Bir kadının ataerkil düzene başkaldırışı
Henrik Ibsen’in kült oyunu, ödüllü oyuncusu Tuğçe Altuğ’un performansı ile yeniden hayat buluyor. Yalın, evrensel ve güncel bir yorumla sahneye taşınan Nora (Bir Bebek Evi)’nın yolculuğunu Altuğ’dan dinledik: “Bu oyunu çalışmaya başladığımdan beri ben de dönüştüm.”
HELİN KAYA
145 yıl öncesine dayanan uzun soluklu bir hikâye… Yeniden tiyatro sahnesine taşıma fikri sizde nasıl canlandı?
Nora oyununu çok severim, derinine indikçe beni daha çok şaşırtmış ve büyülemiştir. Uzun zamandır yapmayı istediğim ve planladığım bir projeydi. Lisede de tiyatro okumuş biri olarak metni çok önceden beri biliyorum ve geçen 20 yıl boyunca oyunun benim için yeri hep ayrı olmuştur. Bence yazılmış en güzel klasik metinlerden, Nora da en sağlam kadın karakterlerdendir. Başta tek başıma çıktığım bu yolculuğa, hikâyeye, bakış açımıza, yapmak istediğim şeye inanan, parçası olmak için heyecanlanan insanları dahil ederek somut anlamda adımlar attım. Son bir yıldır da her parçası için heyecanla çalıştık ve sahnedeyiz.
Oyun prömiyerini 28. İstanbul Tiyatro Festivali’nde gerçekleştirdi. Seyircinin karşısına bu kadar güçlü bir hikayeyle çıkmak size neler hissettirdi?
Evet, hikayemizin güçlü olduğunu başından beri bilerek, çalışma süreci boyunca her katmanını aktarmak için hassasiyet gösterdik. Yıllardır çok fazla oynanmış bir oyunu, yeni, taze, daha yalın ve güncel bir dili olan adaptasyonuyla oynamaya karar verdik. Duyguları ön planda tuttuk. Bu oyuna ve anlattığına çok değer veriyorum, bana çok fazla duygu hissettiriyor, hala güncelliğini koruyor. Seyircinin de kendisinden bir şeyler bulacağı, tanıdık hisler, ilişkiler göreceğine olan inancımla ve bu güçlü metnin iyileştirici, dönüştürücü gücüne olan heyecanımla oynuyorum.
Ekip olarak hazırlık süreciniz nasıl gelişti?
Biz bu oyunun masa başı çalışmasına 1 yıl önce başladık. Bu 1 yıl boyunca tüm proje tasarlandı ve ekip oluşturuldu. Bu oyun için doğru kişileri ve parçaları bir araya getirmek için çalıştık. Oyunun gereği ve ihtiyacı olanı, kendi bakış açımızla beraber nasıl birleştiririz ve nasıl doğru bir bütünlük nasıl kurarız diye dikkat ettik. Dolayısıyla rejiden dekor ve ışığa, müzikten oyunculuk biçimine kadar bir üslup birliği ve bütünlük kurulmalıydı. Birçok farklı şey de deniyoruz ama esas olan hikâye. Aklımıza bambaşka güzel fikirler de geliyordu ama bu oyuna uymuyorsa monte etmedik açıkçası. Fikirler, üretilen şeyler oyunla uyumluluk kurmalı ve hizmet etmeli, yoksa bir noktada o fikir hiçbir şey ifade etmiyor ve fazlalık gibi duruyor. Yaklaşık 2 ay prova yaptık, duygulara odaklandık. Tarantella için bedensel çalışma yaptık, metni de fazlasıyla didikledik diyebilirim.
Nora’da kendinizden bir şeyler bulabildiniz mi?
Nora da elbette kendimden bir şeyler bulabiliyorum. Bir kadın olarak Nora karakteriyle bağ kuramamak bana neredeyse imkansız geliyor. Nora’nın kendisini bulma arzusu ve kendi olabilme cesaretini çok seviyorum. Hayatı, kendini keşfetme gücü ve eşitlik, adalet arayışı beni ona yaklaştırdı. Tüm zorluklarla rağmen vazgeçmemesi, var olmak için verdiği cesur kararlar, güçlü proaktif ve umut dolu bir karakter olmasından ötürü çok önemli ve değerli bir rol. Bu oyunu çalışmaya başladığımdan beri sadece oyun, sahneleme, performans değil ben de dönüştüm ve dönüşmeye devam ediyorum. Onun yolculuğu ile benim yolculuğum birbirine karıştı ve birbirini etkiledi.
Siz onun yerinde olsaydınız ne yapardınız?
Nora bana ilham ve umut kaynağı oldu. Oyunu çalışırken de çokça tartışmıştık, oyundaki borç meselesi olmasaydı Nora gider miydi, yine evini çocuklarını ailesini terk eder miydi diye… Burada mesele, insanın kendisi olabilmek, birey olabilmek hakkı ve bunun için verdiği savaş. Ben de bu anlamda harekete geçmeyi, düşünmeyi, bir şeyler yapmayı çok önemsiyorum.
Günümüz toplumunda kadınların ataerkil düzene hapsoluşu 145 yıl önceki düzenden pek de farklı sayılmaz. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Bir ilerleme var mı sizce?
Tabii ki değişen şeyler oldu ama maalesef birçok şey geçerliliğini koruyor. Hala kadınlar indirgendikleri yerde, cinsiyet eşitsizliğiyle, ataerkil dille, kırılgan egolarla, ayrımcılıkla, şiddetle başa çıkmak zorunda.
Kendilerine biçilmiş rolü oynamaları dayatılıyor ve erkeğe biçilen rollerden ötürü kendilerini kamufle etmek zorunda kalıyorlar. Baskı ve sıkıştırılmışlık içinde hak arayışı ve kendileri olabilme çabası içindeler ve mücadeleleri sürüyor… İlişki yaşadığımız insanlarla eşit bir düzlemde ilişki kuramayabiliyoruz. Toplumun dayattıklarına isyan etmek istiyoruz. Çevresel olarak, tarihsel olarak koşullarımız değişse de bu konu evrensel ve geçerliliğini koruyor maalesef ve elbette bu yüzden de bu kadar çok sahneleniyor.