşadığım İngiltere’de tanıştım. O dönemde Londra’da büyük bir dönüşüm vardı. Charles Saatchi’nin desteklediği genç Britanya’lı sanatçılar ekolü çağdaş sanata farklı bir bakış açısı getirmişti. Damien Hirst, Gavin Turk, Tracy Emin gibi sanatçıların ürettikleri eserler izleyicilere “bu sanat mı” diye sordurtacak nitelikteydi. Ben de sanata olan bu değişik yaklaşımdan çok etkilenmiştim. Sanatla yolculuğum böyle başladı.
Peki, koleksiyonerlik serüveniniz… Koleksiyonunuzda kaç eser yer alıyor?
İngiltere’den Türkiye’ye döndükten sonra Türk sanatının o dönemlerdeki ana akımı olan soyut resim dünyasıyla karşılaştım. Kariyerimin başlarına gelen o tarihlerde soyut yağlı boya eserler almaya başladım. Ancak, zaman içinde sanatta görsellik ve estetikten daha çok kavramsal anlam aradım. Bu düşünce farklılığı da beni 2008’den itibaren başka bir yola soktu. Aslında koleksiyonerlik tanımını 2008 sonrası dönemde daha çok hak ettiğimi düşünüyorum. Koleksiyonumda neredeyse tamamı yeni medyadan oluşan 300 eser var. Eserlerin kavramsal yönü ve vermek istedikleri mesaj benim için çok öncelikli. Eserlerin üretildiği medyum konusunda başka koleksiyonerlere göre daha cesaretli olduğumu söyleyebilirim. Video, fotoğraf, obje ve enstalasyonların yanı sıra performans ve eseri ileride üretme hakları gibi pek alışık olunmayan medyumlardaki eserler hoşuma gidiyor ve koleksiyona katıyorum.
“Bedenin Mücadele Alanındır” sergisinin bize vermek istediği mesaj nedir?
Sergi günümüzde görmek ile hakikat arasında nasıl bir bağ kurulabilir sorusu üzerine başlıyor. Sosyal medyanın, kameraların varlığıyla her an alarm halinde olduğumuz bir dünyada her şeyi görebilme arzusu ile gördüklerimizin gerçekliğine dair inancımızı sorgulamayı hedefliyor. Zamanımızın gözden çıkarılmış, kişi ve konularını gündeme getirerek izleyiciyi başka türden bir gerçekliği görmeye zorluyor. Shakespeare dünyayı insanın ömrü boyunca pek çok rol oynadığı bir sahne olarak nitelendirmiş. Serginin küratörü Halil Altındere de bu dönemde dünyanın çeşitli yerlerindeki sahnelerde mücadelenin nerelerde verildiğini göstermek istiyor.
Bu sergi de sizi en çok heyecanlandıran eser hangisi?
Sergide Halil Altındere’nin seçtiği 50’ye yakın eser var. Sergi yerli ve yabancı sanatçıların ele aldıkları gözetleme, gösteri, direniş, göç, cinsiyet politikaları, sınır, hafıza gibi can alıcı meseleleri görünür kılmayı hedefliyor. Birinci katta bulunan bir boks ringi serginin de merkezi rolünü üstleniyor. Bu ringde sanatçı Gözde Türkkan, sergi boyunca 3 kere sanat eleştirmeni Bihter Sabanoğlu ile Tayland boksu üzerinden performans yapıyor. Bu performans ile cinsiyet eşitsizliğini çok çarpıcı ve duygusal bir şekilde işliyor. Ancak ben eser ayrımı yapmıyorum, benim için sergideki her eser heyecan verici. Ama bir koleksiyon sergisinde performans eserinin olmasını serginin mesajının gücünü ve çarpıcılığını artıran bir unsur olarak hissediyorum.
Sanatınızla istediğiniz mesajı verdiğinizi düşünüyor musunuz?
Bakıldığı zaman pek anlaşılmayan, ancak anlatılınca etkin bir mesajı olan sanat beni heyecanlandırıyor. Çünkü bu sanat düşündürüyor, kışkırtıyor, tarihsel konular veya günümüz problemlerine başka bir şekilde bakmamıza yardımcı oluyor. Benim ve koleksiyonun ilgi alanı global bazda toplumsal mühendislikler ile tek tip toplumlar yaratılmaya çalışılması ve toplumların çeşitli kesimlerinin bu yaklaşıma karşılık vermeleri. Sanat eserlerinin toplumla ve izleyiciyle paylaşılması koleksiyonerliğin beni gerçekten en mutlu eden yanı. Çünkü koleksiyonumun ve bu serginin ana odağı olan çağdaş sanat olaylara farklı bakmaya çalışıyor. İzleyici benim de katkımla önüne gelmiş bir eserden etkileniyorsa, bazı şeyleri sorgulaması için kışkırtıyorsa ben koleksiyoner olarak görevimi yapmış hissediyorum.
Aynı zamanda yatırımcı bir yönünüz var… Hem iş hem sanat dünyasından biri olarak sanatsal çalışmalara iş dünyasının yeteri kadar destek verdiğini düşünüyor musunuz?
Sanatseverlik çok kişisel bir olgu. Kurumların severek ve içselleştirerek sanata yakın olmaları kolay değil. Ancak kurumların liderleri sanat tutkunuysa kurumlarda sanata desteklerini fazla karşılık beklemeden ve uzun soluklu olarak gerçekleştirebiliyorlar. Aksi takdirde verilen eforlar tanıtım amaçlı ve kısa süreli olmaktan öteye gidemiyor. Bunu söylemekle beraber son dönemde hangi amaçla olursa olsun sanatı destekleyen kurumların çok arttığını görüyorum. Bu beni sevindiriyor. Çünkü bu ülkenin çağdaş sanatçılarının öncelikle bu ülkenin insan ve kurumları tarafından geçmişe göre çok daha fazla desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Koleksiyoner kimliğiniz ile sanal sanat, Metaverse, NFT hakkında ne düşünüyorsunuz? Dijitalleşme koleksiyonerlik anlayışını sizce değiştirdi mi?
Teknolojiyi iyi kullanan birçok sanat platformu ortaya çıktı. Bunların genelde sanat eseri ile alıcıyı bir araya getirmeye yönelik kolaylaştırıcı bir katkısı oluyor. Bu tip yaklaşımlar sanat piyasalarının gelişimini desteklemeye devam edecektir. Teknolojinin ayrıca çağdaş sanat eserlerinin üzerindeki gücünü yüksek görüyorum. Öte yandan teknolojinin sanatın kavramsal yönünün önüne geçmesinin sanat için büyük bir risk olacağını düşünüyorum. Teknolojinin görsel olarak eserleri daha renkli ve etkileyici yaptığı aşikar. Ben sanatta estetik etkiden daha fazlasını aramamız gerektiğine inanıyorum. Teknoloji bu anlamı bulmaya ve onu daha güçlü kılmaya yardımcı oluyorsa benim için sanata katkı sağlıyor demektir. Maalesef sanat eseri diye ortaya çıkan NFT’lerin çoğu halen bu yaklaşımdan çok uzak.
Zaman içinde sanat çevrelerinde yaşanan değişimleri nasıl gözlemliyorsunuz?
Sanatın daha geniş çevrelerce benimsenmesini ve onların hayatlarını da pozitif yönde etkilemesini çok olumlu buluyorum. Sanat teknolojinin de etkisiyle ilginç bir dönemden geçiyor. Teknolojinin demokratikleştirici etkisine inanıyorum. Ancak gerçek anlamda sanat olmayan, teknoloji bazlı varlıkların sanat diye yutturulması ve sanatı severek tutkuyla yaklaşanlardan çok daha fazla spekülasyon ve yatırım aracı diye görenlerin ortaya çıkmasını da endişeyle takip ediyorum.